20080330

Sineklerin boka yaklaşımı


Atakulenin taa tepesinden aşağıya bırakılan bok parçacıklarının akıbetini merak etmiyorum. Ama Asit Evi filmindeki Tanrı'nın sinek olmakla cezalandırdığı karakterin bir sinek olup; önce boka, sonra bir pastaya, sonra ilgili kişinin mideye indirilme halinde oluşan çıktıyı merak ediyorum. Pastayı boka benzetmeyen bok zerreciği gibi olmasa da, nihayetinde zerrecikli de olsa, zerreciksiz de olsa olacağı yine aynı şey demeden edemiyorum.


Sonsuz bir döngü gibi, sinek konar ota boka, sonra bir de pasta tatlıya, sonra onlar mideye, hoop olsun sana okkalı bir...


Bu kadar bok püsür muhabbetten sonra dönelim mevzuya , efen'im kendinizi bir bok zannetmeyiniz, çok sinek var üstünüzden geçen, mamaktan esen sonra gelip tabağınıza mama niyetine konan, konacak olan. Mühim olan konan sineğe hürmet etmek, ne görmüş geçirmiş adamsın sen demek!


bknz. yazar kendisiyle çelişiyor.
bknz. yazar boka hürmet ediyor.
bknz. sineklerin Tospağası olur mu?
bknz. olursa Tanrı muamelesi görmez dimi?

20080327

Hani olur ya bazen


'hani olur ya bazen kaçarsın her şeyden
hani olur ya
bazen şarkı biter aniden
işte böyle günlerde
hep uyumak istediğinde
tam
da
böyle günlerde
umudu büyüt içinde '*
Garip bir huzursuzluk olur ya bazen,
hani böyle
içten
içten
kemirir vucüdunu. Bir şeyler
ya da
birilerini düşünüyorsundur;
ama aslında
düşünmek
istemiyorsun
-dur.

Düşündüğün şey için o kadar çaresizsindir ki...
Yalan çığlıklarının ardı arkası kesilmez;

ama beynine hükmü yine
nafile yazar.
.

.

.

Kazan dairesi zamanlarım gelmiştir gibi. Arada olur

'bazen' ..


'h a n i

olur ya bazen kaçarsın her şeyden hani olur ya bazen şarkı biter aniden

işte böyle günlerde hep uyumak istediğinde,
tam da böyle günlerde umudu büyüt içinde '*
*Radical Noise-Bazen


20080325

Kurtçuk gibi şu kimlik

Hani kontrol ediyorlar her gün Beytepe'de nizamiyede bizi biz olduğumuza ikna eden bir küçük sert kartçıkla. Kurtçuk gibi oldu bu da.



Neyse işte öyle küçük bir şey; bir simge, bir kanıt.

Benim ben olduğuma ikna oldurtacak kadar sert bir kanıt.

Ya da

bu okulun bir de ben gibisine mi sahip olduğuna bir yanıt.



Görünen kimlik ebatları küçümsenecek kadar anlamsız;


peki ya görünmeyen kimlik mevzuları?

Hani var ya şimdilerde kimlik üzerine oturttuğumuz yapıtaşları?
Belli kalıpları tek bir insan profiline mal ettiğimiz ve onları şu günlerde dışlamaya başladığımız?

Anlamları?

Hani elma kurtçuğu misali beklenmedik bir anda çıkmakta ortaya.
Sonra kurtçukla birlikte kimlikleri de çöpe attırmakta.


Ardında arkasında insan varken mesela...
Öyle ya kurtçukları itina ile yerleştiren bir şeyler var başımızda. Kurtçuklara şaşırmaktan ziyade; o itina ellerini şamarlamak lazımdı bence,
yerse??!

