20220623
bir kadının hayatından 24 saat - stefan zweig
20220622
bu bir günlük değildir - zygmunt bauman
küçük feministin kitabı - sassa buregren
edepsizlik, anarşi ve gerçeklik - crispin sartwell
eylembilm - oğuz atay
sıfır noktasındaki kadın - nawal el saadawi
hayatım - marc chagall
katip bartleby - herman melville
yıkmak diyor bir kadın - marguerite duras
kütüphanede sahibinden anı ve öyküler - editör : bülent yılmaz
varoluşçuluk - sartre
bebequin - carl einstein
otranto şatosu - horace walpole
rüyalar masallar mitler - erich fromm
leylim leylim - ahmet arif'ten leyla erbil'e mektuplar
erkekler - ayşe akaltun
medea - seneca
kumkurdu - asa lind
cinsiyet ve psikanaliz - sigmund freud
hayatın anlamı - terry eagleton
bir fındık kırma projesi - robin rinaldi
yeni duyarlılık kadına ve erkeğe dair - anais nin
kanlı düğün - federico garcia lorca
kurtlarla koşan kadınlar - clarissa p. estes
dehşetler ve uzmanlar - adam philipps
bir delinin hatıra defteri - nikolai gogol
romeo ve juliet - william shakespeare
parfümün dansı - tom robbins
divan - irvin d. yalom
rüyalar - c.g.jung
düş dokumacısı - douwe draaisma
özgürleşen seyirci - jacques ranciere
yasak olmayan hazlar - adam philipps
20220607
Son Bakışta Aşk - Walter Benjamin
Son Bakışta Aşk : Walter
Benjamin’den seçme yazılar kitabı Metiş Seçki dizisinden yayınlandığı
için dizi ve kitap isminden de anlaşılacağı üzere Benjamin’in birçok
farklı başlıkta toplanan görüşlerini bir araya getirmiş bir kitap.
Nurdan Gürbilek editörlüğünde bir araya gelen metinlere Walter
Benjamin’den daha evvel okumuş olduğum Tek Yön, Fotoğrafın Kısa Tarihi
kitapları ve Cogito (52) : Walter Benjamin sayısı sebebiyle aşina
olduğum ve çok sevdiğim metinleri ve yenilerini tekrar okumuş oldum.
Nurdan
Gürbilek’in sunuş metni oldukça kıymetliydi benim için. “ Birçok
bakımdan : Nesneleri soyutlamanın sağladığı imkanlarla değil, onları tek
tek tanıyarak, biriktirerek anlamaya çalışır. Bilgidense, bilgeliğe
düşkündür. Yazıyı ya da okumayı bir amaca ulaşmanın bir aracı olarak
değil, kendi başına bir deneyim olarak görür. Her yazısında kendisini
konusuna, önceki yargılarını neredeyse tümüyle unutacak kadar teslim
eder. Tutarlı bir sisteme ve kuramsal açıklığa ulaşmayı hedeflemektense,
düşüncesinin gergin, belirsiz uçlar arasında salınmasından bir şey
umar. Hakikati zihinsel bir bütünden çok, yıkıntılarda, eski sistemlerde
arta kalanda, kırık dökük parçalarda arar. Doğayı kültür tarihinin
parçası olarak değil, kültürü doğal tarihin bir parçası olarak görür.
Adorno, bu sonuncusunu tam da denemeciye özgü bir özellik olarak ele
alacaktır. “
Ah işte tam da böyle olmak benim yıllardır üzerine
gittiğim ve çok sevdiğim “amatör”lüğün doğası için nice anlamlar
içeriyor. Mükemmel ya da “olmuş” olandan ziyade olmakta olanın ve o
süreçteki türlü hata ve salınım özgürlüğünün insanı oluş içerisinde
anlamlandırmasını ve bunu kabul eden zihinleri çok etkileyici buluyorum.
Bu durum hangi hal içerisinde olursak olalım “eşitliği” de çok rahat
sağlıyor…
“Bugünlerde kimse becerisine fazla bel bağlamamalı. Gücün kaynağı doğaçlama…”
Doğal
tepkiler, heyecanla yapılan anlatımlar, içi dolu dolu bir merhaba demek
bile çoğu kez amatör görünen ama içerisinde türlü duygu geçişini açmaya
çalışan diyalektik bir durumdur. ..
Bu halleri gerçeküstücülük
bölümündeki söylemleriyle teyit eder Benjamin. “Sarhoşluğun gücünü
devrime kazanmak – işte tüm kitapları ve çabalarıyla gerçeküstücülük
bunun peşindedir. En özgün görevinin bu olduğunu söyleyebilir. Her
devrimci eylemin içinde bir kendinden geçme öğesi olduğunu bilmek onlara
yetmez. Bu öğe, anarşik olanla özdeştir. Ama yalnızca bunu vurgulamak,
yöntemli ve disiplinli bir devrim hazırlığını, tümüyle alıştırma ve
peşin devrim kutlamaları arasında salınan bir pratik karşısında arka
plana iter. Sarhoşluğun doğasının yetersiz, diyalektik olmayan bir
biçimde kavranması da buna eklenir. En şaşkın haldeki şairin, ressamın,
şaşıranın tepkisi olarak sanatın estetiği, bazı tehlikeli romantik
önyargılara saplanır. Gizli gerçeküstücü, düşsel yetenek ve olgularla
ilgili ciddi bir araştırma, romantik bir kafanın hiçbir zaman
kabullenemeyeceği diyalektik bir örgüyle mümkündür ancak. Abartılı bir
duygusallık ve bağnazlıkla esrarengiz olanın esrarını vurgulamak bizi
bir yere götürmez. Esrarı ancak gündelik hayat içinde bulduğumuzda, yani
gündelik olanı anlaşılmaz, anlaşılmazı da gündelik olarak gören
diyalektik bir bakış sayesinde anlayabiliriz."
