20220623

bir kadının hayatından 24 saat - stefan zweig

Benim için Stefan Zweig okumak; çok fazla acele etmeden, tutulmadan, seneler sonra keşke hiç okumamış olsaydım da yeni keşfetseydim dediğim yazarların arasındadır. Bir hayranlık ya da bir an evvel tüketme hali de değil. Zaman zaman okumadığım bir kitabını daha alıp belki uzunca süre bekletip bir anda o kitabı elime almam gibi... 

Bir kadının hayatından 24 saat'i okurken de bu tadı yine hatırladım. Oldukça keyifle ve acele etmeden okumama rağmen büyük bir bölümünün yine bir yolculuğa denk gelmesi çok iyiydi. Kadın karakterlerinin kendine ait bir oda fikriyle hayatlarında sadece kendilerini düşünerek verdikleri kararlar, üzerine almaları beklenen sorumluluklar genel ahlak yargılarıyla bütünlenince iki kat yük getirdiği kesin. Sadece cinsiyetinden ötürü bir kendini eksik, yanlış hissetme hali bu novellada da çok iyi aktarılmış. Sadece 24 saat... Hayatı boyunca sadece 24 saatini kendini özgür hissederek geçiren kadının hayatı boyunca unutamayacağı bir 24saate dönüştüren kurgusu... Ve bunu bir başka kadının o özgürlüğü yaşadığı anı anlayabildiğini düşündüğü birine açması...

 O kadar yalnız bırakılıyoruz ki bazen konuşabildiğimizi bile düşündüğümüz kimselerle aslında hiçbir şey paylaşmıyor oluşumuz bu dünyanın gerçeği... Bazen sadece hiç tanımadığımız birine anlatmak ihtiyacı ise acaba başka nasıl anlatılırdı ki...

20220622

bu bir günlük değildir - zygmunt bauman

Kitap gerçekten de bir günlük değil. Günlük olmasını düşündürecek tek şey 2010-2011 yılları arasında yazıldığına dair ay-tarih ibarelerinin olması. Bunun dışında anlatım ve değiniler deneme tadında. Zygmunt Bauman'ın Saramago'ya sıklıkla yaptığı atıflarla ilerliyor. Benim açımdan zamana yayarak okuduğum; kimi zaman politik atmosferde ilerleyen, kimi zaman alıntılarla akan, bazen de hoş bir felsefi tartışmaya dönüşen farklı farklı kafalar yaşayan bir adamla konuşmalar yapmak gibiydi.

küçük feministin kitabı - sassa buregren

Güldünya Yayınları'nın birbirinden güzel kitaplarından sadece biri..Asi Kızlara Uykudan önce hikayeler gibi insanı okudukça umutlandıran bir kitap. Alıp hediye ettiğim ve edeceğim türden.. Küçük çocuklara feminizme hayatın "doğal görünen" akışında neden ihtiyaç duyduğumuz tiyolarla anlatan, çözüm önerisi sunan ve bir küçük farkındalık yaratmaya çalışan, geçmişten verdiği belirleyici örneklerle de akıllarda kalmasını sağlayan bir kurgusu var.

edepsizlik, anarşi ve gerçeklik - crispin sartwell

Crispin Sartwell nasıl büyük bir başarı ile beni kitabın etrafında dönenip dururken hayatımın tüm dalgalarından kıyıya vurup atmak istediğim sularına varmamı sağlıyor anlayabilmiş değilim. Yakın zamanda bu benim için bir başka özel kalacak kitabını daha uzun yazacağım...

eylembilm - oğuz atay

Oğuz Atay’ın tamamlayamadığı bu romanı ölümünden hemen önceki tüm canlılığını taşıyor. Sanki kendini anlatmış gibi bir akademisyen Server Gözbudak… Altay Gürbüz’ün son sözü inanılmaz etkileyiciydi. Son anlarını okurken gözlerim dolu dolu oldu. O yarım kalmış roman resmen içime oturdu. Hayatta yapmak isteyip de yarım bıraktıklarım hala yaşıyorken bana dert oldu. Cevat Çapan artık önsöz yazmasın diye de bir yandan bağırmak istedim bu kitapta da. Sanki aptalmışız gibi her şeyi detaylandırması hiç hoşuma gitmedi.

sıfır noktasındaki kadın - nawal el saadawi

Mısırlı bir feminist olan yazarın idamı bekleyen bir kadın ile yaptığı görüşmeden sonra kaleme aldığı bir roman. Kitap gerçek bir hikayeye dayandığı ve yazarın da Firdevs'in dilinden anlatımı tercih etmesi üzerine otobiyografi okuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Çocuk yaşta evlendirilmiş okumak isteyen ama bir türlü hayatını kendi istekleri doğrultusunda yönlendiremeyen bir kadın Firdevs... Seneler sonra Hbaşka çıkış yolu olmadığı için hayatını seks işçiliği ile sürdürmek istemesi ama erkek egemenliğinin onun peşini asla bırakmaması, yaptığı işe sahip çıkmaya çalışan bir pezevenkle mücadelesi ile devam ediyor. Kendini özgür hissetmek için çabaladığı her an başka bir problemle boğuşuyor... Oldukça etkileyici ve sadece hayatını kendi tercihleriyle tek başına yaşamak istediği için idama mahkum edilen bir kadının hikayesi...

hayatım - marc chagall

Sürrealist ressam Marc Chagall hiç bıkmadan seveceğim, renklerine mi tablolarındaki insanların uçuşuna mı kapılacağımı şaşırdığım benim için ayrı bir kefeye koyduğum nadide insanlardandır. Bu kitabı da hayatının üçte birini kapsayan bir otobiyografisi. Ben ki biyografi okumayı sevmediğimden mektup ve otobiyografileri daha çok önemsiyorum. 35 yaşındayken yazdığı bu kitapta onun çocukluğunu kendi dilinden dinlemek inanılmaz heyecan vericiydi. Belki sürrealizm söz konusu olunca biraz daha otomatik yazım beklemiş olabilirim ama böyle de güzeldi.. Renkli basımla kitapta sözü geçen resimleri ekleyebilselerdi daha keyifli bir baskı olabilirdi. Sonuç olarak, ben Marc Chagall'ı sevdiğim için kitabı sevdiğimi düşünüyorum sizi bilmem.

katip bartleby - herman melville

Katip Bartleby çok sık duyduğum ama okumayı hep ertelediğim bir kitaptı. Bu kadar ertelediğim kitaplarda hep bir "geç kalınmış okuma" hissi baskın çıkardı ama bu kitap öyle değil.. Buna çok sevinmekle beraber yine bir  yolculuğuma eşlik eden kitap oldu. Çok kısa sürede Bartleby'i mi anlamak isyeyeceğimizi, yoksa Bartleby'nin davranışlarını bir sorun olarak gören insanları mı dert etmemiz gerektiğini henüz çözemiyorsunuz. Sizi diğer insanlara doğru iten kurgusu kitabın sonunda Bartleby ile başbaşa kaldığınız ana dek renk vermiyor. Benim için hep çok özel bir kitap olarak kalacak.

yıkmak diyor bir kadın - marguerite duras

Okurken filme yazarı uyarlanmış olması çok yerinde diye düşündüm.. Hafif hafif esen bir Adrasan rüzgarı yüzüme vururken ve tam da doğum günümde tüm gün dalıp gittim. Yıkmak diyor bir kadın... çok bir şey beklemiyorum hiçbir zaman Marguerite Duras'tan, o da bana çok bir şey vermiyor. öyle güzel anlaşıyoruz işte, daha ne olsun...

kütüphanede sahibinden anı ve öyküler - editör : bülent yılmaz

Meslektaşlarımın anılarını okumak; onlarla mesleğimiz üzerine gerçekleştirdiğimiz sohbetler gibi samimiyetini içinde barındırıyordu. Anı ve hikayelerin çoğu, günlük bir dil kullanılarak mesleğimizi öne çıkarmak üzerinden ilerlediği için edebi bir beklentiniz olmaması gerekiyor. Hal böyle olunca adapte olmakta başlangıçta zorlansanız da özellikle benim gibi mesleğin içerisinden biri iseniz kitabın sizi etkilediği noktalar farklılaşıyor. Kimi zaman hüzün, kimi zaman gülümseme ve kimi zaman da bu hikaye, diyalog, hayıflanma çok tanıdık dediğiniz bir seyir halini alıyor. 

İçerisinde benim de bir hikayemin olduğu kitapta, meslektaşlarımla birlikte bir kitaba katkıda bulunmak ve mesleki tarihimize bir not düşmek çok anlamlıydı. Kitap için emek veren, bizi sadece okul yıllarımızda değil meslek yaşamımızda da yalnız bırakmayan Değerli Hocam Bülent Yılmaz'a ve tüm katkıda bulunanlara teşekkür ediyorum.

varoluşçuluk - sartre

Varoluşçuluğun temel ilkelerini, tanımını, yanlış anlaşılmasına varana kadar özet ve kısaca anlatan bir kitap. İyi bir başlangıç kitabı olduğu kesindi, önce Bulantı'yı okumamış olsaydım tabii :)
Not: Kaynakçaya dikkat!

bebequin - carl einstein

1915'te yayımlanan bir romandır Bebuquin. Avangart bir sanatçı olan Carl Einstein'ın ilk ve tek romanı olma özelliğine sahip. Bildiğimiz roman formunun dışında, diyaloglarla örülü bir dada metni denilebilir.
Eğer başarabilirseniz size ezberletilen roman kalıplarınızdan vazgeçip, güzel bir zihin akışıyla yolculuk yapabilirsiniz. Hiçlik, gerçek-dışı algısı ile kendisi ve kendisi dışındaki dünya arasında gitgeller yaşatacak, bu sebeple de sizi kurgudan atıp yeniden ve hep oraya dönmek istemenize sebep olacak kadar da cezbedici bir roman olacak.

Söylemeden edemeyeceğim, Encore'nin kıyıda köşede kalmış bu tür metinleri yayınlamasına bayılıyorum. 