20080321

Kuklanın iplerini bırak-mış artık


Hayata dair daha büyümüş bakışları, büyümüş bedeninde yeşerten bir kukla artık o.
Onun için yazmıştım yanlış anlaşılan tüm bu satırları:
İpleri olmayan kuklanın yanındaydım tam bir hafta! Bir kez daha, bir hafta daha katlandım onun acısına. Acı çektikçe parça parça olan yüreğini seyrettim. Puzzle zannettim önce, birleştirmeye çabaladım büyük bir gayretle. Tüm çabam onun içindi. Görünürde hiçbir şey yapmadan yorulan bir insandım. Yüreğimde ne kadar sevgi varsa ona akıtmaktan yoruluyordum. Daha az uyuyup, dinç kalarak koruyordum. Ama ne kadar? Tam bir hafta..
Sonra... Sonra "O" geldi.Aslında hep ordaydı; ama sevgili kukla ve ben onu görmemek için direniyorduk.. "O" geldi ve kestiğim tüm ipleri yeniledi. Her şey yine eskisi gibi..Ama sevgili kukla yine gelecek ben yine ipleri keseceğim.. Ta ki O'na o iplere ihtiyacı olmadığını hissettirene dek!...
23.08.05 ve onu takriben tüm med-cezir leri(!)

20080319

Ayna görüntüsü cazibesi






Bazen büyük sıkıntılar doğurur kişinin ya da oluşumun görünen yüzü. Görünen yüzlere bakmayı tercih edenlerin düşüncelerini değiştirmek de zorluk mertebesinde yarışır çokca. Hani bir o yandan bir bu yandan bakanı bile bir yere kadar kabul edebilirken, hepten duydukları yönünde kati kararlar alan insanların bıraktığı sancıları da bir o kadar can acıtıcıdır.


Bize bizim doğrularımızın yansımasını kendimiz verirken, bizim yüzümüze dahi bakmaya tenezzül etmeyen kimlikler ayna görüntüsünü tercih ederler. Bize tutulan aynaların da gücünü tutan ellerden aldığı düşünülünce bu içinden çıkılamayası bir hal, bir mikroskop incelemesi gerektiren durum oluşturur. Mikroskop incelemesine girişecek zekayı bulabilen insan zaten bu yola başvurmazdı da akla gelince hepten vurgun olur.


Görüntünün yanılsamayı beraberinde getirmeye meyilli olduğu da düşünülürse, atla şu pencereden o zaman nereye kim düşecekse?

20080314

Küçük Oyuncu



Küçük oyuncu maskeleri reddettiği bi rolle 'daha' karşımızda...


Bu kez iyi şeyler duymaya ihtiyacı varmış. Ertelenmiş zamanların bir an evvel onunla olmasına, bazı kimselerin kendindeki saçmalıkları daha fazla su yüzüne çıkarmamasına ihtiyacı varmış. Hiç bitmeyeceğini bildiği şeyler de olsalar, kısa bir müddet 'durmalarına' ihtiyacı varmış.


Yapılanların doğru olduğunu zanneden bünyelere, onun doğrusunun bu olmadığının on yüz milyon kez anlattığını doğrulama ihtiyacı varmış. Hani on yüz milyona bi bir daha eklemek için en azından 'durmalarını' istiyormuş.


Kendilerince gördükleri küçük oyuncunun, bizim küçük oyuncuyu zerre kadar ilgilendirmediğini bir kez daha gösterecek gücü toplamaya ihtiyacı varmış. bu gücü toplamak için 'dur çizgisi'ni geçmemeleri gerekliymiş.


Bu küçük oyuncu büyük karenin içerisine daha fazla dahil olmaya çalıştıkça görüdklerinden kaçmaması gerekliymiş. O sebepleymiş ki, büyük kare daha büyük kare olmaya meyil edeceği şu sıra önce durmalıymış.