Alis, Harikalar Diyarı'ndan Tüymüş Bulunuyor: Kadınlardan Gülümseyen Öyküler
Birçok
kadın öykücünün sıradan kadınları anlattığı leziz öyküler. "Kadınlardan
gülümseyen" öyküler ismi bile nasıl derin anlamlar içeriyor... Tüm
kargaşasına rağmen hayata gülümsemeyi başarmış öyküler paylaşılmış bir
yerde... Sabahları erkenden kalkıp servisi beklemek için durağa her
zamankinden daha erken gitmeme sebep olan bir kitaptı... İşe gidene dek
bir öykü okuduğumda bir başka kadınla, hayata dair "içim kıpır kıpır,
deniz kıpırtısız" bir sohbet tadını bu kitaba iliştirmişler.
Benim
için en anlamlısı ise A. Şebnem Soysal ile karşılaşmamdı. 13-14
yaşlarındayken psikoterapi gruplarına katıldığım çocuk psikiyatristim
"Şebnem Abla", Psikeart dergisi yazılarını okurken -bilmem neden-
olmamıştı ama gülümseyen öyküsüne denk geldiğimde artık benim için
"Şebnem" olmuştu.. Bin sevgi olsun kendisine..
Ağaçlar - Hermann Hesse
Ağaçlar kitabı kendimi
bibliyoterapiyle teskin etmeye çalıştığım bir dönemimde karşıma çıkan ve
"Hermann Hesse iyi ki var" dediğim ve minnetle okuduğum bir kitap oldu.
Bu
kitaptaki metinler Hesse’in tüm eserlerinin bulunduğu 20 ciltlik
baskıdan derlenmiş. Okurken bir yerlere kestane ağacı dikmek, ıhlamur
gölgesinde soluklanmak veya bir meşe ağacı bulup bir kez daha dönüp
bakmak istiyorsunuz... Çoğunlukla bulamıyorsunuz tabii ki o ayrı; ama o
duyguyu tekrar tekrar da olsa bir an evvel deneyimlemeyi istiyorsunuz.
Bu çerçevede şiir ve denemelere yer verilen kitabın kıymetli ve yeşil
ağaç illüstrasyonlarıyla da renklenmesi oldukça keyifli olmuş. Kolektif
Kitap iç kapakta sayfa düzenini yapan kişinin adını yazmış (Semih
Büyükkurt) ama illüstrasyonların sahibi hakkında bir bilgi paylaşmamış,
bu cidden büyük eksiklikti bence…
Birinci Dünya Savaşı'nda Alman
militarizmini protesto etmek için İsviçre'ye yerleşen, İkinci Dünya
Savaşı'nda hem Nazilerin hem de antifaşistlerin ağır eleştirilerine
maruz kalan Hesse, bu derleme kitabındaki metinlerde de hissedildiği
türde ağaçları otobiyografik öğelerle anlatmakta. Hayatının büyük bir
bölümünü geçirdiğin bir yerden ayrıldığında insan yeni yere alışmak için
önce eşyalara, sonra mümkünse doğaya anlamlar yüklüyor. Beni de bu
bibliyoterapiye iten şeylerden birinin bu bağlılıklar olması, kitabın
tesirini oldukça arttırdı diyebilirim. Bağlılık ile bağımlılığın
arasında kalın kalın çizgiler var bir yerde. .. Bağlı olmayı istemek
sizin hayatla kurduğunuz o görünmez ipleri temsil ediyor. Birini sevmek
de, hayatımdaki birlikte yaşamayı tercih ettiğim kitaplarım ve eşyalarım
da aslında bu bağlara işaret ediyor.
Hermann Hesse bir yerde
hep aynı yere tatile gidenlerin aslında iyi insan olduğunu ama bir
gezgin olmadığından söz etmiş. Amaç bir gezgin gibi sürekli yeni yerler
keşfetmek de olabilirdi bunu da anlıyorum; ama aslında sonuç
vedalaşamamak… Vedalaşamadığın için yüklediğin anlamlar ve aldığın haz
“gidiyorum ama yine geleceğim” tadı bu hazzı katlamakla, yeniden
yaşanabilir kılmakla ilgili değil midir? Hep aynı yere tatile giden biri
olarak da bu tür bir seremoninin parçası olduğumu kabul etmiş oldum
kitapla… “Duyusal bir şey değil derinden hissediyorum doğa ile aklın
etrafımda ve içimdeki sınırını.”
“…Dönerim yine usulca alıştığım şeylere
Duyarım uyuyana kadar gençlik şarkımın çınladığını”
(Rüzgarlı gece şiirinden)
Yaratma Cesareti - Rollo May
Yaratma
Cesareti kitabını haftalar evvel elime aldım ve okumaya başladığımda
ilerleyemediğimi fark ettim. Rollo May’in bu durumla hiçbir ilgisi
olmadığını anlamam ise oldukça zaman aldı. Çevirmen Alper Oysal,
“Yaratma Cesareti üzerine” adında bir kitap yazsa bu kadar uzun
yazabilirdi. Tam tamına 33 sayfa onun bana aptalmışım ve okuduğumdan
hiçbir şey anlamayacakmışım gibi muamele etmesiyle geçti. Rollo May’in
metnine geldiğimizde ise sürekli verdiği dipnotlarla bu süreç devam
etti. Farkındalık, esrar, otantik, gebe kalmak ve daha nice kelimenin
anlamlarını dipnotta vererek ve bu dipnotları yarım sayfaya kadar
uzattığı görülerek bir şekilde bu kitabı eline almış okura cahil
muamelesi yaptığı için çok rahatsız oldum. Bütün bunlardan sıyrılıp;
önsöz ve dipnot(ç.n.) okumayacağım, çevirmenin ukalalığını unutacağım
dediğimde, kitaba 10 hafta sonra tekrar döndüm…
Ve cidden, hafta
sonu hobilerinizden bahsetmeyen, pazar günü ressamlığını es geçen, boş
zaman aktivitesi olmayan yaratıcı sürecin bilim insanlarının,
düşünürlerin oluş emeğinde yatan, bir annenin çocuğuyla normal
ilişkilerinde ortaya çıksa bile çizilip sınırlandırılmaması gereken,
varlığın ortaya çıkma sürecini ifade eden bir kavram olarak karşımıza
çıkıyor yaratmak…
Yaratıcı sürecin “karşılaşma”nın yoğunluğu ile
ortaya çıktığının anlatıldığı kısmı oldukça duyumsadım diyebilirim.