"Şimdiye kadar dinî olan her şey olgulardan dolayı groteskleşti, ya da bunun tam tersi oldu. Belki de, şeylerin
bir araya gelmemesinin nedeni yaratıcı sürecin hiç sona ermemesi içindir. Tanrı fantastiktir; tüm bastırılmış ve
dilsiz kalmış duyarlılıklar konuşmak istiyor. Hep aynı seçenekler olmasına karşı inatla direniyoruz; dünya, bizim için kendisini dönüştürmek zorunda.”s.91 "Tanrım, bir şey söylememe izin ver,
Kendimden yaratıldım ben.
Bak bana, bir amacım ben; bırak kendi başıma bir şey yapayım, izin ver bir mucize gerçekleştireyim.
Ey, dönüşümün gecesi, bu bedeni unutabileceğim o yere ne zaman geleceksin, evet, onu fırlatıp atacağım ve o zaman şeylerin başka bir anlamı olacak; farklı olacaklar. Bağlantılar kendi kendilerine yetecek ve parçalar konuşmaya başlayacak. Asıl dönüşüm çözülmedir ve umarım benim de başlangıcım o olur."sy.98 

otranto şatosu - horace walpole

1717 ve 1797 yılları arasında yaşamış Horace Walpole'un gotik akımın ilk yapıtı olarak adlandırılan bu romanı; o bu türde neyi görsem benzettiğim ve Edgar Allan Poe öykülerini çağrıştırmıyor değil. Lanetlenmiş bir kadın, ailesinin saygısını bir soysuz olsa da asla yitirmeyeceği ortadadır. Onun ve çocuklarının başına gelenler, eşinin sadakati, aşkın önüne geçen soy sevgisinin anlatımı hakimdir tüm romanda. Oldukça garipsediğim tutumlar o dönemin aslında bir gerçeği belki de.. Ön sözde bunun gerçek olma ihtimalini vurguluyor, emin değiller tabii ki de...

rüyalar masallar mitler - erich fromm

Kitabın bazı kitap karakterlerini (Joseph K., Oidipus vb.) çözümlemesi hoştu. Onun dışında Lacan, Freud atıfları benim için çok tanıdıktı. Kendi cümlelerinden çok diğerleri ne diyor üzerine yoğunlaşmıştı. Bu açıkçası Erich Fromm'da çok da sık gördüğümüz bir tutum değil.

leylim leylim - ahmet arif'ten leyla erbil'e mektuplar

"Zihnin özel yaşamında hiçbir şey kesin, hiçbir şey sabit değildir."
Rosalind Coward

Bir aşk var ve o aşkın tarafları da sadece zihnin özel yaşamında aşık... İçselleştirilmiş ve su gibi bir ihtiyaca dönüşmüş bir yazma arzusu hissediyorsunuz Ahmet Arif'te. Belki de aşk her şeyi ama her şeyi konuşabildiğin yazabildiğin birinin olması...

Hani bazen nasıl tarif edeceğinizi bilemediğiniz sadece size ait olan güzellikler yok mudur hayatınızda? Genel tanımlara giremez, başkasının anlamasına gerek duymadığınız kadar güzeldir ya hissettikleriniz.

Ahmet Arif, Leyla Erbil'e mektuplar yazar. Durmadan yazar, birini gönderir diğerine başlar. Bazen cevap dahi beklemeden yazar... Cevap gelmeyince bazen kızar, bazen kıyamaz kızmaya bile kıyamaz. Söylediklerine üzülür. Düşün... düşün... üzülür.

Bir rüzgar eser de, o tatlı tatlı esen rüzgarın neyi alıp götüreceğini bilmeden esmesine kapılan bir yaprak vardır ortada. Durur takılmak ister bir başka yaprağa, direnir; ama sonra dayanamaz yine uçar gider, kapılır... Yani şimdi "rüzgar her şeyi alıp götürmeyecek" bunu biliyorsunuz da üstelik. Leyla bir yaprak. Ahmet de amaçsız rüzgar.

"Bekle dedi gitti 
ben beklemedim o da gelmedi 
ölüm gibi bir şey oldu
 ama kimse ölmedi..."
Özdemir Asaf

bence bu şiir de mektup kitabın sonsözü olabilirdi pekala.

erkekler - ayşe akaltun

Toplumsal cinsiyet konusuna ucundan kıyısından hassas bakabilen öykü yazarı ve oyuncular Ayşe Akaltun'un derlemesi ile anı/öykülerini bu kitapta toplamış. Bazı anlatımlar tamamen kurgu, bazıları "bir arkadaşın başına gelmiş", bazıları da otobiyografik ögeler içeriyordu. Her anlatımda esler vererek okudum o sebeple birileriyle bu konuda sohbet ediyormuş tadı aldım diyebilirim.

medea - seneca

Öncelikle kitabın tragedya bölümünü ayrı bir günde, notlar ve önsöz kısmını ayrı bir günde okuduğumu belirtmeliyim. Çevirmenin bu konuda hakkını vermek gerekir. Katıldığım bir söyleşide Medea mitinin birçok uyarlaması olduğunu bunlardan Euripides'in yazdığı Medea ilk kitap olup sonrasında da Seneca'nın kaleme aldığından bahsediyordu. Mitin aslında evlenirken ailesi ile kan davalık olan Medea'nın bir süre sonra evlendiği adam tarafından evden kovulması, başka biriyle aldatması, çocuklarını ona göstermemesi konu alınıyor. Medea ise türlü çıkış denemesine rağmen sonuç alamayınca çocuklarını ve kendisini öldürerek intikam alıyor. Mitin aslı bu hikaye olsa da Seneca çocukları öldürmüyor. Söyleşide geçen sene ReMedea isminde Türkiye'de bir oyun kurgulandığı ve oyunun çervçevesinin Medea'nın dilinden "siz beni neden anlayamıyor ve çocuklarını öldüren bir cani gibi görüyorsunuz" üzerinden ilerlediğinden bahsedildi. Bir kadının tüm hayatı elinden alınmışken tam da aslında tüm hayatının sadece bir erkek asla olmamasının altı yüzyıllardır çizilirken; ama ülkemizde yeni gündem olmuşken; üzerine çokca konuşulası bir tragedyadır Medea. Lars von Trier ve Pasolini'nin de Medea isminde birer filmi mevcut. Bu da dipnot olsun.

kumkurdu - asa lind

Kumkurdu bir çocuk kitabı olsa da Küçük Prens tadında büyüklere masallar lezzeti de yok değil. Yeğenine kitap alıp önce kendisi okuyan teyze modunda okudum:) bknz. #teyzeyimben :) 
Kısa kısa hikayelerin hepsi koca koca resimlerle bir başka kitap olacak kadar kıymetli ve eğitici/öğretici. 
Kumkurdu isminde (tilki olarak resmedilmiş ama bence tilki değil) bir hayali kahramanı var  Zackarinanın. onunla düşünüyor, sorunlardan sonuçlar çıkarıyor ve anne ve babası ile geçirdiği hayatın anlamını buluyor. 
Okurken ay aman bu konuya da girmeseydi dediğiniz her şey zihinde inanılmaz olumlu bir sonuç bırakıp ayrılıyor. 5 yaşına dek her güne bir öykü şeklinde okunabilir.

cinsiyet ve psikanaliz - sigmund freud

Freud’un belki de seneler önce okunması gereken bir kitabı. Freud’u, psikanalizi ve ondan sonra gelişen psikanaliz kuramlarını ve onun yanlışlanabilir terminolojisini bu kadar bildikten sonra okumak oldukça geç oldu benim için. Cinsel rolleri, bu rollerin içerisinde etken olan durumları açıklıyor. Ayrıca cinsel yönelimleri de “kendince” sebepleriyle ortaya koymuş. Çocuklukta başlayan cinsellik merakının kökeninin ve nasıl yönlendirilmesi gerektiğini yine kendince anlatmış. Pek sevemedim..

hayatın anlamı - terry eagleton

Hayatın anlamını bilmemenin hayatın anlamının bir parçasıdır. Ve bu tür soruları yanıtlamak yerine onları çözümlemeyi yerinde bulan Eagleton'dan bu bilmeme halini dinliyoruz. Dinliyoruz diyorum çünkü gerçekten konuşur gibi yazıyor yazar. Okuması o sebeple çok keyifli bir sohbete dönüşüyor. Wittgenstein, Shopenhauer, Aristoteles, Samuel Beckett ve daha nicelerinden farklı ama kısa kısa bakış açıları yakalayan yazar bu kafa yormasına bizleri de dahil ediyor ve hayatın anlamını bulmuş olsaydık yaşamıyor olurduk sorunsalına dek götürebiliyor. Kişisel tatminle çevrili, toplumsal çerçevesinden müzdarip, insanın dert edindiği haliyle ve olageldiği haliyle hayat, bir düşünme evreni aynı zamanda...

Eagleton'dan okuduğum ilk kitap. Hani, arada sırada Bauman okumak istememe, Eagleton da eklendi diyebilirim rahatlıkla. Kitap Fuarı'nda Ayrıntı Yayınları'nı talan ederken yeni çevrilmiş Bauman'larla bu kitabı keşfetmem tesadüf değildi demek ki :)

bir fındık kırma projesi - robin rinaldi

Evliliğini açık ilişkiye çevirmeyle başından geçenleri anlatan bir kadının günlük tarzında yazıları denilebilir. Ahlaken değil kesinlikle ama dili pek sarmadı açıkcası.

yeni duyarlılık kadına ve erkeğe dair - anais nin

1950'li yılların yeni duyarlılığı, yeni kadın-erkek profili çiziliyor. Kadını ikinci cins yapan olguları bir bir bırakan kadın, erkeği de buna teşvik etmeli ve çıkışsız bırakmalıdır diyor. Toplumsal cinsiyetin kurgusunda kişiler kendi farkındalıklarını oluşturmakla yükümlüdürler. Anais Nin, kadın hareketine katkım,psikolojik boyuttadır; politik değil diyor. Tüm kitabın ana ekseni de kadın psikolojisi üzerinden çiziliyor. Oldukça yararlı bir metin olduğuna inanıyorum. Anais Nin'i tanımak güzel, -sayfalar dolu günlüklerini basımını bulabilirlersem- okumak için sabırsızlanıyorum Yazmaya olan tutkusuna değindiği bölüm inanılmazdı. Kadın erkek ekseninden çıkıyor sonlara doğru, insanın duyarlılık merkezlerine değinilerde bulunuyor.

kanlı düğün - federico garcia lorca

Bir tiyatro metni olan Kanlı Düğün, Carlos Saura'nın elinden daha bir paha biçilemez gelmişti gözüme. Filmi ile kitabın bağdaşmadığı noktalar var sanıyorum ama çok nadir bu cümley kurmuşumdur : "filmi daha güzeldi"

kurtlarla koşan kadınlar - clarissa p. estes

Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabı uzun süredir rafta beni bekleyen bir kitaptı. Bu tür bekleyen kitaplarım için doğru zamanı bekliyorlar diyorum. Tabii bu teorim bazen boşa çıksa da bu kitap için öyle olmadı. 

Kitap, size, yüzünüzü hafifçe okşayarak geçen rüzgarın en son ne zaman bu kadar güzelleştiren bir şey olduğunu düşündüyseniz o zamandan az biraz zaman sonra gelecektir. Ya da durun o rüzgarı belki de bu kitapla hissedeniniz olacak. Ve rüzgar size şunu anlatacak, fırtına da iyidir bir de onu tüm benliğinle görmelisin.

