Bir kedim olmalı. Bir yerlerde unuttuğum bir kedim olmalı.
Sesini duyuyor musunuz?
Geçen gece üstümüzden bir tren geçti. Ama gerçekten geçti. Önce çok sessizce
bir şeyler düşünüyordum, sonra aslında biriyle konuşuyor olduğumu fark ettim.
Bir ara gerçekten bağırdım. Ama bağırdığım kişi kendimdim. İnsan kendisine
kızar mı hiç? Bağırarak hem de? Ben öyle yaptım. Konuştuğum adam önce anlamadı.
Bir şeyler söylemek istedi, en mantıklısından açıklamalar yapmaya
niyetlendi. Sonra onu susturacak kadar
bağırdım ben de kendime. Gerçekten beklemiyordu. Sessizce benim kendime
söylediklerimi dinledi. Üzüldüğünü görebiliyordum. Çünkü ben de üzülüyordum.
Bir an içimden kendimi gözümden düşürmek geçti. Nasıl yapacağımı bilemedim.
Özdemir Asaf’a sığındım. Anlattı.
Sahiden kızılacak şeyler mi yapmıştık. Yoksa sadece üzülecek
şeyler mi? “İkisinin arasında çok ince bir çizgi var”, dedi adam. Sus, dedim.
Ben konuşuyordum, kendimi aklıyordum. Bunu görmek korkunçtu. Kendimi affetsem
yine iyiydi, bense aklıyordum. Kimden öğrendiysem artık... Aklandık geçmedi,
affetsek geçerdi.
Tren rayları titreyip duruyor, sayısız trenin geçtiği gecenin
izi sürüyor. Kedim nerede, söylesenize kedim nerede?