Yaratmanın kapılıp gitmek, gömülmek, emilmek, dalıp gitmek gibi yoğun
bir farkındalık ve bilinç artışı ile nitelendiğinden bahsediyor. Bir
çocuğun oyuna dalıp gitmesiyle eşleştiriyor… Dans etmeye de benim
benzettiğim bu tanımları, kendi üretimlerimde yaşayan biri olarak
rahatlık, huzur ve çevremizde olan bitene kayıtsızlaşma olarak da
görebiliriz. Kaygı ya da korkudan arınmış tamamen akmakta olan bir
coşkuya kapılarak gerçekleşiyor. Bitiminde hissedilen mutluluk ve
tatminin yaratım sürecinde hissedileni ise aslında coşkuya iten bir
rahatsız olma durumudur diyor. Yaratma coşkusuna tutulmak isteyen biri
öncelikle kaygısıyla yüz yüze gelmelidir açıklamaları ile devam ediyor
metin. Burada Rollo May, Picasso’nun bir cümlesini alıntılıyor “Her
yaratma edimi, ilk önce bir yıkma edimidir.” Ne zaman önemli bir fikrin
ya da sanatta önemli bir biçimin öne çıkması söz konusu olsa bu yıkma
edimi olmadan gerçekleşmesi neredeyse imkânsızdır diyor.
“Yaratıcılık, bilinci yoğunlaşmış insanın kendi dünyasıyla karşılaşmasıdır.”
Bilinç
eşiği ve bilinçdışından gelen yaratıcılığın sadece sanat, şiir ve müzik
için değil, uzun vadede bilim için de aslolduğunu ileri sürüyor.
En
çok hoşuma giden kısım ise, çelişkinin yaratıcılık için bir dip dalgası
olduğunu anlattığı kısımdı. Çelişki sınırları görür ve sınırlarla
mücadele gerçekte yaratıcı üretimlerin kaynağıdır diyor. Akılsız kişiler
kendisiyle çatışmanın kendi içinde bir uyuma vardığını anlamazlar
diyerek sürdürüyor. Sınırlar olmadan yaratıcılığın ortaya
çıkamayacağının anlatımını, Bauman’ın kısıtlanmadan özgürlüğün ortaya
çıkmayacağını anlatmasını benzettim diyebilirim.
Rollo May’in
yazdıklarını baştan sona keyifle okudum ve sonrasında dahi önsözü okumak
içimden gelmedi. Psikoloji alanında çalışmaları olan May’in diğer
kitaplarını zaman içerisinde okumak için listeme ekliyorum.
Amatör Kamera Gerçekliği İmge, Algı, Araç -Selda K. Hızal
Amatör Kamera
Gerçekliği kitabı Selda Hızal’ın 2011 yılında yazdığı Yüksek Lisans
tezi olup 2012 yılında Agora Kitaplığı tarafından kitap olarak
yayınlanmıştır. Yazarın yayınlandıktan sonra, onca sene boyunca sosyal
medya aracılığı ile internet ortamındaki görüntü paylaşımlarına dair
bilgilerle güncellememiş olması ise beni oldukça üzdü. Kitabın tv
haberlerinden öte bir anlatımı maalesef yok.
Gözümüzle görmeden
inanmadığımız süreçlerden bugün "gördüğümüz her şeye inanmalı mıyız"
sürecine hızla yol aldık. Teyit etmek için bilinçdışı olarak pek çok
argüman üretiyor ve kendi kendimizle o görüntünün gerçek olup olmadığı
sorunsalı üzerine mücadele veriyoruz. Selda Hızal ise bu mücadelenin
profesyonel kurgulanmamış, amatör üretilmiş görüntüler üzerinden en aza
indirgendiğinin altını çiziyor. Nasıl ki bizim bir mobese ya da herhangi
bir alanın güvenlik kamerasına güvenimiz profesyonel bir çekimden daha
fazlaysa durumun ona doğru hızla ilerlediğini belirtiyor. Sonrasında ise
bu amatör çekimlerin gerçekliğinin önkabulunün kanıksanmasıyla
Baudrillard’ın etkisi ile simulasyon olabileceği üzerine duruyor.
Saddam’ın idamı örneğinden hareketle bize açıklamalarda bulunuyor.
Seneler
evvel Almanya’da geçirdiğim bir süre içerisinde bir Alman kanalında
haberleri izlerken “sıradan” bir kaza görüntüsünün bile ne çok
profesyonellik barındırdığını görmüş ve ister istemez Türkiye ile
kıyaslamıştım. Ellerinde nispeten iyi cihazlar olmasına rağmen o haberi
yine de “amatör” olarak çekiyor ve izleyenlere o an oradaymış hissi
verecek bir gerçeklik elde ediyordu Türkiye. Almanya’daki haberde ise
bir film izliyormuş gibi hayranlıkla izlemeye koyulduğumu ve anlamadığım
o dilden keyif aldığımı hatırlıyorum. Kitabı okurken sık sık bu
kıyaslama geldi aklıma. Hangisi ne kadar doğrudur “hala” bilmiyorum…
Son
dönemde en çok düşündüğüm şey, elimizdeki tüm görüntü ve video alabilen
cihazların elektronik ortamda üretilen resmi belgeler gibi bir e-imza
doğrulama koduyla web ortamına yayılması gerekliliğidir. Bu e-imza
tarih, yer, zaman damgaları ile donatılacak ve kişi üzerinden de
doğrulanabilir tekil bir kodu ile sunulacak.
Bu fotoğraf, herhangi
bir şehrin manzarasının fotoğrafı dahi olsa seneler sonra o şehre ait
bir görüntünün arşivlenmesini sağladığı gibi, bir siyasetçinin de
aslında var olmayan konuşmalarının web üzerinde yayılmasını engelleyecek
bir uygulamaya sahip olurdu... ve daha aklımıza dahi gelmeyecek zilyon
şeyin de kapısını açardı diye düşünüyorum.