Hayatı kurumuş çeşmeden akacak suyu bekleyerek geçirmeden, tazyikli akan suyun altında yüzünü musluğa doğru çevirmyi istiyor bizim küçük oyuncu ya, belki sadece birkaç dakika kesilmesine ihtiyacı varmış şu sıra. Ama yalnızca birkaç dakika akmayacak suya karşılık metreküplerce suyu tekrar üzerine akıtmaya razı olacağını da yineliyor nihayetinde. İsteğini geri çevirmemek gerek bence...

20080312

Bu egoya zammı Melih Gökçek yapmıyor


-Uzun zaman önce toplu taşıma araçlarında müzik dinlerken dudak kıpırdatmayı bıraktım, hatırlıyorum.


-Google.com yazacakken kaç tane 'o' yazacağımı bilmediğim günleri de hatırlıyorum.


-Üstünden abanarak geçmemi bekleyen yan koltuk amcama 'bi zahmet kalksanız' demediğim günleri de anımsıyorum.


-Biri beni izlerken ona bakmamak için yüzümü başka yönlere çevirdiğimi de.


-Zavallı ayak parmaklarımla göz teması kurmaya çalışanlardan ürküp, içe kaçırdığım günleri de.


-Ve erkeklere 'karnım ağrıyor çünkü regl oldum' yerine, başım ağrıyor dediğim günleri de.




Neyse ki sonuç itibariyle nereden geldiğimi hala hatırlıyor olmak güzel. Ama bazen bunu yapmayanların etrafta cirit attığını ve bir kol boyu dil ile ortalığı yerle yeksan eylediğini de gözlemlemiyor değilim. Bu nasıl bir ego otobüs seferidir ki benimle aynı sularda yüzmemekte. Ben ego otobüsüne binerken, o onun bunun üstünden seyri hal izlemekte. Hala ego seyahatini öğrenci bileti ile benimle birlikte yapıyorken, kendini tek bir kadrajın içinde resimlemekte hayata.


Belki yeni yeni zamlar gelecek egosuna, ama bizimki gibi Melih Gökçek yapmayacak o zammı. Dolayısı ile şikayet etmeyecek paha, değer ölçüsünde. Gıkı çıkmayacak ya, illaki bir gün yanılacak!

O zaman onun kulağındaki müzik her telden çalacak.
Benim ruhum duymayacak.
Küçük bir gülümseme oturacak yüzüme.
Yine de dudak kıpırdamayacak.



20080309

Lust, Caution (Se, jie) (2007)


Dikkat, Şehvet
Yönetmen: Ang Lee
Oyuncular: Tony Leung, Wei Tang, Joan Chen, Lee-Hom Wang,
Senaryo: Eileen Chang, James Schamus, Hui-Ling Wang
Müzik: Alexandre Desplat

Erotizm yüklü sahneleriyle tüm dünyada tartışmalara neden olan film, Oscar ödüllü Tayvan doğumlu yönetmen Ang Lee'nin 2007 tarihli son filmi "LUST, CAUTION" ("SE JIE") kendi ülkesi Çin’de de sansüre uğradı ve yönetmen tarafından tekrar kurgulandı. Pek çok ülkede en üst yaş sınırlamasıyla gösterilen Lust, Caution, ülkemizde sansürsüz olarak vizyona girdi.

Lust, Caution uzakdoğu sinemasının unutulmaz yapıtlarından biri olmaya aday bir film, II. Dünya Savaşı sırasında Japon işgali altındaki Çin'in en büyük kenti Şangai'daki Japon hükümetinin istihbarat şefi Bay Yee'ye suikast düzenlemeyi planlayan bir grup vatansever öğrencinin etrafında gelişiyor.



Grubun gizli planlarında başrolü oynayan genç ve güzel Wang Jiezhi (Wei Tang) ile hedefi Bay Yee arasında tutku dolu bir ilişkinin gelişmesiyle hem suikast planları hem de grubun güvenliği tehlikeye giriyor. Wang rolüyle ilk sinema deneyimini yaşayan genç Wei Tang, o ilk oluşunun tecrübesizliği ile filmde canlandırdığı ilk tiyatro oyunculuğunu, ilk casusluk ve suikast girişimini, ilk cinsel ilişkisini, ilk aşkını yaşayan bir genç kız olması paralelliğini de yakalamış konumda. Acemiyi oynadığı rolünü gerçek hayattaki acemiliği ile birleştirince ortaya çok başarılı bir oyunculuk çıkmış diyebiliriz.



