20080128

sanal olanını sarımlasak da mı saklasak



tospağalar (s)(k)usmasın başlıklı yazıma bir değerli türkçe öğretmeni tarafından uyarı gelmiş. sonuna soru işareti koymayı unutmuş bu yaratık diye. efendim unutmak insana mahsus. biz unutulmaz olanı gerçekleştiriyoruz. yazıyoruz dimi ama, saygı istiyoruz neticede.

bugün beytepeye gidecektim gitmedim, bugün staja gidecektim gidemedim, bugün film izleyecektim.-medim. nedir yani olay. tüm yapacaklarımı yapamamışsam hala da günün bitmesine 6 saat varsa ben yine yapamayacağım şeyler için mal mal mı oturayım pekala.

bugün tüm türkçe kurallarını ihlal edesim, tüm kalıpları yıkasım, kendimden beklenmeyeni yapasım var. çünkü bi an kendimden çok şey beklediğimi fark ettim. bırak tatildesin yapma hiçbişi. stajmış, filmmiş, kitapmış bunlara ne lüzum var. otur gez toz gerekiyorsa mal mal bak!. ne diye için içini yer ki aman şunu da yapamadım bunu da yapamadım!.

neticede koskoca tatil bitince söylenecek söz aynı: ben yine planladığım kitapları, filmleri okuyup izleyemedim, ben yine oraya buraya gidemedim. ben yine onu bunu şunu tam hakkıyla yerine getiremedim. tüm bunların cezasını da yükle seni hiç yalnız bırakmayan uykuna, ahanda bir de buraya.

hıhı sanala. sabahtan beri gezmedik kapı bırakmadım sandalyemin üstünde, ekranımın ~110 derece görüş açısı sağlayan sağında. ne için, niye? saklasan bi çaresi yok. saklamasan bi anlamı yok. al işte yazdık bunu da niye, niçin? bir arkadaş demişti geçen gün ben kendi kendime bildiğim şeyleri niye anlatayım ki orda burda. niye kayda geçsinki kimse uğrayıp iz bırakmayacaksa...aman yok size lafım uğruyorsunuz doyasıya da, ben kendimden üstün performans bekliyorum ara sıra. ondan sonra da işte böyle nasıl ya?!

yok, yok finaller bitti de, şimdi şu sevgiliye az sarılmış olmanın ve takriben ~bir ay süreyle hiç sarılmayacak olmanın verdiği huzursuzluk bu olsa gerek.
geçer tospağa,geçer...

20080123

İhanete Uğrayan Sevgi - Sahte Tanrılar



Yazar: ARNO GRUEN(tam tospağasal)

Sahte Tanrı olarak annemiz-babamız-arkadaşlarımız- bürokratlarımız-düşmanlarımız-bilim...
Ve en önemlisi de BİZ!

Şiddetin, nefretin kaynağının Sahte Tanrı olmak yolundaki gölgelemelerini anlatır bize kitap. Bizi kendine bağlayan, kendi amaç ve görevleri doğrultusunda itip kakarak peşinden sürükleyen Sahte Tanrılarımızı.

Sevgiyi hissetmenin eziklik boyutundaki tanımlamasıdır. Sahte Tanrılara tapınırken verdiğimiz özverilerin ‘sevgi’ olduğundan çok ‘ihtiyaçken’ boşluğunun doldurulmaya çalışılmasının hikayesidir.

İhtiyacımız olanı ve bizim asla varolamayacağımız kişiliğini veya karakterini dünyada arayışına çıkan her insanın sığındığı kapıdır; ‘Sahte Tanrı’.



Tanrının sahteliğinin, duygulanım bozukluğu neticesi onu bulmuş olduğumuz gerçeğinin, ortaya hep çok geç çıkmış ve her zaman çok geç çıkacak olmasının kaçınılmazlığıdır anlatılan.

Kimimiz sevgimizi Sahte Tanrılara adayıp mutlu olurken,kimimiz de sevgiyi Sahte Tanrı olarak tüketmenin mutluluğundayızdır.

Ama her içi boşluk bi noktada aynaya daha derinden bakmak zorundadır.