Hep Aşka Dair: Yeni Vizyonlar- bell hooks
Kitabı
okuduğum her an daha evvel okumuş olduğum Erich Fromm'un Sevginin ve
şiddetin kaynağı kitabına gittim. Çok uzun yıllar önce okumuş olduğum
için tekrar okumak üzere bir plan da oluşturdum. Bu kitap ise Feminizm
Herkes içindir isimli pek sevdiğim kitabın yazarı Bell Hooks'un. Kendisi
de Erich Fromm'a atıflarda bulunuyor. Bunu okumuş ya da okumaya
niyetliyseniz size önerebileceğim bir başka kitap da Arno Gruen'den
İhanete Uğrayan sevgi ve sahte tanrılar kitabı olacak.
Bell Hooks
kendi ilişkileri çerçevesinde bize neyin olmaması gerektiğine dair
sağlam tiyolar veriyor. Bu kısımlar oldukça keyifli teoriden çok pratiğe
dökülen bir ders gibiydi. Salt sevgiden bahsederken yalnı olmak kolay
ve hayatı kolaylaştıran bağışlayışı ve geliştirici bir şey. İkinci bir
kişi devreye girdiğinde ise bu tamamıyla bir iktidar öznesi olan sevgi
olma yolunda ilerliyor.
Bazen Bahar - Melisa Kesmez
Çok sevdiğim bir dostumun hediyesi olması sebebiyle tanıştım Melisa Kesmez ile. Benim için gerçekten çok keyifli bir iki gün haline geldi kitap. Sanki ben yazmışım da aradan zaman geçince okuyormuşum gibi yakın buldum kendime. yalnızlığın o kadar da yalnız bir şey olmadığını anladığım bahçelerin, yolların, tatillerin, şehirlerin kitabı gibi geldi bir an. Diğer kitaplarını da okuyacağım. Nohut Oda'yı çok merak ediyorum.
Kişiliğin Gelişimi - C.G. Jung
Bazen mesleğim/alanım psikoloji ya da felsefe olsaydı bu kadar keyifle okur muydum bu kitapları çok merak ediyorum...
Jung
okumayı hep çok sevmişimdir. Bu kitabında her ne kadar başlığı bize
direk bu tür bir ipucu vermese de çocuklar ve çocukluk üzerinden büyüme,
gelişim konularını ele alıyor. Ebeveynlerin çocuk üzerinde
oluşturdukları tüm çatışmaların bu gelişime katkısı büyük. Evlilik
ilişkisinin ise açmazlarının en çok etki altında kalanı yine çocuklar.
Üstelik tüm bunlar sadece farkında olmak üzerinden çözülebilecek
şeyler...
Sessizliğin Yanıtı - Bir Dağ Hikâyesi -Max Frisch
Kurdun derisi adında bir film vardı netflix'te, kitapla filmin bir bağlantısı yok ama anımsattıkları ve resmettikleri profil aynı gibi geldi. Ve çok etkileyiciydi. Yalnızlığa alışmış insanları çok iyi tanıyor ve anlıyorum. Sanırım ben de bu hali çok sevdiğim için ayrı bir tad bırakıyor bende.. Keyifle okudum.
Lacan'da Aşk - Bruce Fink
Kitap Bruce Fink'in aşk tanımlarının ve buna yüklediği anlamların açıklamaları üzerinden ilerliyor. Tamamen Lacan'da aşk demek büyük haksızlık bence. Arada cidden keyif aldığım birkaç bölüm olmuştur belki ama bütününe baktığımda aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi- bell hooks
Bell Hooks'un daha evvel Feminizm Herkes İçindir kitabını okumuş ve çok beğenmiştim. Birçok kadın ve erkek arkadaşıma hediye etmiştim. Bu kitabını da yine hediye edilecekler listesine koyuyorum diyerek başlayayım. Ataerki, erkeklik, erk adına ne derseniz; kadın, erkek fark etmeksizin tüm cinsiyetler üzerinde "olmasını istediği" ve "kolayladığı" iktidar baskısını; empatiden, sevgiden ve duygulardan yoksun, şişirilmiş ego ile dolu konfor alanlarını bir bir açık ediyor kitap. Suyun akıp yolunu bulduğu yolun bizlere asla iyi gelmediğini, o yeni yolların her birimizin keşfetmek ve yeniden inşa etmek zorunda olduğumuzu söylüyor. Yaşça büyük bireylerin kendi anne ve babalarında yanlış gördüklerini, kendi hayatlarında da bilinçdışı ya da işine geldiği şekilde sürdürmek istemeye devam etmesi, devam etmemek için çabalayanların da, "kadın gibi" "kadınsı" yaftasıyla karşılaşması yine mücadelesi içinde olduğu erke hizmet ediyor. Kadınlar, feminizmden söz ettiğinde nasıl ayrışıyor, tüm cinsiyetlerin dilinde türlü dedikodulara maruz kalıyorsa, erkeklerin de feminizme yüz sürdüğündeki tutum aynı aslında. O sebeple şikayet etme ve vazgeçme lüksümüz yok. Canı yanan erkeğin de duygularından bahsetme, şikayet etme, bulduğu en çıkmaz sokakta intihar etmek değil, mücadele etmek zorunda olduğunu söylüyor feminizm. İşler yolunda gitmediğinde şiddetin bir çözüm olmadığını, bu şiddetin öldürüldüğü tarafında duran kadınlar kadar, birbirlerini öldüren erkekleri de aynı erk mekanizmasının öldürdüğünü bilmemiz ve bunu değiştirmeye biz kadınlar kadar gönüllü olmanız gerekiyor. Olduğumuz, olmamız istenen, ezberletilen tepkileri değil; düşünülmüş kafa yorulmuş, hissettiklerimizi şiddete değil, sevgiye, onamaya dönüştürdüğümüz bir dünyayı kurmamız gerekiyor. Sevgi, kişinin kendisinin ve bir başkasının ruhsal ve duygusal gelişimini besleme isteğidir. Fromm'a göre ise sevgi yalnızca his değil, eylemdir. Sevgi; özen, bağlılık, bilgi, sorumluluk, saygı ve güvenin karışımıdır diyor Bell Hooks da. Sadece işler yolunda gittiğinde tüm bunları bir arada düşünmek çok kolay değil mi? İşler yolunda gitmediğinde de önceleyeceğiniz şeyler bunlar olunca işte o zaman daha eşit, adil, erkten sıyrılmış, feminist bir dünya kuruyor olursunuz. Zor değil! Önceliklerinizi belirleyip özgürleşmek için fırsatınız var diyor Bell Hooks! Dinlemek elzem..
