20170503

Yaşama Sanatı: Dünya Tinsel Geleneklerinde Gündelik Hayatın Estetiği

 KİTAP ADI: Yaşama Sanatı: Dünya Tinsel Geleneklerinde Gündelik Hayatın Estetiği
  YAZAR:Crispin Sartwell


"Neyin resmini yaptığınızın önemi yoktur. Önemli olan resim yaparken olanlardır." Audrey Flack

Bu alıntıyla birlikte “sanat yapılan şey değil, yapılanın nasıl yapıldığı meselesidir.” cümlesini birleştirin ve  kendini vererek yapılan şeyleri mümkün olduğunca sanat olarak tanımak, tanımlamak, kutsamak ve yaşama bu şekilde katmanın anlamları üzerine düşünün…
 Dünyanın bilimum tinsel geleneğini bir kenara koyun. Birçoğuna yabancıyım ve tanımıyorum, okudukça tanımadığımı da hissediyorum ama bu söylenenlerin gerçekliğini bilecek kadar içindeyim aslında tüm o varoluş deneyimlerinin. İzm’lerden haz etmezken, aslında birilerinin kendisini iyi hissetmek için içinde olduğu tüm öğretilerini içtenlikle hissedeniyim bence. Tüm mesele aslında size neyin iyi geldiğini bilmek değil midir, bunun üzerinde durmak değil midir? "Tinsel"le, derinlerdeki insani deneyimi, dünyadaki huzur deneyimini paylaşmayı kastediyorum, diyor yazar. Bunun için yapılan her şeyi sonuçtan çok seyrinin bir estetikle bütünleşmesi ve bunun da her daim içerisinde olduğumuz yaşamın bir sanat alanına dönüşmesinden bahsediyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde müze ve galerilere hapsedilen sanatçılıkla ilgili oldukça iğneleyici bir üslup takınıyor, dalgasını geçiyor. Üst üste ortaya atılan batıya özgü sanat akımlarının hepsinin birbirini çürütmek ya da yanlışlamak için var olduğundan söz ediyor. Benim için bu kısımlarla kitap etkileyiciliğini yitirdi. Bana kalırsa insanlar iyi hissettikleri şekilde var olmanın yolunu kendileri belirlemeliler ve bu yolun tartışmaya açık olmaması gerekir. İç huzurun insana getirdiği yaşama estetiği ve coşkusunun çoğaltılabilir olduğunu görmesi gerekli. Bazen bir yemek yaparken, bazen kahvemizi yudumlarken ya da bir galeriyi gezerken..  Evet galerileri Ankara’da iken daha çok gezerdim. Bir nevi benim için izole edilmiş alanda da olsa; bir başkasının dünyasında kafamı güneşlenmeye çıkarmışım gibi bir his eşlik ederdi. Öyleyse bu galeriye kapatılan sanatın yanlışlığı nerede? O sanatçının tüm o resimleri yaparken ki hissettikleri nerede? Bu kısımlarda yazarla ters düştüm elbette.  Ama diğer anlatmak istediğinin tam içinde olduğum için doğrulayabildiğim kısımlarını hayranlıkla okudum. Toplamda altı ayda, hem de hiç acele etmeden, uzun uzun boşluklar koyarak elime aldım, yanımda dolaştırdım, yüz sürdüm, kitapla nefes aldım.  Galiba kitaplığımda ilk kez çizikler attığım, notlar aldığım kitabım oldu. Belki çok öznel bir durum; ama bence benim için, hayatımın şu aşaması için kesinlikle bütünleştiğim bir kitap.

 “Ben bütün dünyanın huzurundan, bir bütün olarak dünyayla iç içe geçme ve özdeşleşmenin bir sonucu olarak huzurdan bahsediyorum. Bu, bence, nerede ortaya çıkarsa çıksın ve kendisini ister dinsel, estetik isterse de teknolojik olarak dışa vursun, sanatın en temel işlevidir.”

“Şimdi yapmakta olduğumuz aynı eylemleri yapıyor olacağız belki, ama o eylemleri üzerlerine bilinçle yoğunlaşarak yapacağız. Yaşama biçimimizin dışsal herhangi bir olgusu zorunlu olarak değişmeyecek belki, ama bizim bu olguları kavrayışımız derinleşecek, yaşama bağlılığımız artacak, hayatımızın manevi boyutu canlanacaktır. "Hayata dönmüş" olacağız, zaten yaşamakta olduğumuz hayatlara daha eksiksiz olarak döneceğiz."

20170409

Fences (2016)



   Filmin tek mekan tek plan gibi bir kurgusu olması da yerinde olurmuş derken, bir tiyatro oyunu uyarlaması olduğunu öğrendim. Linklater filmlerine benzettiğim yoğun diyalogların yer aldığı ve insanı hiç sıkmayan havası müthişti. Oyunculuklardan söz etmeye gerek bile yok. Cidden oldukça güçlü ve yerinde karakterlerdi. 

     Hayatımızı sadece kendi anladığımız şekilde anlatabiliyor, kendi öğrendiklerimizle yaşayabiliyorken bu kadar farklı insanları bir araya getiren bir aile olmak aslında çok zor. Bu aile olma fikri bir de toplumsal cinsiyet rollerini oldukça yoğun hissettiğimiz sorumluluklarıyla birlikte geliyorsa; bazen razı, bazen de isyan halinde olmak kaçınılmaz oluyor. Bu filmde de isyanların olagelenlerin başlangıcında boy göstermediği için çok çok sonra açığa çıkmasını görüyoruz. Filmin sonuna doğru eşi de bunu doğruluyor. Evet, o böyle sert, kuralcı biriydi, belki hayatının tek amacı evin çitleri onarmaktı. Ailesini içine aldığı yaşamında evin çitlerini onaran kişi olduğu için önemli olmak istiyordu. “Ve ben de onun karısı olarak bu hayatı böyle kurgulamasına hep izin verdim.” Çünkü eşinin hep güçlü görünme isteğini, evet o güçlü diye onaylıyordu… Çocuklarının kendi istediği hayatları dahi yaşayamaması bu çitlerin içinde özgür olamaması, belki de özgür olmasını istediği için evden kovmasına kadar varabilen ince ince işlenmiş birçok metafor anlatım vardı. Çok güzeldi, çok…