Dahil olabilmenin bir oyuncu olmaktan öte, bir vatansever olmayı gerektirdiği bir tiyatro oyununda pek çok insanı provoke edecek bir kurgu ile sahneler oluşturulmuş ve Wang’ta bu oyunun en gözde isimlerinden biri olmuştur. Daha sonra ise suikast hazırlığı içinde ihracat/ithalatla uğraşan bir iş adamının eşini oynayan Wang, Bay Yee’nin önce eşinin en iyi arkadaşı olarak boy gösterir sonrasında ise Bay Yee’nin yatak arkadaşı olarak suikast planının tıkır tıkır işlemesine neden olur. Ama bu yatak arkadaşlığı ilk şehvet duygusunu da beraber getirdiği oranda zamanla vazgeçilmeze dönüşürken seyirci bu aşkın ve tutkunun her sahnesine tanık olur.



Eileen Chang'ın yazdığı öyküyü "kısa fakat zeka dolu ve çok derin" olarak nitelendiren yönetmen Ang Lee, hikayenin en etkileyici özelliğinin, bir casusluk serüvenini bir kadının gözünden anlatması olduğunu söylüyor. Bir kadının her an tarafında olduğu insanlar tarafından vurulmasını beklerken hissettiği acıyı, tutkuyu ve beklentiyi sinema karelerine yansıtırken bizleri de içine çekmekte oldukça başarılı olmuştur. Lust, Caution’un sevişme sahneleri oldukça yoğun olmasına karşın bu sahneler filmin yapıtaşlarını oluşturmakta. Böyle sahnelerin çıkarılması veya sansürlenmesi söz konusu olması ise oldukça saçma… Yee ve Wong’un bakışlarından bile taşmaya başlayan tutkunun dışa vurumu da ancak bu şekilde güçlü bir estetik tutkuyla verilebilirdi.



    Tutkunun resmini yaptığı bu filminde, filmin Mandarince ismi olan "SE JIE"yi Budist bir bakış açısıyla yorumlayan Ang Lee, "Se" sözcüğünün dişi güzellik ve duyarlılık, "JIE" sözcüğünün ise akılcı düşünce ve zeka gücü anlamına geldiğini ve bu birleşimin filmin öyküsüyle doğrudan bağlantılı olduğunun altını çiziyor.
    Yakın bir zamanda ödüllere boğulan Brockback Mountain filminde de gördüğümüz zıt kutuplardan ve imkansızlıklardan, aşklar tutkular çıkarmayı seven biri olarak Ang Lee için, sevdiği sularda yüzmenin keyfini çıkardığını ve bize de o keyfi yaşattığını söyleyebiliriz. Çin’de sansüre takılıp, bizim ülkemizde sansüre takılmadan beyazperdede bir yer bulmasının şaşkınlığını sizin de yaşamanızı ve bir buçuk saati aşan bir kurgunun uzun olmasından ve sıkıcı olabilme ihitmalinden uzaklaşarak izlemenizi tavsiye ederim.

20080308

Başın göğe erdiyse, gözün yere döne

'Çok yüksek bir yerde bulunan ve herkesin baktığı bir insan, çok şiddetli devinimlerde bulunmamalıdır.'
Napoléon Bonaparte
(15 Ağustos 1769 - 5 Mayıs 1821)

Herkes tarafından izlendiğiniz bir an yaptığınız en ufak bir sıradışı hareketin yapmacık görüntüsü insanı çileden çıkarır. O sebeple ki bekleneni yapmak dürtüsü her zaman baş gösterir. Beklenenin ölçütü, durumsal sebepleri çok fazla çeşitli değildir, tahmin de edilebilir oysaki. Ama bir yerde patlak veren o çok yüksekte olmanın haklı sözsel ciyaklamaları, bazen bizi dibe çekecek bazen de el üstünde tutacak bir davranışla son bulabilir.