Yalnızlık-Henry David Thoreau
Yazarın bu kitabından
önce keşke Walden'i okusaydım dediğim kitaptır. Walden isimli bir gölün
kıyısına yerleşip modern hayattan kaçan yazar yalnızlık üzerine
düşüncelerini kaleme almış. Goodreads'ta okuduğum bir yoruma göre 3
metin zaten Walden'de varmış. Başlangıçta hoşuma gidecek düşünceler yer
alsa da sonlara doğru bahsettiğim okuma/tanıma eksikliğini çok fazla
hissettirdi diyebilirim.
Ve kitabın bana düşündürdükleri...
Karantinada
olduğumuz şu günlerde akşamdan sabaha anlam arayışları ve günlük
ritüellerimizi oturtmak için kimi zaman debeleniyor olmamız dışında;
maddi manevi sahip olduğumuz her şeyi ve etrafımızdaki insanları gözden
geçiriyor ve sorguluyoruz. Şehrin ortasında ya da bir bağ bahçede yalnız
olmanın evden çıkmadığımız günlerde çok da değişemediğini varsayarsak
yalnızlığın sadece bir algı savaşı olduğunu da anlayabiliriz. Oldukça
kıymetli bulduğum bu zamanların tanıdıklarım üzerinde yaratacağı
değişimleri görmeyi iple çekiyorum diyebilirim... Özünde ne kadar yalnız
olduğumuzu hatırlattığı için ve bununla baş etme yöntemlerimizi
sorguladığı için ise pandemiye teşekkürler...
Pandemi başlangıcından bu yana camın önünde kuş beslediğim için bu cümle beni benden aldı...
"Harivansa şöyle der: Kuşları olmayan bir ev çeşnisiz ete benzer. Benim evim
böyle
değildi, birden kendimi kuşlarla komşu olmuş buldum; bir kuşu
hapsederek değil, kendimi onların yakınında bir kafese kapatarak. "
"Bir
gerçeğin tam karşısında dikilip yüz yüze gelirsek her iki yüzeyinde de
güneşin parladığını görürüz. Tatlı kenarının, sanki keskin bir pala
gibi, kalbimizi ve özümüzü kesip geçtiğini hisseder ve ölümlü hayatımızı
mutlu bir şekilde sona erdiririz. İster yaşamda ister ölümde, yalnızca
gerçeği arzularız. Eğer gerçekten ölüyorsak gırtlağımızdaki hırıltıyı
duyalım ve el ayaklarımızdaki soğukluğu hissedelim, eğer yaşıyorsak
işimize bakalım."
Günlük Ritüeller: Büyük Eserlerin Yaratıcıları Nasıl Çalışır- Mason Currey
Kitap, çeşitli eser ve
yaratıcıların günlük ritüellerinden örnekler veriyor. Bu ritüelleri
gazete röportajlarından, otobiyografik yazılarından derlemiş. Belli bir
dönemlerine eşlik eden alışkanlıkları, vazgeçemedikleri ritüellerinin
olması kendime benzettiğim birçok anlatımıyla çok tatlı bir kitaptı.
Zamana yayarak okudum, ara ara açıp incelemek de keyifli olacak eminim.
Bir
tutku, bağlılık, sürdürme planı hayat içerisinde sürerken günlük olarak
gerçekleştirdiğimiz eylemler de aslında hepimizin imzası gibi bir şey.
Bunların alışkanlığa dönüşmesine izin verdiklerimiz bizi tanımlıyor.
Özellikle üretmeye yüzünü sürmüş ve bunu hayat gayesi haline getirmiş
insanlar –ki bence sadece onlar olmamalı- bunu bilhassa önemsiyor.
Pandeminin
ilk aylarında, getirilen yasaklarla birlikte evlere kapandığımızda
tüketmeyi üretmekten daha fazla önceleyenler cidden çok bocaladı. Günlük
koşturmacadan el etek çektirilince kendimizle kalmak hiç beklenilen bir
şey değildi. Benim için üretmek hep hayatımın odağında olduğundan
sevdiklerimi özlemek ve pandeminin sabit kaygısı dışında sorun
yaşamadım. Hemen hızlıca uyum sağladım diyebilirim. Fakat idari izinli
olduğum dönem uzadıkça tam da bu kitabı okumaya başladığım dönemle doğru
bir şey yaptığımı teyit ettiğim gibi ritüellerimi değiştirmeye
çalıştım. Bir arkadaşımın tavsiyesi ile mesela saatlik planlar
hazırladım. Hedefler koydum. Başardıkça iç motivasyonumu sağladım.
Aslında anahtar kelime bu galiba ; iç motivasyon. Bedeninize bugünün
yeni bir gün olduğunu anımsatacak ritüeller, tam da bunu sağlıyor.
Alışkanlıklar,
ritüeller hayatın sakinlediği, soluklandığı, kendini hatırladığı bir
hisle geliyor. Sadece kendinizle yaptığınız, size özel ritüelleriniz
hayatı anlamlı kılıyor. Buna bir de meditasyon eklediniz mi değmeyin
keyfinize. Kitabın ilkinde erkekler baskındı. 2. Kitabı sadece kadınlara
ayırmışlar. Ara ara dönülebilecek başucu kitaplarımdan biri oldu
diyebilirim. Bir de Kant’ın 5 şekerli içtiği kahveyi asla unutmayacağım
sanırım.