 Kadınlara yazılmış bir kitap mı? Bence hayır. Ama biz kadınların içindeki yabanıl duyguları bastırmamayı ne zaman öğrenirsek o zaman güzel olduğumuzu anlatan bir kitaptır. Evcilleşmek istememizin, ruhun tüm açmazlarının ve bizim için kurgulanmış hayatların bizi sürüklediği zgarla savrulup gitmek mi, yoksa rüzgara yüzünü dönüp iyi hissedecek bir şeyler bulmak mı?

Tinselliğin baskınlığı ile bana Yaşama Sanatı(Crispin Sartwell) kitabını anımsatsa da daha yoğun bir şekilde -ki bu en sevdiğim- psikolojik çözümlemeleri içeriyordu. Çeşitli mitolojik özgün masallar üzerinden psikanalitik yorumlamalar ve açıklamalar geliyor. Bu yönü de kitabın okunabilirliğine katkı sağlıyordu. İşte tam da bu yönü başucu kitabı olması için bir etken. Açıp bir bölüm okuyup kapatmak iyi hissetmenize sebep olabilir.

Kitabı okurken alında ne kadar çok kişiyle aynı anda bu kitabı okuduğunu gördüm. Buna Juliette Binoche da dahil(bknz. instagram hesabı). Bu diğer kitaplarda beni çok rahatsız edecek bir şey iken, bu kitapta hiç de öyle olmadı. Çünkü bu kitabı okumak ve kesinlikle devam edebilmek bir tercih... Popülariteden, tüketim nesnesi olmaktan uzak bir tercih. Tercihimi, tercihimizi çok sevdim ve iyi hissettim. Kaç yazara gerçekten teşekkür etmek istedim bilmiyorum ama Clarissa P. Estes'e bin şükran...

Bu şükranı en son Silvia Pérez Cruz'a iletmiştim. O da kesin bir kurtlarla koşan kadınlar okuyucusudur diyebilirim.

dehşetler ve uzmanlar - adam philipps

Adam Phillips'ten daha evvel farklı kitaplar okumama rağmen bu kitabındaki dili çok yabancıladım. Çeviriden kaynaklı bir problem miydi bilmiyorum ama çok fazla günlük dil kullanılmıştı. Korku başlığı Nasreddin Hoca fıkrası ile açılınca, acaba baskı hatasıyla farklı kitabın sayfaları mı karıştı diye düşünmedim değil. Sonraları dile alışınca okuma seyri keyiflendi. 

Freud ve sonrası psikanalizi cinsiyet, semptomlar, korkular, rüyalar, zihinler vb konularda sınıflayarak yazdığı bir metindi. Çeşitli kuramcıların psikanalitik görüşlerine de yer veren kitap bir tür karşılaştırma imkanı veriyordu. Psikanalizin kimsenin yapamayacağını savunan o tam anlamıyla anlamak değil; anlamaya çalışmak şiarıyla hareket ederek; tanımların sınırlayıcı olduğuna, dinamik bir kafa yormanın herkese iyi geleceğine değinen ve bunu türlü kuramcının farklı görüşleri rehberliğinde aktarmaya çalışan bir kitaptı. 

Bir küçük de alıntı yapıp bu bahsi kapatalım 
"Kendi başlarına ne denli acı veya zevkli olurlarsa olsunlar, semptomlar aynı zamanda daima kişinin dehşete ya da esrikliğe karşı geliştirdiği bir kendini tedavi, bir nevi lokal anestezi olduğunu fark etmek, psikanalizin kendisinin ne tür bir semptom olduğunu merak etmemize yol açabilir. Psikanalizin amacı da insanları çatışkılarından kurtarmak değil bu çatışkıları şevkle yaşamalarının yolunu bulmaktır."

bir delinin hatıra defteri - nikolai gogol

Kitap üç öyküsünden oluşuyor. Üslubunu çok sevdim Gogol'un. Okuyucuya "yazarın bunları neden yazdığını bilmiyorum" vs. gibi  konuşmalar var. Bu öyküyü neden yazdım bilmiyorum ya da bu bilgi belki gereksiz ama ben yine de söyleyeyim gibi söylemler var.

romeo ve juliet - william shakespeare

Bildiğim bu hikayeyi tekrar tekrar okumak bana büyük bir şevk veriyor. Shakespeare'in anlatımının hem bu kadar yoğun kadın-erkek kişiselliği hem de o döneme ait portrenin çizilmesi açısından başarısı, oldukça hayranlık uyandırıcı. En kısa sürede Macbeth'i okumak ve sonra da soneleri almak istiyorum..


İlk okuma Nisan 2006,

parfümün dansı - tom robbins

Alobar, yaşlandığı için öldürülmek istenen bir kraldır. O ölümden kaçarak ölümsüz olmayı amaç edinmiştir. Bu uğraşı sırasında Kudra'yla tanışır. Kudra, dul kadınları eşleriyle birlikte yakma geleneğine sahip ilden kaçar ve Alobar'la karşılaşır. İkisi birlikte bandlooplar ve Pan'ın yardımlarıyla ölümsüz olmayı başarırlar. 
Bu arada Pan'ın çok kötü kokmasından dolayı yanlarında yaşayamaması sorununu, yasemin, pancar ve kavunkabuğu karışımlı bir K23 parfümünü üretirler. Bu parfümü özel yapım Pan'ın şeklinde bir şişeye koyarlar.  
Olaylar gelişir ve hayal gücünün sınırlarını zorlayan ilginç bir hal alır. Ben okurken çok keyif aldım. Tom Robbins'i daha çok okumak, tanımak istiyorum.

divan - irvin d. yalom

Kitabı resmen aylardır bitirmeye çalışıyorum. Irvin Yalom'un pek çok kitabını okumama ve psikoterapi hikayelerinin kurgusunu çok iyi yaptığını iddia ettiğim adam, senelerdir rafta okumak içün beklettiğim bu kitabıyla beni hayal kırıklığına uğrattı. Hergün biraz daha yakın kitabının yamacından giden ama asla ona erişemeyen bir konusu vardı. Tam bir hayal kırıklığı. Yalom'un yine beni bekleyen Varoluşçuşuk kitabı evde, bu kitabı yüzünden onu okumak için yine çok bekleyeceğim gibi görünüyor.

rüyalar - c.g.jung

“Ruhta sessizce olanları seyretmek çok değerlidir; en fazla ve en iyi şeyler de dışarıdan ve yukarıdan müdahale edilmediğinde olur. İnsan ruhunda olanlara o kadar saygı duyuyorum ki beceriksizce müdahalelerle onun sessiz işleyişini rahatsız etmekten ya da bozmaktan korktuğumu kabul ediyorum.”

Rüya gören ve bunu kıyısından sizinle paylaşan birine, rüyası hakkında yorumlamalar yapıldığında ya da sorular sorulduğunda çoğu kez reddeder. Rüya gören kişi, şimdi de bilinçli durumdayken o yorumu çoğunlukla kabul etmek istemeyecektir. Bu sebeple sadece etrafındakilerin derdine düşmeyen; kendi kendini de analiz edebilen zihinlerin işidir rüya yorumlamak bence. Kendi otomatizmine dair birçok referans noktası bulabileceğimiz gibi, çoğu kez anlamlandıramadığımız olaylar silsilesiyle de karşı karşıya kalabiliriz. Uyanır uyanmaz rüyayı unutmanın bile bize anlatmak istediği şeyler vardır… Bu sebeple uyanır uyanmaz yazmaya çalışmak sizi bir sonraki rüyanızı hatırlamaya yönlendirecek bir durumdur. Eskiden rüyalarımı kayıt altına alan biriydim. Bunun oldukça faydasını da gördüm. Şimdilerde yapamasam da Adorno’nun Rüya Kayıtları kitabındaki şu cümlenin beni hala çok etkilemiş olduğundan bahsedebilirim.
“Rüya, şakalarının kalitesi hakkında tasalanmaz. İyi espriler yapmak derdinde değildir; çünkü zaten herhangi bir şey yapmak istememektedir. Rüya yönelimsizdir; çünkü kendisi yönelimdir; bu nedenle rüyaların isabetli ya da isabetsiz olması söz konusu değildir.”
Tam da bu sebeple… Eğer herkesin uçtuğunu gördüğü rüya aynı anlama gelseydi, birimiz at ile bir diğerimiz uçakla diğeri ise kollarıyla uçtuğunu görüyorolmazdı. Kalıplaşmış rüya yorumlarını geçin. Kendinizi yorun… 
Bu kitabın ikinci yarısında da Jung şahsen tanımadığı birilerinin rüyalarını kendisi görmüş gibi yorumluyor. Çünkü tanımadığı birinin rüyasını yorumlamanın imkânsızlığına değiniyor. Her şeye rağmen yorumlarımızı salt bir gerçeklikle örtüştürmeniz imkânsızdır da diyor. Bilincin bir papağan gibi eğitilebileceğini, bilinçdışının ise kontrol edilemez bir yapısı olduğunu baştan kabul ederek sadece birazcık kapı aralamak için bile bu yorumlamalara girmeyi, bir ben çok gizemli bulmuyorumdur sanırım… Sırayla yorumladığı rüyalar bir süre sonra kitabın cazibesini birazcık yitirmesine sebep oluyor aslında. Rüyaları cidden hissetmekte zorlandım. Fakat bir noktada rüyaların analizini “nasıl” yapıyor olduğuna dair ipuçları alıyor olmak fikriyle okuduğumda heyecanımı tekrar kazandım. 
 

