20080430

Yapılacaklar listesinden dört tane maddeyi birden silmek.

Yapılacaklar listem vardır hep. Unutmamakla, zamanını geçirmemekle, ayıp etmemekle, görev bilinciyle alakadar bi liste. Kimilerine göre bir dürtü, karabasan, kalabalık, boş. Ama bana göre değil.

Hep vardır o liste. Her haftasonu yenilenir. İşim Kızılaya düşünce ya da Beytepe'de aylak kalmamak için pek çok eylem vardır o listede. Bunların pek çoğu bağlılık duyduğun şeylerle alakadar olabilir. Benim de vardı böyle bir bağlılığım. Bağlılıkla ilintili yapılacak dört eylemi gerçekleştirmeden sildim an itibariyle. İlginç fikirler, projeler, geleceğe dair planlar vardı içinde. Ama bağlı olduğum şeyin bana bağlı olmadığını bu kadar somut görünce... Sildim. İçim acıdı önce. Hatta uzunca acıdı. Bir kez daha acıdı. Sanki kalem benim üstümden geçmiş de, üç-beş çizgiyi birden çizmişti üstüme kalınca. Bir daha bakınca okunmayacak şekilde, okunsa da eskisi gibi görünmeyecek şekilde.

Eskisi gibi durmuyor şimdi orda yapılacaklar. Yapmaya hevesi olmayan burda, o kalın çizgiler ise şu sıra rövanşta. Çizilecek pek çok şeyin üstüne usulca. Ruhları pek sert duyacak. Pek kalıcı olacak. Ordayken yokmuş gibi davrananlara dek uzanacak. Aynından olacak.

20080425

Gül Gülistan al Başını Git Kabristan

Ağzımızın içinde geveleyip söylemek istemediklerimizi saklarız, sözcükleri nizamsız sıralar karşıdakini yanıltırız. Böyle bir yanılsama sonrası karşıdaki ne kadar az soru sorarsa o kadar çok severiz kendisini. Fakat bir yaşayıştır ki, o an olur ve biter...

Hani sonra düşündükçe aklımıza ya şu kelimeyi söylerken gergin miydi? Sesi mi titredi ne? Ben mi yanılıyorum yoksa?! Yok, yok günahını almayayım, bak her şey güllük gülistanlık şu sıra...

İşte bu vakitlerde 'gül gülistan al başını git kabristan' kıvamında sinirlenip, gerilip bir kara kutuya ihtiyaç duyuyorum. Hani bu insanın sağ-sol omzunda çatışan günah/sevap yazarlar gibi bir şey değil. Tam anlamıyla 'olduğu gibi(-mesela objektif)' bakacak bir kaynak arayışına geçiyorum. Çünkü o an öyle bir programlanmışım ki her şeyi olumsuz anlamaya meyilli, her şey düşüncenin eksi yönüne eğilimli bir kişi.

Kara kutu dediğin, doğruyu söyler, anlatır sakince. Kara kutunun anlatışında sen de varsındır onlar da... Dolayısı ile 'yargı' her iki tarafa da makul oranda.

İstiyorum bir kara kutu hayatıma. İyiyi de kötüyü de sağım/solumdakinden iyi yazacağına inanıyorum zannımca.

20080420

Anket no 1: Kaplumbağalar uçar mı?

Blogger kullanıcılarına bir hizmet vermiş, anket açıp kapatıp, süresini uzatıp kısaltmaca istediğin an kullandığın oyunu değiştirmece oynayabileceğin bir şey. Bazen site sakinlerini bazen de site sahibini mutlu ve huzurlu eden bir uygulama.

Hani kapanıyor ayarladığın kadar müddet sonra.

Son günlerde pek bi değişkendi bu oylamanın sonucu hani oyunu değiştirenler çıktı falan, napalım?!

Anket süresi: yaklaşık 4 ay
Soru Kaplumbağalar Uçar mı?
Cevap: hehehe

20080419

Azı Karar, Çoğu ... Geçmiş


Gözlerimi sıkıca yumarak geldiğim bu çizgiden
şimdi geriye dönemiyorum
çünkü arkama bir çizgi daha çizmişler
“karar ver!” diolar
“yoksa hayatında bir daha asla çizgi göremeyeceksin”
Aslında görülen çizgiler hayatı güzelleştiriyor.. Yolumuza çizilen o kalın çizgiler..Üzerinden atladığımız, basmak istediğimizde battığımız.. Siyah asfaltın üzerine dökülmüş yine siyah renkte çizgiler.. Niye mi siyah?!Onu senden başka kimse göremesin diye ..Hoş bazen sen de göremiyosun ya.. Baktın ki batıyosun aman be buda mı çizgiydi deyiveriyosun işte..
Hayatın kanunudur; çizgide batana yardım olmaz.. Durup batanı seyretmek gerekir, kimi zaman kahkahalar eşlik eder batışınıza.. Ufakta bir vals havası, değmeyin adamların keyfine..Senin gözüne dolan yaşarın akması da yasaktır, bu da kanun .. Eğer akarsa battığın asfalt cıvıklaşır batışın çabuklaşır..
Ama ya o çizgiden kurtulduğun an..Öyle mutlusundur ki, kıçına kadar b.ka batmışsındır ama artık hayattasındır..Zaten seni yıldırmayan da budur.. O çizgide sen batarken aklın hep çıkış anını hayal eder.. İşte bu da seni yaşatır..
9.10.2003
Tospağa-