Kafese Konan Adam -- Rollo May
Rollo
May'i o her yerde karşıma çıkan Yaratma Cesareti kitabıyla tanıdım. O
kitabı okuduktan sonra da kendi kendime daha fazla Rollo May okumalıyım
sözünü verdim. Kafese Konan Adam kitabı farklı makalelerini bir araya
getirmesine rağmen bence birbirini oldukça iyi tamamlayan bir okuma
sunuyor bize.
İnsanın ikilemini, insanın sonlu özgürlüğü ile birlikte
açıklayan May, çoğu kez kimi düşünürlere atıflar yaparak, onların bakış
açısını kendisininki ile kıyaslayarak okumayı kolaylıyor. Ben açıkçası
Rollo May'i okurken Irvin Yalom okur gibi hissettim kendimi. Eğer Yalom
seviyorsanız, May'i de seveceksiniz diyebilirim.
Biraz aklımda
kalanlara ve notlarıma dönecek olursak ; sonlu Özgürlük kavramını Paul
Tillich'ten alıntı yaparak açıklar. İnsanın sonsuza dek ölüme,
hastalıklara, sınırlı zeka, algı, tecrübeye ve diğer belirleyici güce
tabi olmasından dolayı sonludur. Fakat aynı zamanda bu güçlerle bağdaşma
özgürlüğüne de sahiptir. Tüm bunlara anlam verebilir, farkında
olabilir, kendi üzerindeki etkisini tanımlayabilir, bu güçler arasında
seçim yapabilir ve ağırlığını birinden yana koyabilir. Yani hem doğa hem
de tinini ortaya koyarak kendi dünyasını şekillendirebilir. Bu tür bir
bakış açısını kimi zaman farkında olmadan yaşıyor olsak da, aslında bizi
birçok konuda kaygılarımızdan kurtaracak noktada duruyor. Kitabın
ilerleyen bölümlerinde Kierkegaardın Kaygı Kuramı kitabını listeye
almamı sağlayan ve anksiyeteye bakış açıma ters taklalar attıran şeyler
okudum.
Karantinada olduğumu şu günlerde bir arkadaşımla yaptığım
konuşma esnasında ne kadar dış etkene maruz kalmadan(!) evin içerisinde
olsam da her gün bir başka ruh haliyle uyandığımı, kimi zaman inanılmaz
keyifli, kimi zaman bıkkın, kimi zaman özlem dolu, kimi zaman neşeli,
kimi zaman da umutsuz şekilde haberlere bakıyor olduğumdan söz etmiştim.
Bütün bu psikolojiyi yönetmek bazen zor olsa da altından kalkabilecek
araçları hayatıma dahil ettiğim için kendimi şanslı hissediyordum bir
noktada. Anksiyetenin sürekli kurtulunması gereken bir şey olduğunu
düşündüğüm için ruh halimi iyiye yönlendirmek için bunu yapıyordum
aslında. Bknz."Buraya kadar her şey yolunda" Sonra kitapta çok çarpıcı
birkaç bölüm dikkatimi çekti. Anksiyete umut ile birlikte hareket eden,
eğer hastalık, saplantı vs boyutunda değilse insanı harekete geçiren bir
şeymiş. Aslında şunun gibi, rahatsız olmak iyidir. Bir yandan da pek
çok çelişki ve çeşitlilik barındıran insan doğası matematik bir akılla
kavranmasının imkansız olduğuna değiniyor. Rasyonel bir kesinliği
olmayan, mütemadiyen bir huzursuzluk içinde geçen insan doğası idi
aslında normal olan. Huzursuzluğu yaşamazsan değiştirebileceğin de bir
şey olmazdı. Bütün bunların içsel bir bütünlüğe işaret ettiğinden söz
ediliyor.
Ve buradan bireysel özgürlüğe geçiş yapan Rollo May,
özgürlüğün içerisinde de potansiyel bir anksiyete olduğunun altını
çizer. Ne kadar normal ya da barbarca olursa olsun, sınırlarla bilinçli
bir şekilde yüzleşmek bir özgürlük eylemidir, der. Çünkü bu kişinin
elini ayağını bağlayan öfkesinden azad eden bir kabulü getiriyor.
Özgürlüğün kendisi muğlak ve düşüsellikten uzak olan değil de
anksiyeteleriyle yüzleşerek, aşabilecekleri araçların kendisine özgü
olduğunu bilerek, endişelerinden kaçmayarak ortaya çıkacağını anlatır.
İyi yönetilen bir anksiyetenin yaratıcılığın da bir yönünü
oluşturduğundan bahseder.
Bu kitaba dair belki saatlerce
yazabilirim, anlatabilirim. Belki yıllar sonra okuduğumda farklı şeyler
yakalayabilirim. Bilmiyorum, tek bildiğim kafese(evime) konuşlandığım şu
dönemde bana çok ama çok iyi geldiği...
Umarım size de iyi gelir.
Dipnot:
Yayınevine de ilettiğim bir sorunu var kitabın. Biraz fazla göze
takılan, imla hatası, kelimelerin ve eklerin yanlış yazımları söz
konusu. 2018 baskısı idi bendeki. Tekrar baskı yapmış mıdır bilmiyorum.
Neyse ki kitap güzel de çok sinirim bozulmadan okudum.
Evin Bilinçdışı - Alberto Eiguer
Evin Bilinçdışı kitabı
bir psikanalist tarafından kaleme alınmış, bu kısmı oldukça ilgimi
çekmiş, almaya karar verme sebeplerimden biri olmuştu. Üstelik Alberto
Eiguer, çift/aile terapisti. Kitaptaki bazı konu başlıkları; İç habibat
kavramı, aile mahremiyeti çerçevesinde, miras, nesneler ve mobilyalar,
ev inşa etmek, onarmak, taşınmak, aile bağlarının iskelesini kurmak...