düş dokumacısı - douwe draaisma

Rüyalar üzerine birçok psikanalistten okumalar yaptım. İşin bilimsel açıklamalar ve yeri geldiğinde rakamlarla açıklanmasına ilk kez şahit oluyorum. Daha evvel ise Metis / Bilim dizisinden kitap okuduğumu hatırlamıyorum. Tüm bu ilklerimi bir yana bırakıp kitaba gelecek olursam düşte uçmayı ya da süzülmeyi görmenin serotonin etkisi ile eşdeğerliğinin kanıtlanmış olması yüzümü güldürdü. Kimse uçmaktan korkmuyordu... Anlatım içerisinde verilen birçok rüya örneği benim de zaman zaman gördüğüm rüyalara göndermeler içeriyordu. Bu sebeple örneklerin çok iyi seçilmiş olduğunu kendi adıma söyleyebilirim. Rüyalarımızda renklerin olup olmadığı sorusunu birçok kişinin cevaplayamamış olması da çok ilginçti. Ben turuncu ve kırmızı iplerin olduğunu gördüğüm rüyada ipleri renk olarak görmemiş birine turuncu ip şu, kırmızı ip ise şu diye anlatıp bağlıyor olduğumu görmüştüm. O renkleri direk gördüğümü hatırlamıyorum. Bknz. Bu bir pipo değildir gibi bir durum değil mi?... Bugüne dek gördüğüm hiçbir rüyada renk bulamadım... Bir başka bölümde görme engeli olan bireylerin rüyaları ile bizim rüyalarımız arasındaki farksızlığına değiniyordu.. Bireylere uyandıktan sonra yapmaları istenen resimlerle bu durumun ortaya koyulduğunu açıklıyor yazar. Görme engelliler kulakları mutlaka çiziyormuş, bizler ise kulak çizmeyi önemsiyormuşuz. Ama sonuç olarak gördükleri rüyayı resimlemek iki grubunda yapabildiği bir şey... Kabusları tekrarlayan kabuslar kısmının travmatik durumlardan sonra ortaya çıkması açıklamasını dikkatle okudum... Uyurgezerlik, yılan kabusları ve erotik düşler başlıkları ise cidden ilgi çekiciydi. Kadın ve erkekler üzerinden yapılan araştırmalardaki rakamları veriyordu. Rüyalara insanların yükledikleri anlamlardan, Freud'un ilk kez bu konuda fikirler üretmesi ve onun üstünden yanlışlanan, doğrulanan, eleştirilen her tür düşüncenin bugüne dek yapışmış bilimsel verilerle seyrini okumak isterseniz bu kitap tam size göre diyebilirim. Son olarak değinmek istediğim ise gece gördüğümüz rüyayı sabah kalktığımızda hatırlamıyor olabiliyoruz. Gün içerisinde bir bardak su içerken bile anında aklımıza geceki düşümüzden bir parça belirebiliyor. Bende bir defasında öyle olmuştu... Gündüz de gece de devam eden ve kendi kendini dokuyan bir bilinçdışı var karşımızda.. "Bunu beyninizin derinliklerinde rasgele sinyaller üreten hücrelerin işi, deli saçması deyip kenara atsanız bile, yine de sonuçta kendi ürettiğiniz bir şeydir, sırf bu yüzden bile tamamıyla anlamsız olamaz asla."

özgürleşen seyirci - jacques ranciere

"Öğrenci, bilgin konumuna geçmek için değil, tercüme sanatını daha iyi uygulayabilmek, tecrübelerini kelimelere dökebilmek ve kelimelerini sınayabilmek; entelektüel maceralarını başkalarının faydalanması için tercüme edebilmek ve onların kendi maceralarını sundukları tercümeleri kendi diline tercüme edebilmek
için öğrenir. Onun bu yolu katetmesine yardım edecek cahil hocanın böyle bir ad almasının sebebi, hiçbir şey bilmemesi değil, "cahilin bilmediğini bilme iddiasını" reddetmesi ve bilgisiyle hocalığını birbirinden ayırmasıdır. Öğrencilerine kendi bildiğini öğretmez; onlardan şeyler ve
gördüklerini ve gördüklerinden ne anladıklarını söylemelerini, bunu teyit etmelerini ve teyit ettirmelerini ister. Cahil hocanın bilmediği, kabul etmediği şey, zekâların eşitsizliğidir. Her mesafe olgusal bir mesafedir ve her entelektüel edim cehalet ile bilgi arasında katedilen bir yoldur -bütün o sınırlarıyla birlikte her türden sabitliği ve konumlar hiyerarşisini hiç durmaksızın ortadan kaldıran bir yol."
Ranciere'nin Cahil Hoca kitabını ne çok sevmiştim. Bu kitabı da Cahil Hoca'yı yazarken aldığı notlardan oluşuyor.

Seyircinin edilgen olma durumunun artık sona ermesini ve yaşayışla iç içe geçen sanat eserlerinin üretiminin desteklenmesini öngörüyor. Müze ve sanat merkezlerine hapsolan üretimlerin artık hareket etmesini, nefes almasını istiyor. 
Oldukça düşündürücü ve bazı yerlerde tekrar tekrar okuma isteği uyandıran çok güçlü bir kitap bence..
"Sanatın dışında kalacak bir gerçek dünya yoktur; algılarımızın, düşüncelerimizin ve müdahalelerimizin nesnesi olarak, gerçeğimiz olarak bize sunulmuş olanın yapılandırmaları vardır. Gerçek her zaman için bir kurmaca inşasıdır - yani görülür, söylenilir ve yapılır olanın birbirine bağlandığı bir mekanın inşası. ... Politik eylem olarak sanatsak kurmaca da bu gerçeği didikler, bu gerçeği polemik bir biçimde parçalayıp çoğaltır. Yeni özneler icat edip yeni nesnelerle gündelik verilere dair başka türlü bir algı ortaya çıkaran politikanın işleyişi de kurmacaya dayalı bir işleyiştir."

yasak olmayan hazlar - adam philipps

Adam Phillips okuması yapmak, Türkiye'de Engin Geçtan'dan okuma yapmak gibi bir yerde benim için. Anlaşılır, yormayan, kuramlara boğulmadan, alıntılarla ilerleyerek size anlatmak istediği konu çerçevesinde bir düşünme hali sunuyor. Yasak olmayan hazlar kitabı da daha çok eleştirmek için yaptığı alıntılarıyla ilerledi. 
İnsanların psikanalize kendi arzularının korkunçluğu ya da korkunç olarak adlandırmaları yüzünden yöneldiğine değiniyor yazar. Yasak arzu fikri olmasaydı psikanalizin de varolmayacağına... Hiçbir kural olmasaydı kendimizi güvende hissetmezdik ama tüm bunların yanında kurallar da güvenli değildir diyor. Yasakların bilişsel hale geldiği noktada, hiçbir yasağı tanımayan bebekler bile ailesinin ona tanımladığı ve çerçevelediği kurallar ve yasaklar çerçevesinde hayata atılıyor. Lawrence'in "bu yozlaşmış tabu çılgınlığına kapılan modern zihin" olarak tanımladığı zihinden cesaret ve risk ile çıkılabileceği ve yasak olmayan hazlara yönelinebileceği üzerine de duruyor. Hedonizmin varlığının birçok insanı ürküttüğü toplumda, gerçekten nasıl bir yasak ekseninde hayatı çekip çevirdiğimizi görmek için biraz güven anlayışımıza sığınmak zorundayız. Güven olarak gördüğümüz kuralların bizi daha da güvensiz hale sürüklediğine... Bunun sonu olayan bir döngü ile yüzleştirdiğine. Bir süredir üzerine düşündüğüm ve bir eylemi başından gerçekleştirmemek için kendimi ikna ettiğim tüm cümlelerimin her birinin yasaklananlar çerçevesinde olduğu ile yüzleştim diyebilirim. Bu dönem yaptığım okumalarım da beni aslında hareket halinde olarak aşabileceğim, kendimi durdurmak için kurduğum ve -biraz fazla kafa yorunca aşırı haklı gerekçelerimi- bütünüyle çiğnemem gerektiğini de bana gösterdi. Kendi kendimizi sınırlandırdığımız, yapamam, benim için kırmızı çizgi dediğimiz her şeyin bize öğretilen, güdülendiğimiz, bilişsel manada itildiğimiz, korkularımızın sonucu olduğunu görmek için o her neyse onu yaparak karar vermemiz gerekiyor. Bunu görmek, irdelemek tam da yazarın dediği gibi kuralların da  kuralsızlığın da mutsuzluğunu elimine etmek için ilk önce savaşmamız ve tanımamız  gereken şey tüm bu davranışların kökeninin ne olduğu, nereden geldiği ve harekete geçip aşılıp aşılamayacağını deneyimlemenin yasak olmayan bir haz vereceği. Yazar bir noktada tüm bunlardan yüzde yüz sıyrılabilmenin tek mümkününün hiç doğmamış olmak olduğuna dair onlarca cümle kurmuş. Ama hepimiz doğduk ve tam da bu yasak hazlarla örülü evrende cirit atıyoruz. O zaman haydi hepimize hayatta başarılar. :)

20220607

Son Bakışta Aşk - Walter Benjamin

  Son Bakışta Aşk : Walter Benjamin’den seçme yazılar kitabı Metiş Seçki dizisinden yayınlandığı için dizi ve kitap isminden de anlaşılacağı üzere Benjamin’in birçok farklı başlıkta toplanan görüşlerini bir araya getirmiş bir kitap. Nurdan Gürbilek editörlüğünde bir araya gelen metinlere Walter Benjamin’den daha evvel okumuş olduğum Tek Yön, Fotoğrafın Kısa Tarihi kitapları ve Cogito (52) : Walter Benjamin sayısı sebebiyle aşina olduğum ve çok sevdiğim metinleri ve yenilerini tekrar okumuş oldum.

Nurdan Gürbilek’in sunuş metni oldukça kıymetliydi benim için. “ Birçok bakımdan : Nesneleri soyutlamanın sağladığı imkanlarla değil, onları tek tek tanıyarak, biriktirerek anlamaya çalışır. Bilgidense, bilgeliğe düşkündür. Yazıyı ya da okumayı bir amaca ulaşmanın bir aracı olarak değil, kendi başına bir deneyim olarak görür. Her yazısında kendisini konusuna, önceki yargılarını neredeyse tümüyle unutacak kadar teslim eder. Tutarlı bir sisteme ve kuramsal açıklığa ulaşmayı hedeflemektense, düşüncesinin gergin, belirsiz uçlar arasında salınmasından bir şey umar. Hakikati zihinsel bir bütünden çok, yıkıntılarda, eski sistemlerde arta kalanda, kırık dökük parçalarda arar. Doğayı kültür tarihinin parçası olarak değil, kültürü doğal tarihin bir parçası olarak görür. Adorno, bu sonuncusunu tam da denemeciye özgü bir özellik olarak ele alacaktır. “

Ah işte tam da böyle olmak benim yıllardır üzerine gittiğim ve çok sevdiğim “amatör”lüğün doğası için nice anlamlar içeriyor. Mükemmel ya da “olmuş” olandan ziyade olmakta olanın ve o süreçteki türlü hata ve salınım özgürlüğünün insanı oluş içerisinde anlamlandırmasını ve bunu kabul eden zihinleri çok etkileyici buluyorum. Bu durum hangi hal içerisinde olursak olalım “eşitliği” de çok rahat sağlıyor…

“Bugünlerde kimse becerisine fazla bel bağlamamalı. Gücün kaynağı doğaçlama…”

Doğal tepkiler, heyecanla yapılan anlatımlar, içi dolu dolu bir merhaba demek bile çoğu kez amatör görünen ama içerisinde türlü duygu geçişini açmaya çalışan diyalektik bir durumdur. ..