Ya aynayı biz kendimize tutacak gücü bulmak için çırpınmalıyız ya da Sahte Tanrımıza …

20080116

Tospağalar (s)(k)usmasın

-Kazayla kafanıza kar düşse, kar ölür mü.
-Bir David Lynch filmini başından sonuna anlamak mümkün mü.
-Tospağanın kalbi kabuğundan büyük mü.

-Dönem sonu sınavları ha diyince geçer mi.
-Dönem sonu sınavlarına final diyince geçer mi.
-Dönem sonu sınavlarına çalışınca geçer mi.
-Bahar dönem sonu sınavları şenlenince geçer mi.
-Şenlikleri düşününce dönem sonu sınavlarının hepsi geçer mi.
-Dönem sonu sınavları Merkez Bankası'yla taşınsa geçer mi.
-Dönem sonu sınavları New York'a taşınsa geçer mi.
-Dönem sonu sınavlarını meclisteki türbanlı kuaförüne götürsek geçer mi.
-Dönem sonu sınavları bağrımıza taş basınca geçer mi.
-Dönem sonu sınavlarınaTayyip'i soksak geçer mi.
-Dönem sonu sınavlarında Rektörün odasına öğrenci velinimetimizdir yazsak geçer mi.
-Dönem sonu sınavlarında Petek Dinçöz'ü evlendirsek geçer mi.
-Dönem sonu sınavlarında tospağaya balon versek geçer mi.
-Mendilci kız mendile para almasa dönem sonu sınavları geçer mi.
-Baba beni okula gönder-me kampanyasına katılsak dönem sonu sınavları geçer mi.



-Geçer Tospağa, GEÇER!...

20080113

Soğuk havanın beynimizde yarattığı anlamsal kargaşa üzerine.


Her yıl en yoğun kar yağışının görüldüğü ve Beytepe'nin en güzel manzaralarından birini bize sunduğu aylarda finaller için çalışıyor olmak ve okula final için uçup, eve dönmek çok can sıkıcı. Evde günler geçmiyor, okulda ise çabucak geçiyor gibi hissediyorum. İşte o gün geçemeyen bir gün havanın buzz(evet iki z ile) gibi olduğu bir gün odamda hareketsiz ve sadece beyinsel bir aktivite(mesela ders çalışmak-aslında film izlemek demeyi çok isterdim ya neyse) yaptığım için donduğum günlerden birinde donmuş olan vücudumu hareketlendirmek ve mideciğime bişicikler girsin diye mutfağa doğru yönelmek üzere gittim. Hayır, evin içinde gidilebilecek çok fazla bir yer yok zaten. Ya mutfak, ya salon ya da tuvalet. Tuvalete bile 'üşürüm yaa' diyerekten çok az gitmeyi yeğleyecek haldeydim.

Anneden ben mutfaktayken bir ses geldi. Evde birilerinin varlığını hissetmek güzel. Ama ben finallere çalışıyorken ne kadar az konuştuğumuzu keşfediyorum. Ses tonu yabancı geliyor arada bir. Kendi sesimi bile tanıyamıyorum. Durmadan ezber yapmak zorunda olduğum derslerim, kendi kendime içten içten bişileri tekrar ederken yabancılaşmama sebebiyet vermekte, ben bunu anladım. Sonra o kadar kendine anlatmaya adapte olmuşken, bir de bakıyorsun sınavda hocaya anlatıyorsun tüm her şeyi. Hem de yazarak! Eh her sınavın bir bitişi, gelecek seneye alacak olduğun korkusu ağır basınca bu bunalımdan kurtulup, yazıyorsun 'geçmek için'. Ezberliyorsun 'geçmek için'.