2003 yılına dair pek çok şey silinmişken, arada bir 'Sil Baştan' filmindeki 'silici' ye malzeme olacak şeyler çıkıyor defterlerden. Bu da Tospağa'nın defterinden. An be an yaşandı. Hatırımda. Silin bakayım kolaysa.
anektod 1 : iki noktaları hep sevmişim. Şimdikinden daha fazla.
anektod 2 : derin yüzmüşüm. Hale bak şimdi de uçuyorum.
anektod 3 : Nietzsche bok yesin umut güzel lafını onu tam anlamıyla tanımadan da söylüyormuşum.
anektod 4 : Çizgiyi aşmışım. Mutluyum.
anektod 5 : Hatırlamak güzelmiş. Nereden geldiğini unutmamalı insan.
anektod 6 : Bir 5 yıl sonrasını iple çekiyorum 'azı karar' yapmak için...

20080415

Léon (1994)

Sevginin Gücü
LEON

Yön:Luc Besson
Oyn: Jean Reno(Leon)
Gary Oldman (Stansfield )
Natalie Portman(Mathilda)


        Leon, Amerikada 'da yaşayan, kendi tabiriyle bir temizlikçi, aslında bir suikastçidir. Hayatını belli kuralların içerisine hapsetmiş, sert, duygusuz, ruhsuz görünümünün bir profesyonel için hayat tarzı haline gelmiş halidir.

‘Temizleyici’ ‘Leon:Aşkın Gücü’ ‘Profesyonel’ isimleriyle bilinen, Türkiye’de ise ‘Leon’ olarak gösterime gimiş, Jeanne d'Arc, The Fifth Element, Nikita, Angel-A gibi filmlerin yönetmenliğini yapmış Luc Besson tarafından çekilmiştir film. Jean Reno’nun başarıyla canlandırdığı Leon karakteriyle kendi adından daha çok Leon adının hafızalara kazınmasına sebep olmuş bir oyunculuk sergilediği filmde,Natalie Portman’ı 13 yaşında bir ‘lolita’ olarak görmek mümkün.

     Leon’un  kalbi de, zihni de hayata bir diken gibi tutturulmuş konumdadır. Hayatın kendisine bu yolla getireceği tüm zararları ön görerek hep diken üstünde durmak, hatta uykuya bile oturarak dalmak mecburiyetindedir Leon.



    Otomatik Portakal (1971-Stanley Kubrick) filmindeki Alex’e benzer özellikte sabah akşam süt içerek beslenen ve şiddetle iç içe bir hayatı benimsemiştir. Alex’in ‘Singing in the Rain’i mırıldandığı sahnelere gönderme olarak, Leon sinema salonunda bu filmi izleyerek tek gülümsediği sahne olarak kayda geçmektedir. Bu benzer özellikler insanı her zaman mutlu etmez bazen kopya çekmiş muamelesi görerek filmi çöpe attırabilir. Ama iddia ediyorum ki bu filmde çöpe atmaktan öte, daha bir bağrınıza basıyorsunuz o karelerle…



    Yuvarlak gözlükleri ve bazen çok açıklıkla gözlenebilecek otistik hareketleriyle Leon, komşu kızı Mathilda karakterini canlandıran Natalie Portman’ın gözdesi olmuştur, daha sonra kahramanı olacağını bilmeden. ‘Eğer bugün beni sokakta bırakırsan ölürüm’ mantığı ile kendisini şakağına silah dayabileceğini ve hiç düşünmeden öldürebileceğini bilmediği birinin ellerine emanet eder. Bu emanet ne kadar sübyan sevgili muhabbetine varıp, sinirleri bozsa da aslında yaşanan sevgi bir baba/abi - küçük kızdan öte değildir, hiç sevgi görmemiş bir adamın ve küçük bir kızın gözünden bakılınca. Bugüne kadar kimse onları sahiplenmemiş, kimse onlar için bir şey yapmamış, kimse onlara bir şey öğretmemiştir. İçinde oldukları hayatın dışarıya yansımaları da bunları bize oldukça vermektedir. Bu yapılmayanlar bir gün hayatın akışkanlığı içerinde nufüz edince, normalde karşı cinsten iki kişinin yaşayabileceği duygulanımlar akla gelmekte. Ya da oyuncular tarafından beklenenler de o yönde olmakta çoğunlukla. Bizi de bu düşüncelere onlar itmekte zaten. Ama her iki tarafın ve bizim de fark etmemiz gereken tek şey ‘öyle’ olmadığıdır.
                                                             
                                                                           
     Daha evvelinde sadece bir saksı çiçeğine olan bağlılık var olduğundan, bu bağlılığın dışında gelişen başka türlü bir bağlılık karşılıklı etkileşimi getirmektedir. Hele de o saksıdaki çiçeğe onun kadar değer verdiğini de göstermişse kişi, bu kat kat daha fazlasını getirir. Önce bunu anlamak gerekir..