Bedenin
bütünleyici parçası mı, kapısını kilitlediğinizde kendinizi güvende
hissettiğiniz alan mı, geçmişinize götüren bir köprü mü, içerisinde bir
dakika dahi kalmaya tahammül edemediğiniz anılar mı? Ev nedir sizin
için?
Ev dediğimizde aslında kişilere göre çokça değişkenlik gösteren
bir alan çıkıyor karşımıza. Ben bu kadar çeşitlenebileceğini bu kitapla
daha iyi anladım diyebilirim. Bir de bu pandemi döneminde tam bir
yıldır evimde son 10 yıldır hiç vakit geçirmeğim kadar çok zaman
geçirdim. 10 yıldır değiştirmediğim mobilyaların yerini son 1 yılda
defalarca değiştirdim. Yani okurkenki heyecanımı ve kendimce
anlamlandırmalarıma dair biraz olsun tüyo verebilirim sanırım. Miras,
aile, taşınma konuları çok ilgimi çekmese de -belki gelecekte daha çok
teyit edeceğim bilgiler içeriyordur- genel olarak sevdim.
Ev Yapımı Bir Paraşüt -Berrak Yurdakul
Berrak Yurdakul budizm üzerine çalışmalar yapan, kendi hayatını da bu öğreti üzerine dizayn etmiş, korona sürecinde birçok konuşmasına rastlayıp bana iyi geldiğini hissettiğim biri. Ne vakit onu dinlesem çözümlemem gereken bir şeyler varmış hissi gelip içime oturuyordu. Kitaplarını inceledim ve Ev Yapımı Bir Paraşüt kitabı ile okumaya başladım. Başladığımda Konuşmayan Tavus Kuşu Camio'yu hatırladım. Bir başka kitabı. Ben o kitabı Dost Kitabevinde inceleyerek yeni keşifler yaptığım bir dönemde edinmiş ve okumuştum. 2003 yılından bugüne tekrar hatırlamak nefis oldu. Ev Yapımı Bir Paraşüt kitabı aslında bir meditasyona giriş kitabı. Benim gibi sadece duyduğunuz, asla yapmadığınız, ne olduğunu kulaktan dolma bilgilerle bilen biri iseniz kesinlikle doğru bir kitap diyebilirim. Fakat zaten biliyor ve deneyimlemişseniz de sizin için tekrar olacaktır, pek yanaşmayın derim. Bu kitabı okuma sürecimde karşıma sanki hayatı burada yazan her şeyi özümseyerek çıkan bazı kişiler gördüm. Umarım annem dinlemez podcastinde Elif Key'in ve Kalben'in konuşmaları bana işaret verir gibi direk karşıma çıktı. Sanki planlanmış bir şeymiş gibi inanılmaz mutlu oldum. Sonra bu durumun aslında ne kadar yaygın olduğunu kavradım okudukça, aslında ben geride kalmıştım. Meditasyon dediğimizde aslında en özet anlamıyla zihnimizin eğitilebilir olduğu gerçeği diyebiliriz. Yani kendimizi çoğunlukla olumsuz olan kaygı ve geçmişe dair düşünce bulutları içerisinde buluyoruz hepimiz. Bu düşünceşerin birbiri ardına hızla akıp geçiyor olması ve çoğunlukla da bizim birine kapılıp bambaşka başka olumsuz şeyleri düşünmeye başlamamız hepimizin gerçeği. Meditasyon ve beraberinde nefes terapisi, sizi o anın içinde kalmaya çağırarak bir süre sonra zihninizi eğittiğiniz ve sizi bu kadar yormayan biri haline gelmenizi sağlıyor. Bunun dışında çeşitli acı, ağrı, kayıp gibi hallerle nasıl baş edeceğinize dair de ipuçları veriyor. Kitabın en son sayfasında onlarca kaynakça var. Bunu bitirirken görmek beni çok sevindirdi. Kitapta bir kurgunun içerisindesiniz. Meditasyon eğitmeni ve iki öğrenciyi görüyoruz. Biri sanki bizim kafa sesimizmiş gibi sürekli olumsuz cümleler kuruyor, diğeri de daha anlamaya çalışan tarafta. Bu kurgu hem okumayı kolaylaştırıyor hem de bizim aklımızdan geçen soruların cevaplarını bize sunuyor. Okuyucu olarak arada bize de seslenilmesi dikkati toplamamıza yarıyor. Bazen anlatım tekrarları olsa da bence bu gerekliydi diyorum şimdi bitirdiğimde. İlk kez bunları duyan biri için farklı yönlerden olaya bakmak daha verimli oldu. Şimdi sırada Berrak'ın Senin Hakkında yedi şey düşündüm kitabı var. Onu da okumak istiyorum. Meditasyon yapmaya başladın mı diye soracaksanız da şu an dağınık zihnimi tanımaya çalışıyorum. Ne gibi durumlarda daha çok dağılıyor, karışıyor ve kendine gelmesi ne kadar sürüyor. Bence insanın kendisi ile ilgili keşfedeceği şeylerin asla bitmemesi müthiş bir his.
Geçecek mi? - Gökhan Çınar
Gökhan Çınar'ın Katarsis ve Geçecek mi youtube programlarını çok severek takip ediyorum. Kitaba başladığımda da yine bir başka tanımadığım belki hiç şahit olmadığım mücadelelerin içerisindeki insanlara seslenmeler olarak okudum. Sanki yazar bir seanstan çıkmış ve biriken tüm yükü bize deneme şeklinde anlatarak kaleme almış gibi geldi. Bu ağırlığı hissettikçe okuma sıklığımı azalttım. Çünkü okumanın kısa sürmesini istemedim. Kişilerin yaş, cinsiyet vb hiçbir bilgisini bilmiyoruz, bir genel hitap söz konusu ama okudukça kendimize dair de bazı seslenişlerle karşılaşıyoruz. Tercihen teğet geçip bazılarında da uzun uzun konakladığımız ruh hallerine dair kısa okumalar yapmak isterseniz doğru kitaptasınız.