Neyse gelelim ben mutfaktayken beni çağıran sese. Belki 'I see death prople' falan demiyordu; ama aynen şu ses duyuldu:
Sanırım diyerek, önce şüphe ettiğim sonra algılarımın 'evet o' dediği annem:
-..... dışarı çıkart ısınsın!
Oldukça üşüyen bir modda, sırtında 4 kat hırka-kazak vs ile donmuş vücudunu hareket halindeyken seyreden, mideciğine bişiler koymayı amaç edinmiş ben, hani sınavlara çalışırkenki alışkanlıkla kendi kendime: bu kadın kafayı mı yedi ki acaba, bu havada neyi dışarı çıkartsam ısınır ki!!! diye düşünürken yine aynı tonda bişiler geldi kulağıma:
-Çıkarttın mı?
Tamam bi konuda anlaşalım, ev dışarıdan sıcak. Ama, ama evin içinden bir şeyi dışarı çıkartmak demek onun ısınması anlamına gelmiyor. Bunu ben finaller için kasmayan bünyeyle bile idrak edebilir durumdayım. Hani bitmediler daha ama olsun. Ben bu havada, 4 kat dahi olsa bu kılıkla dışarı çöp dökmeye bile çıkmak istemezken bu insan benden bişileri dışarı çıkarmamı istiyor. Üstelik ısınması için. Bu kabul edilemez!. Ben dışarı çıkarmayı kabul etsem bile, o şey ısınmaz ki yaa!?!!!! Odama gitmek için salondan geçerken anneme ilk defa, 'hiç akıllı görünmüyorsuun güzelim' gözleriyle baktım. Oysaki ne zeki kadındır kendisi. Ruhsuz, o her zamanki modda odama geçtikten 1 saat sonra, o yine sanırım diyerek önce şüphe ettiğim, sonra algılarımın 'evet o' dediği annem:
-Tamam, şimdi ısınmıştır yiyebilirsin.
-Ben artık dayanamayarak çığlığı bastım, ya anne ne diyorsun ya, neyii??!
Etki tepki meselesi bu olsa gerek biri bağırınca öteki de sesini yükseltir haliyle; ama annemde bu doz benimkini bastırmış konumdaydı:
-Yoğurdu buzdolabından çıkartmadın mı sen?????!
Gayet sessiz, her şey gayet normal şekilde, narin bir ses tonuyla ben:
-Haaa, yok soğuktu.
-Ne soğuktu?
-Şey yani daha ısınmamıştır dışarda onu diyorum, derken mutfağa doğru yavaş ve emin adımlarla yol aldım.
-Seni anlamak gittikçe güçleşiyor.
-Finaller dimi anne ya gittikçe güçleşiyor, geçmiyor...
-....

20080110

Soğuk kardan sanat olur mu?







Bu Tospağa durulur mu da olabilirdi başlık ya neyse.


Efendim 2 gün önce etkisi altına girdiğimiz Sibirya vs münasebetine çok yakın bir soğukluk hissiyatını üstümüze üstümüze doğru yollayan tabiat olaycığı, en son kar şeklinde Beytepe sahalarında bizlerleydi. Bunu fırsat bilen Beytepe insanı olarak hazır final dönemini geçirmek için kasarken, 'çocuklar gibi şendik' eylemini doruklarında yaşadıktan sonra birkaç anı bırakmak istedik.


Hayır kar topu oynarken fotoğraf çekmek güç-bela bir eylem olacağını biliyorduk biz de, o zaman bikaç sanatsal çaba harcayalım bu çocukluğun üstüne işte o zaman 'tospağasal' olsun dedik. Başka bir tospağasal arkadaşı kaptım yanıma ve olay şöyle cereyan etti:


-hadi çıkart şu kuşburnu çayını.

-kızım sıcak su yokki napcan, donuyoruz üşüdük hadi eve gidelim.
-ya hadisene bak burası kar, hiç üstünde zıplamamışlar, hadiii
-...(eylem hissediliyor)
-ha bak sen al bu suyu dök şimdi sallama çay poşetinin üstüne
-...(eylem görülüyor)
-oyy oyy dondum.dur yavaş.birazcık buraya..aa kıpkırmızı oldu harikaa. Beyaz kırmızı çok hoş yaa. şekerli bişi gibi duruyo. ama dondum ben oy oy oy. dur şimdi çıkırt. çıkırt.(fotoğraf makinesi efekti)
-şurdan çek daha güzel. koyalım hatta poşeti de üstüne.
-çıkırt.çıkırt.......Ha sen şimdi elini şuraya koy...çıkırt.çıkırt.....Şimdi karın içine süper olduu dur orda.çıkırt.çıkırt.
-...(eylem yok)....oyyyy dondum hadi......(eylem yok)
-...(eylem yok)
-Kızım soğuk kardan sanat mı olur. başlıcam ama şimdi.
-Dur kazağında kırmızıydı dimi.kolunu yukarı sıyıralım hımmm.ayy çok güzel oldu.tut elini şurda bastır iyice.(bir eliyle arkadaşının elini kara bastırırken diğer eliyle çıkırtlamaya meyil edecekken bir ses)
-Tospağaaaaaaaaaaaaaaaaaa!!!!!!!!!(eylem çok)
-çıkırt. hadi gidelim.(prrr efekti)
-...(ifade çok, tospağa toz oldu yok!.)