    İşbirliği ile ‘temizleyici’ olmanın Bonnie/Clyde ya daMickey/Mallory kadar basit olmadığını ortada bir çocuk söz konusu olduğunu ‘tekrar’ fark ettiğimizde daha iyi anlıyoruz. Bu çocuğun ihtiyacı olan şey bir sevgi ve bu sevgi de cesaret gerektirmekte. Leon’un köklerini toprağa salmamakta hep tereddüt ettiği hayatı, bu küçük kızın yardımıyla yokluk içinde bir kök olarak ölümsüz olmaktadır. En sevdiği şeyin, en çok korktuğu halde bile olmasına rağmen bunun bizim zihnimizde bıraktığı imgelem mutluluktur. Huzurdur. Mathilda sayesinde de kalıcı olur. Sting’in "shape of my heart"ı da ona eşlik eder ki kalıcılık ne kelime…

   Filmde oyunculuk takdiri sadece bu iki isim arasında kalmamaktadır. Beethoven dinleyerek huzur bulan ve sinirlendiği vakit kendi adamlarını bile korkutan Stansfield rolünde bir Gary Oldman vardır ki, oynadığı her bir karede bizi diken üstü vazifesine getirmekte.

Akıllara kazınacak replikleri ile ve unutulmaz imgesel anlatımı birleştirerek, filmi izlediğiniz andan itibaren zihninizi tekrar tekrar meşgul edecek denli başarılı bir yapım. Daha fazla anlatıp sizin izlerkenki ‘obaaa’ larınızı aza kanaat etmeye itecek değilim. İzleyin hiç ama hiç pişman olmayacaksınız…

         









20080413

Halka, halka tatlısı imalatının sırları.


Ata binerken, hırçın hayvana evvela reflekslerine uygun yaklaşmak, ona sezdirmeden hakim olmak gerekir. Binicinin sinirlenmesini, çırpınmasını affetmez. Yerden yere vurur üstündekini. İşleyiş böyle de olsa, sen onun hakimisindir, o da senin aslında. Karşılıklı bir uzlaşma, sinirleri törpüleyip gün yüzüne çıkarma hali. Asıl olanın içerideki canavarlar olduğu asla teyit edilemez oysa ki.. Bu iyidir. Gelip geçici her fırtınanın aksetmeden, bir 'iz' bırakmadan çözümlenmesine fırsat verir.

Anlık sinir oklarının fırlatılması sonucu gibi apayrı yaralar bırakmaz her iki tarafta da. Bazen ertelemekle, ilk andaki vereceğin tepkinin dozunu düşürüp gündeme nihayet edince çekilesidir. Bunu yapabiliyor olmak da, kendine yapıldığını gördüğü oranda mutluluk vericidir. Neticede bu da bir zincir, bir halka olmadan diğer halkayı bağlayamazsın. Bağladıktan sonra da halka sunarsın, halkalı şeker melodisinde oynatırsın.

20080406

sindirim









Bir kanalizasyon çukurunun yakınlarındayım geçen hafta, etrafımı sarmalamış 'aynı'ların kokusunu toplamaktayım. İlk kez beni mutlu eden, 'sünger gibi bir beyin'e sahip olmamanın verdiği huzurla çıkıyorum: arşa değer belki başım!

Aslında çıkmıştım geçen akşam. Hatta o zaman arş pek bi yakıncaktı. sıcaktı. Ara ara kızdım, ara ara sızdım. Üzüldüm, süzüldüm. Mutlu da oldum. Daha çok!

Bi saniye:

'Mutluluğun o incecik zarına yaptığı geçici basıncı hissediyorum. Ve kalıcı kılmak için basıncı artırıyorum.'

Basınç muvaffakiyetle fazlaydı. Kalıcıydı. Zaten hep kalsındı. Şimdilik orda, daha sonrasında ise hep yanımda.

Aslında gördüklerim önce mutlu etmese de sonrası aldığım duyumlar beni mutlu etmekte. Hep böyle kalması dileği ile.


not1:aslında2: her okuduğundan,
yaşadığından bir şeyler öğrenmek,
kapmak, kapıştırmak için
sünger gibi beynim olsun isterdim.

-sıktığın zaman eski haline dönmeyeninden)

not2:
yalana sığamayan kabuktum geçen akşam ve
beni kabuk gibi saran bir annem vardı yanımda,
mutluydum.