Bu halleri gerçeküstücülük bölümündeki söylemleriyle teyit eder Benjamin. “Sarhoşluğun gücünü devrime kazanmak – işte tüm kitapları ve çabalarıyla gerçeküstücülük bunun peşindedir. En özgün görevinin bu olduğunu söyleyebilir. Her devrimci eylemin içinde bir kendinden geçme öğesi olduğunu bilmek onlara yetmez. Bu öğe, anarşik olanla özdeştir. Ama yalnızca bunu vurgulamak, yöntemli ve disiplinli bir devrim hazırlığını, tümüyle alıştırma ve peşin devrim kutlamaları arasında salınan bir pratik karşısında arka plana iter. Sarhoşluğun doğasının yetersiz, diyalektik olmayan bir biçimde kavranması da buna eklenir. En şaşkın haldeki şairin, ressamın, şaşıranın tepkisi olarak sanatın estetiği, bazı tehlikeli romantik önyargılara saplanır. Gizli gerçeküstücü, düşsel yetenek ve olgularla ilgili ciddi bir araştırma, romantik bir kafanın hiçbir zaman kabullenemeyeceği diyalektik bir örgüyle mümkündür ancak. Abartılı bir duygusallık ve bağnazlıkla esrarengiz olanın esrarını vurgulamak bizi bir yere götürmez. Esrarı ancak gündelik hayat içinde bulduğumuzda, yani gündelik olanı anlaşılmaz, anlaşılmazı da gündelik olarak gören diyalektik bir bakış sayesinde anlayabiliriz."

Alis, Harikalar Diyarı'ndan Tüymüş Bulunuyor: Kadınlardan Gülümseyen Öyküler

Birçok kadın öykücünün sıradan kadınları anlattığı leziz öyküler. "Kadınlardan gülümseyen" öyküler ismi bile nasıl derin anlamlar içeriyor... Tüm kargaşasına rağmen hayata gülümsemeyi başarmış öyküler paylaşılmış bir yerde... Sabahları erkenden kalkıp servisi beklemek için durağa her zamankinden daha erken gitmeme sebep olan bir kitaptı... İşe gidene dek bir öykü okuduğumda bir başka kadınla, hayata dair "içim kıpır kıpır, deniz kıpırtısız" bir sohbet tadını bu kitaba iliştirmişler.

Benim için en anlamlısı ise A. Şebnem Soysal ile karşılaşmamdı. 13-14 yaşlarındayken psikoterapi gruplarına katıldığım çocuk psikiyatristim "Şebnem Abla", Psikeart dergisi yazılarını okurken -bilmem neden- olmamıştı ama gülümseyen öyküsüne denk geldiğimde artık benim için "Şebnem" olmuştu.. Bin sevgi olsun kendisine..

Ağaçlar - Hermann Hesse

  Ağaçlar kitabı kendimi bibliyoterapiyle teskin etmeye çalıştığım bir dönemimde karşıma çıkan ve "Hermann Hesse iyi ki var" dediğim ve minnetle okuduğum bir kitap oldu.

Bu kitaptaki metinler Hesse’in tüm eserlerinin bulunduğu 20 ciltlik baskıdan derlenmiş. Okurken bir yerlere kestane ağacı dikmek, ıhlamur gölgesinde soluklanmak veya bir meşe ağacı bulup bir kez daha dönüp bakmak istiyorsunuz... Çoğunlukla bulamıyorsunuz tabii ki o ayrı; ama o duyguyu tekrar tekrar da olsa bir an evvel deneyimlemeyi istiyorsunuz. Bu çerçevede şiir ve denemelere yer verilen kitabın kıymetli ve yeşil ağaç illüstrasyonlarıyla da renklenmesi oldukça keyifli olmuş. Kolektif Kitap iç kapakta sayfa düzenini yapan kişinin adını yazmış (Semih Büyükkurt) ama illüstrasyonların sahibi hakkında bir bilgi paylaşmamış, bu cidden büyük eksiklikti bence…

Birinci Dünya Savaşı'nda Alman militarizmini protesto etmek için İsviçre'ye yerleşen, İkinci Dünya Savaşı'nda hem Nazilerin hem de antifaşistlerin ağır eleştirilerine maruz kalan Hesse, bu derleme kitabındaki metinlerde de hissedildiği türde ağaçları otobiyografik öğelerle anlatmakta. Hayatının büyük bir bölümünü geçirdiğin bir yerden ayrıldığında insan yeni yere alışmak için önce eşyalara, sonra mümkünse doğaya anlamlar yüklüyor. Beni de bu bibliyoterapiye iten şeylerden birinin bu bağlılıklar olması, kitabın tesirini oldukça arttırdı diyebilirim. Bağlılık ile bağımlılığın arasında kalın kalın çizgiler var bir yerde. .. Bağlı olmayı istemek sizin hayatla kurduğunuz o görünmez ipleri temsil ediyor. Birini sevmek de, hayatımdaki birlikte yaşamayı tercih ettiğim kitaplarım ve eşyalarım da aslında bu bağlara işaret ediyor.

Hermann Hesse bir yerde hep aynı yere tatile gidenlerin aslında iyi insan olduğunu ama bir gezgin olmadığından söz etmiş. Amaç bir gezgin gibi sürekli yeni yerler keşfetmek de olabilirdi bunu da anlıyorum; ama aslında sonuç vedalaşamamak… Vedalaşamadığın için yüklediğin anlamlar ve aldığın haz “gidiyorum ama yine geleceğim” tadı bu hazzı katlamakla, yeniden yaşanabilir kılmakla ilgili değil midir? Hep aynı yere tatile giden biri olarak da bu tür bir seremoninin parçası olduğumu kabul etmiş oldum kitapla… “Duyusal bir şey değil derinden hissediyorum doğa ile aklın etrafımda ve içimdeki sınırını.”

“…Dönerim yine usulca alıştığım şeylere
Duyarım uyuyana kadar gençlik şarkımın çınladığını”
(Rüzgarlı gece şiirinden)

Yaratma Cesareti - Rollo May

 Yaratma Cesareti kitabını haftalar evvel elime aldım ve okumaya başladığımda ilerleyemediğimi fark ettim. Rollo May’in bu durumla hiçbir ilgisi olmadığını anlamam ise oldukça zaman aldı. Çevirmen Alper Oysal, “Yaratma Cesareti üzerine” adında bir kitap yazsa bu kadar uzun yazabilirdi. Tam tamına 33 sayfa onun bana aptalmışım ve okuduğumdan hiçbir şey anlamayacakmışım gibi muamele etmesiyle geçti. Rollo May’in metnine geldiğimizde ise sürekli verdiği dipnotlarla bu süreç devam etti. Farkındalık, esrar, otantik, gebe kalmak ve daha nice kelimenin anlamlarını dipnotta vererek ve bu dipnotları yarım sayfaya kadar uzattığı görülerek bir şekilde bu kitabı eline almış okura cahil muamelesi yaptığı için çok rahatsız oldum. Bütün bunlardan sıyrılıp; önsöz ve dipnot(ç.n.) okumayacağım, çevirmenin ukalalığını unutacağım dediğimde, kitaba 10 hafta sonra tekrar döndüm…

Ve cidden, hafta sonu hobilerinizden bahsetmeyen, pazar günü ressamlığını es geçen, boş zaman aktivitesi olmayan yaratıcı sürecin bilim insanlarının, düşünürlerin oluş emeğinde yatan, bir annenin çocuğuyla normal ilişkilerinde ortaya çıksa bile çizilip sınırlandırılmaması gereken, varlığın ortaya çıkma sürecini ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkıyor yaratmak…
Yaratıcı sürecin “karşılaşma”nın yoğunluğu ile ortaya çıktığının anlatıldığı kısmı oldukça duyumsadım diyebilirim. Yaratmanın kapılıp gitmek, gömülmek, emilmek, dalıp gitmek gibi yoğun bir farkındalık ve bilinç artışı ile nitelendiğinden bahsediyor. Bir çocuğun oyuna dalıp gitmesiyle eşleştiriyor… Dans etmeye de benim benzettiğim bu tanımları, kendi üretimlerimde yaşayan biri olarak rahatlık, huzur ve çevremizde olan bitene kayıtsızlaşma olarak da görebiliriz. Kaygı ya da korkudan arınmış tamamen akmakta olan bir coşkuya kapılarak gerçekleşiyor. Bitiminde hissedilen mutluluk ve tatminin yaratım sürecinde hissedileni ise aslında coşkuya iten bir rahatsız olma durumudur diyor. Yaratma coşkusuna tutulmak isteyen biri öncelikle kaygısıyla yüz yüze gelmelidir açıklamaları ile devam ediyor metin. Burada Rollo May, Picasso’nun bir cümlesini alıntılıyor “Her yaratma edimi, ilk önce bir yıkma edimidir.” Ne zaman önemli bir fikrin ya da sanatta önemli bir biçimin öne çıkması söz konusu olsa bu yıkma edimi olmadan gerçekleşmesi neredeyse imkânsızdır diyor.

“Yaratıcılık, bilinci yoğunlaşmış insanın kendi dünyasıyla karşılaşmasıdır.”

Bilinç eşiği ve bilinçdışından gelen yaratıcılığın sadece sanat, şiir ve müzik için değil, uzun vadede bilim için de aslolduğunu ileri sürüyor.

En çok hoşuma giden kısım ise, çelişkinin yaratıcılık için bir dip dalgası olduğunu anlattığı kısımdı. Çelişki sınırları görür ve sınırlarla mücadele gerçekte yaratıcı üretimlerin kaynağıdır diyor. Akılsız kişiler kendisiyle çatışmanın kendi içinde bir uyuma vardığını anlamazlar diyerek sürdürüyor. Sınırlar olmadan yaratıcılığın ortaya çıkamayacağının anlatımını, Bauman’ın kısıtlanmadan özgürlüğün ortaya çıkmayacağını anlatmasını benzettim diyebilirim.

Rollo May’in yazdıklarını baştan sona keyifle okudum ve sonrasında dahi önsözü okumak içimden gelmedi. Psikoloji alanında çalışmaları olan May’in diğer kitaplarını zaman içerisinde okumak için listeme ekliyorum.

Amatör Kamera Gerçekliği İmge, Algı, Araç -Selda K. Hızal

 Amatör Kamera Gerçekliği kitabı Selda Hızal’ın 2011 yılında yazdığı Yüksek Lisans tezi olup 2012 yılında Agora Kitaplığı tarafından kitap olarak yayınlanmıştır. Yazarın yayınlandıktan sonra, onca sene boyunca sosyal medya aracılığı ile internet ortamındaki görüntü paylaşımlarına dair bilgilerle güncellememiş olması ise beni oldukça üzdü. Kitabın tv haberlerinden öte bir anlatımı maalesef yok.