20080107

Rüya Bilmecesi(2006)




Rüya Bilmecesi
La Science des rêves
The Science of Sleep

Yönetmen :Michel Gondry
Senaryo :Michel Gondry

Oyuncular :Charlotte Gainsbourg, Gael García Bernal, Jean-Michel Bernard, Emma de Caunes

Yapım :2006, Fransa

     Sınır tanımayan yaratıcılığa dayalı ödüllü filmlerin (Eternal Sunshine of the Spotless Mind- Sil Baştan-2004), müzik videolarının ve reklam filmlerinin yaratıcısı Michel Gondry’nin senaryosunu yazıp yönettiği “The Science of Sleep/Rüya Bilmecesi” filmini adından, sanından, yönetmeninden senaristinden hiç ama hiç çekinmeyerek tam bir GERÇEKÜSTÜCÜ sinema örneği olarak gösterebiliriz.


     Önceki filmi: "Eternal Sunshine of the Spotless Mind"  la en iyi özgün senaryo dalında 2005 yılında Oscar ödülü kazanan Michel Gondry'nin özgünlüğünü sürdüregeldiği Rüya Bilmecesi’nde Stephane Miroux (Gael Garcia Bernal) gerçek yaşamında Paris’teki bir takvim yayıncılık şirketinde sıkıcı bir işi vardır. Yaratıcılığını konuşturacağını düşünerek geldiği bu iş yerinde fotokopi makinesinin başında saatlerini geçirmektedir. Herkesin memnun olduğu bu sakin hayat onun için oldukça büyük bir memnuniyetsizlik getirmekte ve hayatın renklerini keşfedeceği farklı arayışlara girmektedir ‘farkında olmadan’. İşte o renkler pek çoğumuzun büyük bir olasılıkla ‘hala’ fark etmemiş olduğu rüyalarımızda yer almaktadır.
      




    Stephane bunu fark etmekle birlikte hayatının uyku halindeki “Stephane TV”nin karizmatik sunucusu rolünü de bize yönetmenle işbirliği yaparak yansıtmaktadır. Rüyaları ile gerçek yaşamı arasında gidip geldiğimiz Stephane kartondan yapılmış kameralar karşısında Freud’a taş çıkartırcasına rüyaların o enfes soslu tarifini bize anlatmaktadır:

     ‘Bu gece size rüyaların nasıl hazırlandığını anlatacağım. Herkes bunun çok basit bir işlem olduğunu sanır; ama aslında sanıldığından biraz daha karmaşıktır. Gördüğünüz gibi işin püf noktası birçok maddenin hassas birleşimidir. Önce içine rastgele düşünceler atıyoruz. Sonra biraz o güne ait akılda kalan görüntüler ekliyoruz. Geçmişe ait anılarla karıştırıyoruz. Bu iki kişilik. Aşk,arkadaşlık, insan ilişkileri gibi kavramların hepsi gün içinde duyduğunuz şarkılarla, gördüğünüz şeylerle ve kişisel durumlarla harmanlanır. Tamam, sanırım oldu. İşte evet! Acele etmemiz lazım. Kendimi uyandırmamak için sessiz konuşmalıyım….’