Eş Benlik: Bir Psikanaliz Çalışması - Otto Rank
Eş benlikten kasıt bazen olmayı istediğimiz kişi ya da haller; bazen kötücüllüğünün içinde kaybolduğumuz bencilliğimiz; bazen aynada bakınca görüp aşık olduğumuz ve onu öncelediğimiz narsist kişiliğimiz, personamız ve birçok türü... bu sayısız hale dair çeşitli edebi metinlerden ve filmlerden örnekler sunuyor Otto Rank. Bahsettiklerinin hiçbiri izlememiş, çok azını okumuş olsam da dipnotlar ile bu açık kapatılmaya çalışılmış. Bu esnada yorucu dipnotlar oluşmuş. Dostoyevski ve Poe hakkında verdiği örnekleri bir tık ilgi ile okudum diyebilirim. Kitabın narsizm ve eş benlik bölümü daha çok ilgimi çekti. Bu bölümde ise narsizmin ölüm korkusu ile ilişkisini sonsuza dek genç kalma isteği olarak açıklamış. Bu kişilerin çoğunlukla başarısız intihar girişimleri olduğunu ve ölüme meydan okuyarak korkularını attıklarından söz etmiş. Buradan benim aklıma başa baş at koşturmak fikri geldi. Kazanma hırsında boğulmak da narsistlerin bir nevi kafa tutma şekli değil midir?
Gülme - Komiğin Anlamı Üzerine Deneme - Henri Bergson
Kitap düşünürken yazılmış gibi bir havada ilerliyor, galiba sadece sonuç bölümü tatmin edici diyebilirim. Hayvan ya da cisimlerde güldüğümüz şeylerin insansı şeyler olması konusuna değiniyor. İnsanın da doğal neden sonuçları şaşırttığında komiğe yaklaştığını. Karşındaki insanın bunu daha evvel düşünüp kurguladığını düşündüğün ama bundan çok da emin olamadığın anlar gibi.. Biraz matematiksel bir durum gibi gelmeye başladı kitabı okuduktan sonra. Espiri yeteneğimi kaybettiğimi düşündüğüm şu günlerde tam beklentilerimi karşılamasa da biraz bu konuya kafa yormamı sağladı diyebilirim.
Harman Yerinde Aşk _ D. H. Lawrence
6 öyküden oluşan bir kitap. Edebiyatın erotizm mimarlarından olan yazar, sekse dair tek kelime etmeden inceden dokunuyor. Dönemiyle değerlendirince çok sıradışı bir şey yapıyor aslında ama bizim dönemimiz için yavan geldi bana açıkçası.
Şeffaflık Toplumu Byung-Chul Han
Kitapta
yazar bize, olumluluk toplumu, teşhircilik toplumu, apaçıklık toplumu,
porno toplumu, ivme, teklifsizlik, enformasyon, ifşa, kontrol toplumu
başlıkları üzerine her biri ile ayrı ayrı kitaplar yazılabilecekken
5-6sayfalık özet, hap bilgiler ile fikirlerini sunmuş. Tam da bu sebeple
okumaya başladığımda karşı çıktığım çok fazla şey oldu. Sonlara doğru
-ki kitap zaten 70 sayfa- yazarın dilini ve ne yapmak istediğini
kavradığımda dingin bir okumaya eriştim. Sonra bazı başlıklara geri
döndüm. Bazı görüşlerine katılmasam da en hoşuma giden düşünce güven
alanımızın nasıl kontrol alanına evrildiği idi. Her şeyi bildiğimizde
güven gereksizleşir. Şeffaf olmak güven yaratır, yerine şeffaflık güveni
ortadan kaldırır diyor yazar. Şeffaflık toplumunda kontrol devreye
girer, bu da aslında özünde güvensizlik ve şüphecilik getirir. Artık
kontrol listeleri ile hareket etmek üzerinden ilerleyen toplum, buyruk
gibi sunulan şeffaflık talebine uymak zorunda bırakılır. Bu da çok
tekrara düşen birbirimizi kontrole iten işin içinden çıkılmaz bir hale
sürükler.
Kitabın başlıkları üzerine konuşmak istediğiniz
birileriyle zaman zaman okuyup tartışabilirsiniz. Yazarın kısa ve öz
anlatımı sizin daha çok soru sormanıza ve tartışmanıza fırsat sunuyor.
Cinsel Ahlakın Boygöstermesi - William Reich
Roheim, kadının bu cinsel eylemden haz almamasının, aile birliğini bozacak aldatma eylemlerine girişmemesi için yapılmasını öyle korkunç bir erk yapı kurgusunda aktarmış ki, cidden tiksindirici idi. Cinselliğin çeşitli tabu ve yasaklarla kısıtlandıkça bu baskı menzilleri insanları zaman geçtikçe ruhsal rahatsızlıklara, absürd ve kapalı kapılar ardında türlü sadist düşlere yönlendirdiğine değiniyor. Tüm bunların değişmesi için belki milim milim özgürleşme temelinde aldığı yolun bile kıymetli olduğuna da değiniyor. El ele tutuşmayı, öpüşmeyi yasakladığınız yerde o çok şaşırdığınız seks görüntülerini görmek bir tesadüf asla değil. Bknz. #bebek
Anne babasının birbirine sarıldığını, öptüğünü görmeyen çocuklara sevmenin, bu hislerin özgürleşmesinin normalliğini anlatırken attığınız kırk taklayı düşünün. Sonra bu kırk taklanın erkekleri birçok konuda bağlamadığını, o hiç konuşulmayanın belli bir yaşa geldiğinde birdenbire özgürleşmesinin getirdiği sapkınlıklarını. Özellikle kadınlar üzerinde çok uzun süre kalan baskının ise deneyimsiz, bilgisiz ve kör cahil eylemlere ittiğini. Konuşulamayan, bilgisizliğin dibinde yaşadığımız eylemle doğuruyor, çoğalıyor; olmamasının artçı psikolojik etkilerinin ilaçlarla baskılamaya çalışıyoruz. Hepimize topyekün tedavi gerektiği kesin. Yine de milim milim aldığımız yolu azımsamayalım diyip bitireyim.