Gözümüzle görmeden inanmadığımız süreçlerden bugün "gördüğümüz her şeye inanmalı mıyız" sürecine hızla yol aldık. Teyit etmek için bilinçdışı olarak pek çok argüman üretiyor ve kendi kendimizle o görüntünün gerçek olup olmadığı sorunsalı üzerine mücadele veriyoruz. Selda Hızal ise bu mücadelenin profesyonel kurgulanmamış, amatör üretilmiş görüntüler üzerinden en aza indirgendiğinin altını çiziyor. Nasıl ki bizim bir mobese ya da herhangi bir alanın güvenlik kamerasına güvenimiz profesyonel bir çekimden daha fazlaysa durumun ona doğru hızla ilerlediğini belirtiyor. Sonrasında ise bu amatör çekimlerin gerçekliğinin önkabulunün kanıksanmasıyla Baudrillard’ın etkisi ile simulasyon olabileceği üzerine duruyor. Saddam’ın idamı örneğinden hareketle bize açıklamalarda bulunuyor.

Seneler evvel Almanya’da geçirdiğim bir süre içerisinde bir Alman kanalında haberleri izlerken “sıradan” bir kaza görüntüsünün bile ne çok profesyonellik barındırdığını görmüş ve ister istemez Türkiye ile kıyaslamıştım. Ellerinde nispeten iyi cihazlar olmasına rağmen o haberi yine de “amatör” olarak çekiyor ve izleyenlere o an oradaymış hissi verecek bir gerçeklik elde ediyordu Türkiye. Almanya’daki haberde ise bir film izliyormuş gibi hayranlıkla izlemeye koyulduğumu ve anlamadığım o dilden keyif aldığımı hatırlıyorum. Kitabı okurken sık sık bu kıyaslama geldi aklıma. Hangisi ne kadar doğrudur “hala” bilmiyorum…
Son dönemde en çok düşündüğüm şey, elimizdeki tüm görüntü ve video alabilen cihazların elektronik ortamda üretilen resmi belgeler gibi bir e-imza doğrulama koduyla web ortamına yayılması gerekliliğidir. Bu e-imza tarih, yer, zaman damgaları ile donatılacak ve kişi üzerinden de doğrulanabilir tekil bir kodu ile sunulacak.
Bu fotoğraf, herhangi bir şehrin manzarasının fotoğrafı dahi olsa seneler sonra o şehre ait bir görüntünün arşivlenmesini sağladığı gibi, bir siyasetçinin de aslında var olmayan konuşmalarının web üzerinde yayılmasını engelleyecek bir uygulamaya sahip olurdu... ve daha aklımıza dahi gelmeyecek zilyon şeyin de kapısını açardı diye düşünüyorum.

Hep Aşka Dair: Yeni Vizyonlar- bell hooks

 Kitabı okuduğum her an daha evvel okumuş olduğum Erich Fromm'un Sevginin ve şiddetin kaynağı kitabına gittim. Çok uzun yıllar önce okumuş olduğum için tekrar okumak üzere bir plan da oluşturdum. Bu kitap ise Feminizm Herkes içindir isimli pek sevdiğim kitabın yazarı Bell Hooks'un. Kendisi de Erich Fromm'a atıflarda bulunuyor. Bunu okumuş ya da okumaya niyetliyseniz size önerebileceğim bir başka kitap da Arno Gruen'den İhanete Uğrayan sevgi ve sahte tanrılar kitabı olacak.

Bell Hooks kendi ilişkileri çerçevesinde bize neyin olmaması gerektiğine dair sağlam tiyolar veriyor. Bu kısımlar oldukça keyifli teoriden çok pratiğe dökülen bir ders gibiydi. Salt sevgiden bahsederken yalnı olmak kolay ve hayatı kolaylaştıran bağışlayışı ve geliştirici bir şey. İkinci bir kişi devreye girdiğinde ise bu tamamıyla bir iktidar öznesi olan sevgi olma yolunda ilerliyor.

Bazen Bahar - Melisa Kesmez

 Çok sevdiğim bir dostumun hediyesi olması sebebiyle tanıştım Melisa Kesmez ile. Benim için gerçekten çok keyifli bir iki gün haline geldi kitap. Sanki ben yazmışım da aradan zaman geçince okuyormuşum gibi yakın buldum kendime. yalnızlığın o kadar da yalnız bir şey olmadığını anladığım bahçelerin, yolların, tatillerin, şehirlerin kitabı gibi geldi bir an. Diğer kitaplarını da okuyacağım. Nohut Oda'yı çok merak ediyorum.

Kişiliğin Gelişimi - C.G. Jung

  Bazen mesleğim/alanım psikoloji ya da felsefe olsaydı bu kadar keyifle okur muydum bu kitapları çok merak ediyorum...
Jung okumayı hep çok sevmişimdir. Bu kitabında her ne kadar başlığı bize direk bu tür bir ipucu vermese de çocuklar ve çocukluk üzerinden büyüme, gelişim konularını ele alıyor. Ebeveynlerin çocuk üzerinde oluşturdukları tüm çatışmaların bu gelişime katkısı büyük. Evlilik ilişkisinin ise açmazlarının en çok etki altında kalanı yine çocuklar. Üstelik tüm bunlar sadece farkında olmak üzerinden çözülebilecek şeyler...

Sessizliğin Yanıtı - Bir Dağ Hikâyesi -Max Frisch

 Kurdun derisi adında bir film vardı netflix'te, kitapla filmin bir bağlantısı yok ama anımsattıkları ve resmettikleri profil aynı gibi geldi. Ve çok etkileyiciydi. Yalnızlığa alışmış insanları çok iyi tanıyor ve anlıyorum. Sanırım ben de bu hali çok sevdiğim için ayrı bir tad bırakıyor bende.. Keyifle okudum.

Lacan'da Aşk - Bruce Fink

  Kitap Bruce Fink'in aşk tanımlarının ve buna yüklediği anlamların açıklamaları üzerinden ilerliyor. Tamamen Lacan'da aşk demek büyük haksızlık bence. Arada cidden keyif aldığım birkaç bölüm olmuştur belki ama bütününe baktığımda aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi- bell hooks

 Bell Hooks'un daha evvel Feminizm Herkes İçindir kitabını okumuş ve çok beğenmiştim. Birçok kadın ve erkek arkadaşıma hediye etmiştim. Bu kitabını da yine hediye edilecekler listesine koyuyorum diyerek başlayayım. Ataerki, erkeklik, erk adına ne derseniz; kadın, erkek fark etmeksizin tüm cinsiyetler üzerinde "olmasını istediği" ve "kolayladığı" iktidar baskısını; empatiden, sevgiden ve duygulardan yoksun, şişirilmiş ego ile dolu konfor alanlarını bir bir açık ediyor kitap. Suyun akıp yolunu bulduğu yolun bizlere asla iyi gelmediğini, o yeni yolların her birimizin keşfetmek ve yeniden inşa etmek zorunda olduğumuzu söylüyor. Yaşça büyük bireylerin kendi anne ve babalarında yanlış gördüklerini, kendi hayatlarında da bilinçdışı ya da işine geldiği şekilde sürdürmek istemeye devam etmesi, devam etmemek için çabalayanların da, "kadın gibi" "kadınsı" yaftasıyla karşılaşması yine mücadelesi içinde olduğu erke hizmet ediyor. Kadınlar, feminizmden söz ettiğinde nasıl ayrışıyor, tüm cinsiyetlerin dilinde türlü dedikodulara maruz kalıyorsa, erkeklerin de feminizme yüz sürdüğündeki tutum aynı aslında. O sebeple şikayet etme ve vazgeçme lüksümüz yok. Canı yanan erkeğin de duygularından bahsetme, şikayet etme, bulduğu en çıkmaz sokakta intihar etmek değil, mücadele etmek zorunda olduğunu söylüyor feminizm. İşler yolunda gitmediğinde şiddetin bir çözüm olmadığını, bu şiddetin öldürüldüğü tarafında duran kadınlar kadar, birbirlerini öldüren erkekleri de aynı erk mekanizmasının öldürdüğünü bilmemiz ve bunu değiştirmeye biz kadınlar kadar gönüllü olmanız gerekiyor. Olduğumuz, olmamız istenen, ezberletilen tepkileri değil; düşünülmüş kafa yorulmuş, hissettiklerimizi şiddete değil, sevgiye, onamaya dönüştürdüğümüz bir dünyayı kurmamız gerekiyor. Sevgi, kişinin kendisinin ve bir başkasının ruhsal ve duygusal gelişimini besleme isteğidir. Fromm'a göre ise sevgi yalnızca his değil, eylemdir. Sevgi; özen, bağlılık, bilgi, sorumluluk, saygı ve güvenin karışımıdır diyor Bell Hooks da. Sadece işler yolunda gittiğinde tüm bunları bir arada düşünmek çok kolay değil mi? İşler yolunda gitmediğinde de önceleyeceğiniz şeyler bunlar olunca işte o zaman daha eşit, adil, erkten sıyrılmış, feminist bir dünya kuruyor olursunuz. Zor değil! Önceliklerinizi belirleyip özgürleşmek için fırsatınız var diyor Bell Hooks! Dinlemek elzem..

Yalnızlık-Henry David Thoreau

  Yazarın bu kitabından önce keşke Walden'i okusaydım dediğim kitaptır. Walden isimli bir gölün kıyısına yerleşip modern hayattan kaçan yazar yalnızlık üzerine düşüncelerini kaleme almış. Goodreads'ta okuduğum bir yoruma göre 3 metin zaten Walden'de varmış. Başlangıçta hoşuma gidecek düşünceler yer alsa da sonlara doğru bahsettiğim okuma/tanıma eksikliğini çok fazla hissettirdi diyebilirim.
Ve kitabın bana düşündürdükleri...
Karantinada olduğumuz şu günlerde akşamdan sabaha anlam arayışları ve günlük ritüellerimizi oturtmak için kimi zaman debeleniyor olmamız dışında; maddi manevi sahip olduğumuz her şeyi ve etrafımızdaki insanları gözden geçiriyor ve sorguluyoruz. Şehrin ortasında ya da bir bağ bahçede yalnız olmanın evden çıkmadığımız günlerde çok da değişemediğini varsayarsak yalnızlığın sadece bir algı savaşı olduğunu da anlayabiliriz. Oldukça kıymetli bulduğum bu zamanların tanıdıklarım üzerinde yaratacağı değişimleri görmeyi iple çekiyorum diyebilirim... Özünde ne kadar yalnız olduğumuzu hatırlattığı için ve bununla baş etme yöntemlerimizi sorguladığı için ise pandemiye teşekkürler...