       Bu tanımın bilimsel açıklamalara dayandırıldığında oldukça anlamlı olabileceğini düşünebilirsiniz; ama karşınızdan bir kazanın içerisine renkli bir şeyler koyup karıştırırken bunlar ‘o güne dair akılda kalıcı görüntüler’ diye kurgusal anlamda bir birleşim sunuyorsa, o an her nerede yaşıyor ve nasıl yaşamaya çalışıyorsanız tamamen yüzünüze oturan bir gülümsemeyle filme dalıyorsunuz daha ilk karelerde. Evet bu anlattığım daha filmin ilk karesiydi…

     Böyle bir insanın varlığına şaşırmış bir o kadar da mutlu ifadelerle adapte olmuşken karşınıza aynı apartmanda karşı dairede yaşayan Stephanie (Charlotte Gainsbourg) çıkar. Ve bir rüya anlatımı da Stephanie’den:

‘Rüyamda kaplumbağa ile kavga eden bir peygamber devesi vardı. Ama kaplumbağanın gümüş bir kabuğu vardı. Ama kabuk tümsek şeklinde bir cd ye benziyordu. Bir fil için kavga ediyorlardı.
– O kadarda değil, sonrasını anlat.
Derken uyandım çünkü kapıdan bir ses geldiğini duydum.’

      Rüyasında kaplumbağa görenleri ne kadar çok sevdiğimi bilirsiniz. Ben bu filmi sadece Stephanie rüyasında kaplumbağa gördüğü için sevmedim tabi ki ama…
     Ama sevilmeyecek gibi de değillerdi.

      Size selafondan yapılmış bir ırmakta yüzmeyi vaat eden ve o çocukluğunuzun unutulmaz oyuncaklarıyla hayata tekrar bakmanızı sağlayacak bir film.

     İzlediğinizin ertesi günü iş yerinizdeki insanlara kocaman elleri olan Stephane’nın baktığı gibi bakabilir, sevmediklerinizi rüyanızda bir sineğe çevirebilirsiniz. Sevdikleriniz de kaplumbağa olsun tabii ki..:)
  



20080104

Sanat Tospağalar içindir.


Sanatını konuşturarak söz-yazı-resim vs. ye içini dökmüş insanların çoktur kıymeti nazarımda. Bu kıymet verdiğim şeyde kişisellik ararım ama çokca. Yoksa yazının bir kimliği, o yazı başkasından aynı şekilde çıkabilecek tek bir düşünce silsilesi kafamı meşgul ederse, at çöpe.
Geçenlerde bir arkadaşa burda yazı yazmaya meyil etmişti ki 'ne yazayım, hani insanlar merhaba tarzında bişi mi olsun?' dedi. Zaten o noktadan sonra yazarlığına el koydum arkadaşın(:P) o farkında değil -ki gördüğünüz üzere 'tek tabanca,tek Tospağa' devam etmekteyim bloga.
Benim arkadaşa cevabım ise şu oldu: İnsanları fazla kaile alacak bir yazı yazma. Kendini ön plana çıkar azcık da gizem kat - merak ettir, sanal alemde rajon budur!, zaten devamı gelir.
Yazmak başlı başına bir sanat oldu günümüzde. Hayır 'cnm hayat bu.sende busunnn iştee.kal gelir arada bi, sonra durulursun;) ' şeklinde bir yazma halinden söz etmiyorum. Anladınız siz.
İki cümleyi yan yana getiremeyen insanlar çoğaltıkça, yan yana getirenlere kıymet artıyor diyorum. Dedim bile. Ama cidden bu böyle. Yazarken de bu cümle kuramayanları anlatan bir yazı baz alınırsa ortaya 'malzeme'den başka bişi çıkmaz. Hayır, onların anlayacağı dilde yazmaya başlarsan sen kaybedersin. Anlama sınırını zorlayacak türde bir yazı yazarsan ve bu yazıda başlı başına bir 'sen' olursan, değmeyin keyfim-(n)-e. Ama bir noktada anlaşalım: fazla David LYNCH filmi izlemeyin ya da Nietzsche okumayın yeter (!), okursanız ya da izlerseniz de belli etmeyeceksiniz anlaştık mı ?

Beytepe Kaplumbağası ne dedin sen şimdi:
(gayet makul ve anlaşılır bir son bekleyenlere
ahanda bu cümle)

Sanat ne toplum için, ne de toplum sanat için.
SANAT TOSPAĞALAR İÇİNDİR!(nokta)


20080103

Kaplumbağalar da Uçar!



Filmin Orijinal adı:Turtles Can Fly(2004)
Yön: Bahman Ghobadi

Çocukluklarından vazgeçmişliğin adıdır bu fim. Hayatta kalabilmenin uçurum kenarına defalarca gidip gelmek, atlamaktan vazgeçmeden yaşayabilmenin yolunu mayın toplamak ve onu satarak para kazanmak olduğunu kabul etmiş, Irak’ta yaşayan çocuklardır onlar.