Dibe çekilenler:

Tarkan'dan :
'çişisim geldi ayool'

Tayyip'den:
'ananı da al git'

Göğe çıkarılanlar:

Karl Marx ın son sözü:
'Son sözler hayatında yeterince söz söylememiş ahmaklar içindir.'

Mevlana:
'Cahil kimselerin yanında kitap gibi sessiz ol.'

Göğe çıkarılanları bir kez daha düşünmek ihtiyacı hissediyorum şu vakit. Kişilere en ufak bir garezim yok, bu böyle biline. Vaay Karl Marx'ta ne söz söylemiş kendisine son sözünü soranlara diyerekten özlü sözler olarak oraya buraya konduran şahsiyetlere soruyorum. Bu sözü bizim yeni nesil mankenlerimiz kavgalarının son demlerini magazin aracılığı ile verirken birbirine söylese idi çok mu göğe çıkarırdık, yoksa pek bir dibe mi batırırdık?

'Asıl ahmak sensin gerizekalııı, 2 dirhem beynin olsa sen bişiler söylerdin banaa' geliyor akla.

Veya bir manken bir mankene 'ben kitap gibi sessizim efendim sen gibi cahil karıların yanında' deseydi:

'hıı canım, o kitabı okuduğun kadar bir de iki çift edip konuşmayı bilsen zaten bu lafı demezdin' geliyor akla.

Kişilerin sözleri de hayatları boyunca yaptıkları davranışlarıyla bağdaştırılmakta diyorum. Yoksa ahkam kesmek elbette kolay, mühim olan davranış tutarlılığı aramakta. Yukarıda olmanın verdiği rahatlığı, herkesin baktığı bir vaziyetin rahatsızlığı ile birleştirince iki kere düşünmek gerek. Hayatta duruşumuz önemli der ya birileri, o duruş ki laf cımbızlamaktan öte şu vakit. İnsanlar o duruşu cımbızlatamayacak bir hayat seçmeliler kendilerine.

Benim her dediğim bir vecizedir ve bu sözüm de kayıtlara geçmelidir, sorgulanmamalıdır. İndirin o cımbızları eleştirin diye yazmadım ben bu yazıyı.

Ama onlar bir mankenle kıyaslanamayacak insanlar demeyin bana, manken dediğin bir Karl Marx okumuşsa(puhahha) ve söylediği en son söz buysa? Ha işte yakaladın sen, ben diyorum ki manken bile yeri geldiğinde lafı oturtmalı, ötesini konuşacak hal bırakmamalı. Napoléon gibi 'para, para, para' diyorsa da ayyynen devam etmeli reklam ayağına; ama Napoléon'un başka bir sözünü daha hatırlamalı...

'İyi oku iyi' geliyor akla.

20080301

No Country for Old Men(2007) ve ısmarlama yazı isteyen bir heyhat!


Tür : Gerilim / Dram / Macera
Gösterim Tarihi : 7 Mart 2008
Yönetmen : Ethan Coen , Joel Coen
Senaryo : Ethan Coen , Joel Coen , Cormac McCarthy (Kitap
)
Görüntü Yönetmeni : Roger Deakins
Müzik : Carter Burwell
Yapım : 2007, ABD


Oyuncular

Javier Bardem (Chigurh)

Tommy Lee Jones (Bell)


80′lı yıllarda Teksas’da bir yerde Llewelyn adında bir adam kendi halinde sıradan günlerinin birinde avlanırken tamamlanamamış bir uyuşturucu pazarına tanıklık eder. Gerçi tanıklık ettiği olay küllerini bırakmış olsa da ortada bir kamyonet dolusu uyuşturucu zulası, iki milyon dolar kadar para ve 3 adet de ceset vardır. Llewelyn parayı yanına alıp ayrılırken bununla kalmaz, ancak peşine taktığı adamın kim olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktur.