Pandemi başlangıcından bu yana camın önünde kuş beslediğim için bu cümle beni benden aldı...
"Harivansa şöyle der: Kuşları olmayan bir ev çeşnisiz ete benzer. Benim evim
böyle değildi, birden kendimi kuşlarla komşu olmuş buldum; bir kuşu hapsederek değil, kendimi onların yakınında bir kafese kapatarak. "

"Bir gerçeğin tam karşısında dikilip yüz yüze gelirsek her iki yüzeyinde de güneşin parladığını görürüz. Tatlı kenarının, sanki keskin bir pala gibi, kalbimizi ve özümüzü kesip geçtiğini hisseder ve ölümlü hayatımızı mutlu bir şekilde sona erdiririz. İster yaşamda ister ölümde, yalnızca gerçeği arzularız. Eğer gerçekten ölüyorsak gırtlağımızdaki hırıltıyı duyalım ve el ayaklarımızdaki soğukluğu hissedelim, eğer yaşıyorsak işimize bakalım."

Günlük Ritüeller: Büyük Eserlerin Yaratıcıları Nasıl Çalışır- Mason Currey

  Kitap, çeşitli eser ve yaratıcıların günlük ritüellerinden örnekler veriyor. Bu ritüelleri gazete röportajlarından, otobiyografik yazılarından derlemiş. Belli bir dönemlerine eşlik eden alışkanlıkları, vazgeçemedikleri ritüellerinin olması kendime benzettiğim birçok anlatımıyla çok tatlı bir kitaptı. Zamana yayarak okudum, ara ara açıp incelemek de keyifli olacak eminim.

Bir tutku, bağlılık, sürdürme planı hayat içerisinde sürerken günlük olarak gerçekleştirdiğimiz eylemler de aslında hepimizin imzası gibi bir şey. Bunların alışkanlığa dönüşmesine izin verdiklerimiz bizi tanımlıyor. Özellikle üretmeye yüzünü sürmüş ve bunu hayat gayesi haline getirmiş insanlar –ki bence sadece onlar olmamalı- bunu bilhassa önemsiyor.

Pandeminin ilk aylarında, getirilen yasaklarla birlikte evlere kapandığımızda tüketmeyi üretmekten daha fazla önceleyenler cidden çok bocaladı. Günlük koşturmacadan el etek çektirilince kendimizle kalmak hiç beklenilen bir şey değildi. Benim için üretmek hep hayatımın odağında olduğundan sevdiklerimi özlemek ve pandeminin sabit kaygısı dışında sorun yaşamadım. Hemen hızlıca uyum sağladım diyebilirim. Fakat idari izinli olduğum dönem uzadıkça tam da bu kitabı okumaya başladığım dönemle doğru bir şey yaptığımı teyit ettiğim gibi ritüellerimi değiştirmeye çalıştım. Bir arkadaşımın tavsiyesi ile mesela saatlik planlar hazırladım. Hedefler koydum. Başardıkça iç motivasyonumu sağladım. Aslında anahtar kelime bu galiba ; iç motivasyon. Bedeninize bugünün yeni bir gün olduğunu anımsatacak ritüeller, tam da bunu sağlıyor.
Alışkanlıklar, ritüeller hayatın sakinlediği, soluklandığı, kendini hatırladığı bir hisle geliyor. Sadece kendinizle yaptığınız, size özel ritüelleriniz hayatı anlamlı kılıyor. Buna bir de meditasyon eklediniz mi değmeyin keyfinize. Kitabın ilkinde erkekler baskındı. 2. Kitabı sadece kadınlara ayırmışlar. Ara ara dönülebilecek başucu kitaplarımdan biri oldu diyebilirim. Bir de Kant’ın 5 şekerli içtiği kahveyi asla unutmayacağım sanırım.

Kafese Konan Adam -- Rollo May

 Rollo May'i o her yerde karşıma çıkan Yaratma Cesareti kitabıyla tanıdım. O kitabı okuduktan sonra da kendi kendime daha fazla Rollo May okumalıyım sözünü verdim. Kafese Konan Adam kitabı farklı makalelerini bir araya getirmesine rağmen bence birbirini oldukça iyi tamamlayan bir okuma sunuyor bize.
İnsanın ikilemini, insanın sonlu özgürlüğü ile birlikte açıklayan May, çoğu kez kimi düşünürlere atıflar yaparak, onların bakış açısını kendisininki ile kıyaslayarak okumayı kolaylıyor. Ben açıkçası Rollo May'i okurken Irvin Yalom okur gibi hissettim kendimi. Eğer Yalom seviyorsanız, May'i de seveceksiniz diyebilirim.
Biraz aklımda kalanlara ve notlarıma dönecek olursak ; sonlu Özgürlük kavramını Paul Tillich'ten alıntı yaparak açıklar. İnsanın sonsuza dek ölüme, hastalıklara, sınırlı zeka, algı, tecrübeye ve diğer belirleyici güce tabi olmasından dolayı sonludur. Fakat aynı zamanda bu güçlerle bağdaşma özgürlüğüne de sahiptir. Tüm bunlara anlam verebilir, farkında olabilir, kendi üzerindeki etkisini tanımlayabilir, bu güçler arasında seçim yapabilir ve ağırlığını birinden yana koyabilir. Yani hem doğa hem de tinini ortaya koyarak kendi dünyasını şekillendirebilir. Bu tür bir bakış açısını kimi zaman farkında olmadan yaşıyor olsak da, aslında bizi birçok konuda kaygılarımızdan kurtaracak noktada duruyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde Kierkegaardın Kaygı Kuramı kitabını listeye almamı sağlayan ve anksiyeteye bakış açıma ters taklalar attıran şeyler okudum.
Karantinada olduğumu şu günlerde bir arkadaşımla yaptığım konuşma esnasında ne kadar dış etkene maruz kalmadan(!) evin içerisinde olsam da her gün bir başka ruh haliyle uyandığımı, kimi zaman inanılmaz keyifli, kimi zaman bıkkın, kimi zaman özlem dolu, kimi zaman neşeli, kimi zaman da umutsuz şekilde haberlere bakıyor olduğumdan söz etmiştim. Bütün bu psikolojiyi yönetmek bazen zor olsa da altından kalkabilecek araçları hayatıma dahil ettiğim için kendimi şanslı hissediyordum bir noktada. Anksiyetenin sürekli kurtulunması gereken bir şey olduğunu düşündüğüm için ruh halimi iyiye yönlendirmek için bunu yapıyordum aslında. Bknz."Buraya kadar her şey yolunda" Sonra kitapta çok çarpıcı birkaç bölüm dikkatimi çekti. Anksiyete umut ile birlikte hareket eden, eğer hastalık, saplantı vs boyutunda değilse insanı harekete geçiren bir şeymiş. Aslında şunun gibi, rahatsız olmak iyidir. Bir yandan da pek çok çelişki ve çeşitlilik barındıran insan doğası matematik bir akılla kavranmasının imkansız olduğuna değiniyor. Rasyonel bir kesinliği olmayan, mütemadiyen bir huzursuzluk içinde geçen insan doğası idi aslında normal olan. Huzursuzluğu yaşamazsan değiştirebileceğin de bir şey olmazdı. Bütün bunların içsel bir bütünlüğe işaret ettiğinden söz ediliyor.
Ve buradan bireysel özgürlüğe geçiş yapan Rollo May, özgürlüğün içerisinde de potansiyel bir anksiyete olduğunun altını çizer.  Ne kadar normal ya da barbarca olursa olsun, sınırlarla bilinçli bir şekilde yüzleşmek bir özgürlük eylemidir, der. Çünkü bu kişinin elini ayağını bağlayan öfkesinden azad eden bir kabulü getiriyor. Özgürlüğün kendisi muğlak ve düşüsellikten uzak olan değil de anksiyeteleriyle yüzleşerek, aşabilecekleri araçların kendisine özgü olduğunu bilerek, endişelerinden kaçmayarak ortaya çıkacağını anlatır. İyi yönetilen bir anksiyetenin yaratıcılığın da bir yönünü oluşturduğundan bahseder.

Bu kitaba dair belki saatlerce yazabilirim, anlatabilirim. Belki yıllar sonra okuduğumda farklı şeyler yakalayabilirim. Bilmiyorum, tek bildiğim kafese(evime) konuşlandığım şu dönemde bana çok ama çok iyi geldiği...
Umarım size de iyi gelir.

Dipnot: Yayınevine de ilettiğim bir sorunu var kitabın. Biraz fazla göze takılan, imla hatası, kelimelerin ve eklerin yanlış yazımları söz konusu. 2018 baskısı idi bendeki. Tekrar baskı yapmış mıdır bilmiyorum. Neyse ki kitap güzel de çok sinirim bozulmadan okudum.

Evin Bilinçdışı - Alberto Eiguer

  Evin Bilinçdışı kitabı bir psikanalist tarafından kaleme alınmış, bu kısmı oldukça ilgimi çekmiş, almaya karar verme sebeplerimden biri olmuştu. Üstelik Alberto Eiguer, çift/aile terapisti. Kitaptaki bazı konu başlıkları; İç habibat kavramı, aile mahremiyeti çerçevesinde, miras, nesneler ve mobilyalar, ev inşa etmek, onarmak, taşınmak, aile bağlarının iskelesini kurmak...
Bedenin bütünleyici parçası mı, kapısını kilitlediğinizde kendinizi güvende hissettiğiniz alan mı, geçmişinize götüren bir köprü mü, içerisinde bir dakika dahi kalmaya tahammül edemediğiniz anılar mı? Ev nedir sizin için?
Ev dediğimizde aslında kişilere göre çokça değişkenlik gösteren bir alan çıkıyor karşımıza. Ben bu kadar çeşitlenebileceğini bu kitapla daha iyi anladım diyebilirim. Bir de bu pandemi döneminde tam bir yıldır evimde son 10 yıldır hiç vakit geçirmeğim kadar çok zaman geçirdim. 10 yıldır değiştirmediğim mobilyaların yerini son 1 yılda defalarca değiştirdim. Yani okurkenki heyecanımı ve kendimce anlamlandırmalarıma dair biraz olsun tüyo verebilirim sanırım. Miras, aile, taşınma konuları çok ilgimi çekmese de -belki gelecekte daha çok teyit edeceğim bilgiler içeriyordur- genel olarak sevdim.