Irak-Abd savaşının acımasız bir portresini çizen filmde,
'evet bunlar gerçekten uçar!'
demeden bitiremiyor insan filmi..
Onların uçabileceklerini hayal etmek bile güzel..
Evet, o gaz maskesi onlara yetmeyecek;
Evet, onlar mayın toplarken bir bacaklarını daha kaybedecekler;
Ama savaş anında onlar uçacak,
bir kuştan veya
bir Amerikan helikopterinden daha çok sevindirici bir şekilde uçacaklar.
En azından bu filmi izleyen herkes onların uçtuğuna inanacak..
Nereye olduğunu bilmek ise uçtukları sevincinin yanında sönük kalacak,
düşünülmeyecek bile!…
Uçmak fiilinin bir tospağanın hayatına ince ince işlendiği dakikalardır bu film ve takriben izlenen BİRDY(1984) filmi.
Uçup uçmamak mıdır sorun
ya da
buna dahi kafa yormayı istemeden
'uçsan kaç yazar'
diye cevap vermek midir...

Bu filmdeki çocukların uçtuğuna da kimse inanmaz eminim; ama en azından o bataklık üstünde bir bomba neticesi değil de hayali bir kurgu neticesi kendilerini uçarak kurtaran olmaları güzeldir.
Uçabileceklerine inandırma gerekleri dahi yoktur.
Çünkü gittikleri her yer bir doğa kanunu olarak görülen şeyin tekelindedir.

-UÇAMAZSIN!

-UÇARIM!

20080102

Yeni.


Bir yeniyıla daha girdiğimiz ocak ayıyla Kaplumbağalar da uçar diye bir blog açmış olmanın mutluluğundayım.

Her ne kadar her yıl ocak ayının bu kadar çok sevilip bonkör olmasını kıskanmıyor olsam da, şu güzelim tatil günlerinin bir sene de yaz aylarına denk gelmesi dileğimi sizlerle de paylaşmak isterim. Sanırım noel baba o saç sakal ile yaz aylarında çok ter dökeceği için böyle bir uygulama seçilmiş olabilir diye düşünüyorum. Ya da mayo giymiş güneş gözlükleriyle bir noel babayı hangi çocuk sevimli bulur ve rüyalarının süsü yapmak ister diye de düşünülmüş olabilir.

Yılın ilk ayı be tospağa falan diye bana bilimsel, coğrafik açıklamalarla gelmeyin. Zaten bilmem kaç 100 yıl sonra bir küresel ısınma neticesinde ağustos sıcağında, beach parklarda yeni yıl kutlamaları yapıyor olacağız. Tabi o zaman 'kanatlı insan' evrimini tamamlamış olacak ve tospağaların uçabilirliğini sadece böyle bi iki Beytepe Kaplumbağası sitesinde duyuyor olmayacaksınız. Çünkü o sırada insanlar uçuyorken tospağalar yürüyor olacak.


Bu gereksiz beyin sancılarımı sizlerle paylaşmışken;

o hep duyduğunuz türünden bir söz:Yeni yılınız kutlu olsun.

Çok fazla duymadığınız bir söz: Tospağa dolu bir 2008 olsun.

Uçmak Sorunsali

Uçan bir tospağım ben.

Uçarken yüzdüm.
Uçarken sevdim.
Uçarken rüya gördüm.
Uçarken karnım ağrıdı.
Uçarken dil çıkarttım.
Uçarken rüyamı yorumladım.
Uçarken kahkaha attım.
Uçarken seviştim.
Uçarken kustum.
Uçarken konuştum.
Uçarken yazdım.
Uçarken hapşırdım.
Uçarken Poe'yu geceledim.
Uçarken taş-kağıt-makas oynadım.
Uçarken film izledim.
Uçarken koştum.
Uçarken çikuluta yedim.
Uçarken fotoğraf çektim.
Uçarken kitap okudum.
Uçarken İngilizce konuştum.
Uçarken sinema dergisi okudum.
Uçarken iletişemedim.
Uçarken sesim kısıldı.
Veeee
Uçarken saçmal(-adım.)(-ıyorum.)