Polis ve suç şebekeleri tarafından çok iyi tanınan prensip sahibi, ölüm pazarlığında en fazla “yazı/tura”ya kadar inebilen psikopat ruhlu katil Anton Chigurh(Javier Bardem) sahibi olduğu şeyi almakta oldukça kararlıdır ve bunun için Llewelyn’in peşine düşer. Önceleri bir izleme aletiyle yolunu bulduğu Llewelyn pek çok insana göre geçmiş olan her dakika Anton Chigurh tarafından hala öldürülmemiş olduğu için oldukça şanslıdır. Çok az konuşan ve bir o kadar da kıvrak zekası ve acımasızlığı ile rolünün hakkını veren Anton Chigurh rolündeki Javier Bardem ortalığı kan gölüne çevirirken bizlere Coen kardeşlerin yönetmen olduğunu sık sık hatırlatmakta.

Bir heyhat:


Pazarola dergisinde yazdığımı pek çoğunuz bilir, bilmeyenler ise işte şimdi öğrendi. Sinema köşesini ben hazırlıyorum ya, eskiden çok sevdiğim filmler üzerinde yazarken ikidir çok izleneceği için yazılması gereken filmlerden bahsediyorum. Bahsetmek zorunda kalıyorum. İlki Ben Efsaneyim filmiyken, ikincisi de bu film oldu.

Severek yazmadım, film evet güzeldi ama ben yazarken sevmedim. Hiç sevmediğim gibi teknik bilgiler vermek zorunda kaldım. Etkilemedi ki cümleler kurayım bolca, insanları merak ettireyim usulca..

O sebepledir ki yazımın sadece bir kısmını paylaşıyorum. Geri kalanı ise sadece dergide olsun, başka yerde gözüm görmesin diye.

Tasmasını çıkardığın köpek gibidir zaman

Sinirseldi. Uzunca bir zaman baş edemediğim sorunlar beni tekrar bulmuştu. Sonra bir noktada içimdekiler dışarı bir hastalıkla birlikte çıkmıştı. Doğmuştum, yeniden doğmuştum. Bitirmiştim eskileri, sonsuza dek bitirmiştim. Sonra her bir sorun baş gösterdiğinde ben yeniden korkmuştum. Tekrar mı aynı süreç diye? Ben de geçtim aynı süreçten sen gibi. Ben de yaşadım o 'dip' çukur, boku püsür hayatı. Ben de dikkat ettim ondan sonra kendime, umursamadım sonra 'neden ki' diye.


Şu an tek bir şey var ki, aynı süreçlerden geçmiş birine, daha bir dikkatli bakıyorsun hayatta. Daha bir özen gösteriyorsun onun hayatına. Aynı özeni bekliyorsun; ama nafile. Ben de üzülüyorum. Cezalar ağır geliyor. Tepki gösteriyorum. Göztermezsem daha çok üzülürüm. Hiç bir şey olmamış gibi davranamam. Ama bir şey olmuşsa da onu kendimce tüketirim, karşımdakinin üstünden değil. Çünkü açıklamalar var ortada. Alt metinler var çokca.


Söylenecekler şeyler tükenmişse tekrar aynı konu üstünde durmak niye? Çöz de gel öyleyse ..Yalnız çözülebilceğini madem o kadar gördün kendin çöz gel, yoksa bırak ben konuşayım ben çözeceksem. Birinden birine izin ver. Ya kendine, ya bana.


Zamansa bana noktalar koyandır yalnızca. Güvenmem zamana, tasmasını çıkardığın köpek gibidir. Ya bırakıp giderseyi çokca söyletir.