Ev Yapımı Bir Paraşüt -Berrak Yurdakul

 Berrak Yurdakul budizm üzerine çalışmalar yapan, kendi hayatını da bu öğreti üzerine dizayn etmiş, korona sürecinde birçok konuşmasına rastlayıp bana iyi geldiğini hissettiğim biri. Ne vakit onu dinlesem çözümlemem gereken bir şeyler varmış hissi gelip içime oturuyordu. Kitaplarını inceledim ve Ev Yapımı Bir Paraşüt kitabı ile okumaya başladım. Başladığımda Konuşmayan Tavus Kuşu Camio'yu hatırladım. Bir başka kitabı. Ben o kitabı Dost Kitabevinde inceleyerek yeni keşifler yaptığım bir dönemde edinmiş ve okumuştum. 2003 yılından bugüne tekrar hatırlamak nefis oldu. Ev Yapımı Bir Paraşüt kitabı aslında bir meditasyona giriş kitabı. Benim gibi sadece duyduğunuz, asla yapmadığınız, ne olduğunu kulaktan dolma bilgilerle bilen biri iseniz kesinlikle doğru bir kitap diyebilirim. Fakat zaten biliyor ve deneyimlemişseniz de sizin için tekrar olacaktır, pek yanaşmayın derim. Bu kitabı okuma sürecimde karşıma sanki hayatı burada yazan her şeyi özümseyerek çıkan bazı kişiler gördüm. Umarım annem dinlemez podcastinde Elif Key'in ve Kalben'in konuşmaları bana işaret verir gibi direk karşıma çıktı. Sanki planlanmış bir şeymiş gibi inanılmaz mutlu oldum. Sonra bu durumun aslında ne kadar yaygın olduğunu kavradım okudukça, aslında ben geride kalmıştım. Meditasyon dediğimizde aslında en özet anlamıyla zihnimizin eğitilebilir olduğu gerçeği diyebiliriz. Yani kendimizi çoğunlukla olumsuz olan kaygı ve geçmişe dair düşünce bulutları içerisinde buluyoruz hepimiz. Bu düşünceşerin birbiri ardına hızla akıp geçiyor olması ve çoğunlukla da bizim birine kapılıp bambaşka başka olumsuz şeyleri düşünmeye başlamamız hepimizin gerçeği. Meditasyon ve beraberinde nefes terapisi, sizi o anın içinde kalmaya çağırarak bir süre sonra zihninizi eğittiğiniz ve sizi bu kadar yormayan biri haline gelmenizi sağlıyor. Bunun dışında çeşitli acı, ağrı, kayıp gibi hallerle nasıl baş edeceğinize dair de ipuçları veriyor. Kitabın en son sayfasında onlarca kaynakça var. Bunu bitirirken görmek beni çok sevindirdi. Kitapta bir kurgunun içerisindesiniz.  Meditasyon eğitmeni ve iki öğrenciyi görüyoruz. Biri sanki bizim kafa sesimizmiş gibi sürekli olumsuz cümleler kuruyor, diğeri de daha anlamaya çalışan tarafta. Bu kurgu hem okumayı kolaylaştırıyor hem de bizim aklımızdan geçen soruların cevaplarını bize sunuyor. Okuyucu olarak arada bize de seslenilmesi dikkati toplamamıza yarıyor. Bazen anlatım tekrarları olsa da bence bu gerekliydi diyorum şimdi bitirdiğimde. İlk kez bunları duyan biri için farklı yönlerden olaya bakmak daha verimli oldu. Şimdi sırada Berrak'ın Senin Hakkında yedi şey düşündüm kitabı var. Onu da okumak istiyorum. Meditasyon yapmaya başladın mı diye soracaksanız da şu an dağınık zihnimi tanımaya çalışıyorum. Ne gibi durumlarda daha çok dağılıyor, karışıyor ve kendine gelmesi ne kadar sürüyor. Bence insanın kendisi ile ilgili keşfedeceği şeylerin asla bitmemesi müthiş bir his.

Geçecek mi? - Gökhan Çınar

 Gökhan Çınar'ın Katarsis ve Geçecek mi youtube programlarını çok severek takip ediyorum. Kitaba başladığımda da yine bir başka tanımadığım belki hiç şahit olmadığım mücadelelerin içerisindeki insanlara seslenmeler olarak okudum. Sanki yazar bir seanstan çıkmış ve biriken tüm yükü bize deneme şeklinde anlatarak kaleme almış gibi geldi. Bu ağırlığı hissettikçe okuma sıklığımı azalttım. Çünkü okumanın kısa sürmesini istemedim. Kişilerin yaş, cinsiyet vb hiçbir bilgisini bilmiyoruz, bir genel hitap söz konusu ama okudukça kendimize dair de bazı seslenişlerle karşılaşıyoruz. Tercihen teğet geçip bazılarında da uzun uzun konakladığımız ruh hallerine dair kısa okumalar yapmak isterseniz doğru kitaptasınız.

Eş Benlik: Bir Psikanaliz Çalışması - Otto Rank

  Eş benlikten kasıt bazen olmayı istediğimiz kişi ya da haller; bazen kötücüllüğünün içinde kaybolduğumuz bencilliğimiz; bazen aynada bakınca görüp aşık olduğumuz ve onu öncelediğimiz narsist kişiliğimiz, personamız ve birçok türü... bu sayısız hale dair çeşitli edebi metinlerden ve filmlerden örnekler sunuyor Otto Rank. Bahsettiklerinin hiçbiri izlememiş, çok azını okumuş olsam da dipnotlar ile bu açık kapatılmaya çalışılmış. Bu esnada yorucu dipnotlar oluşmuş. Dostoyevski ve Poe hakkında verdiği örnekleri bir tık ilgi ile okudum diyebilirim. Kitabın narsizm ve eş benlik bölümü daha çok ilgimi çekti. Bu bölümde ise narsizmin ölüm korkusu ile ilişkisini sonsuza dek genç kalma isteği olarak açıklamış. Bu kişilerin çoğunlukla başarısız intihar girişimleri olduğunu ve ölüme meydan okuyarak korkularını attıklarından söz etmiş. Buradan benim aklıma başa baş at koşturmak fikri geldi. Kazanma hırsında boğulmak da narsistlerin bir nevi kafa tutma şekli değil midir?

Gülme - Komiğin Anlamı Üzerine Deneme - Henri Bergson

 Kitap düşünürken yazılmış gibi bir havada ilerliyor, galiba sadece sonuç bölümü tatmin edici diyebilirim. Hayvan ya da cisimlerde güldüğümüz şeylerin insansı şeyler olması konusuna değiniyor. İnsanın da doğal neden sonuçları şaşırttığında komiğe yaklaştığını. Karşındaki insanın bunu daha evvel düşünüp kurguladığını düşündüğün ama bundan çok da emin olamadığın anlar gibi.. Biraz matematiksel bir durum gibi gelmeye başladı kitabı okuduktan sonra. Espiri yeteneğimi kaybettiğimi düşündüğüm şu günlerde tam beklentilerimi karşılamasa da biraz bu konuya kafa yormamı sağladı diyebilirim.

Harman Yerinde Aşk _ D. H. Lawrence

  6 öyküden oluşan bir kitap. Edebiyatın erotizm mimarlarından olan yazar, sekse dair tek kelime etmeden inceden dokunuyor. Dönemiyle değerlendirince çok sıradışı bir şey yapıyor aslında ama bizim dönemimiz için yavan geldi bana açıkçası.

Şeffaflık Toplumu Byung-Chul Han

 Kitapta yazar bize, olumluluk toplumu, teşhircilik toplumu, apaçıklık toplumu, porno toplumu, ivme, teklifsizlik, enformasyon, ifşa, kontrol toplumu başlıkları üzerine her biri ile ayrı ayrı kitaplar yazılabilecekken 5-6sayfalık özet, hap bilgiler ile fikirlerini sunmuş. Tam da bu sebeple okumaya başladığımda karşı çıktığım çok fazla şey oldu. Sonlara doğru -ki kitap zaten 70 sayfa- yazarın dilini ve ne yapmak istediğini kavradığımda dingin bir okumaya eriştim. Sonra bazı başlıklara geri döndüm. Bazı görüşlerine katılmasam da en hoşuma giden düşünce güven alanımızın nasıl kontrol alanına evrildiği idi. Her şeyi bildiğimizde güven gereksizleşir. Şeffaf olmak güven yaratır, yerine şeffaflık güveni ortadan kaldırır diyor yazar. Şeffaflık toplumunda kontrol devreye girer, bu da aslında özünde güvensizlik ve şüphecilik getirir. Artık kontrol listeleri ile hareket etmek üzerinden ilerleyen toplum, buyruk gibi sunulan şeffaflık talebine uymak zorunda bırakılır. Bu da çok tekrara düşen birbirimizi kontrole iten işin içinden çıkılmaz bir hale sürükler.

Kitabın başlıkları üzerine konuşmak istediğiniz birileriyle zaman zaman okuyup tartışabilirsiniz. Yazarın kısa ve öz anlatımı sizin daha çok soru sormanıza ve tartışmanıza fırsat sunuyor.

Cinsel Ahlakın Boygöstermesi - William Reich

 Roheim, kadının bu cinsel eylemden haz almamasının, aile birliğini bozacak aldatma eylemlerine girişmemesi için yapılmasını öyle korkunç bir erk yapı kurgusunda aktarmış ki, cidden tiksindirici idi. Cinselliğin çeşitli tabu ve yasaklarla kısıtlandıkça bu baskı menzilleri insanları zaman geçtikçe ruhsal rahatsızlıklara, absürd ve kapalı kapılar ardında türlü sadist düşlere yönlendirdiğine değiniyor. Tüm bunların değişmesi için belki milim milim özgürleşme temelinde aldığı yolun bile kıymetli olduğuna da değiniyor. El ele tutuşmayı, öpüşmeyi yasakladığınız yerde o çok şaşırdığınız seks görüntülerini görmek bir tesadüf asla değil. Bknz. #bebek
Anne babasının birbirine sarıldığını, öptüğünü görmeyen çocuklara sevmenin, bu hislerin özgürleşmesinin normalliğini anlatırken attığınız kırk taklayı düşünün. Sonra bu kırk taklanın erkekleri birçok konuda bağlamadığını, o hiç konuşulmayanın belli bir yaşa geldiğinde birdenbire özgürleşmesinin getirdiği sapkınlıklarını. Özellikle kadınlar üzerinde çok uzun süre kalan baskının ise deneyimsiz, bilgisiz ve kör cahil eylemlere ittiğini. Konuşulamayan, bilgisizliğin dibinde yaşadığımız eylemle doğuruyor, çoğalıyor; olmamasının artçı psikolojik etkilerinin ilaçlarla baskılamaya çalışıyoruz. Hepimize topyekün tedavi gerektiği kesin. Yine de milim milim aldığımız yolu azımsamayalım diyip bitireyim.