20100427

Emibian, Elika ve türevleri



Eminim bunların bir isim olduklarını dahi düşünmediniz. Ve eminim şimdi düşününce de gülümsemediniz. Hani aklınıza çılgın bir fikir geldiğinde gözleri faltaşı açan insan gülümsemesinin yanından dahi geçmediniz. O zaman yaklaşın yamacıma, anlatacaklarım var.

Bir karakter düşünün hiç olamadığınız kadar mutsuz. İsmi cezbediyor sizi. Onu yaşamak istiyorsunuz ama yapamıyorsunuz. Çünkü siz başka birisiniz.

ve ben size şunu söylüyorum:




"Karakter her zaman karakterdir. Nasıl mı insan olurlar? Pokemon izleyip camdan atlayan çocuk gibi hissetmiyor musunuz bazen kendinizi? Tek şansınız ölmemiş ve hala kendinize bakıyor olmanız! Bakmak için bir geçmişi olmayan kurgu mahsulü karakterlerin dünyasında ne işiniz olabilir ki? O karakterin yaratıcısı bile kendisi "öyle" olamadığı için yaratmıştır ve "tam" yapmıştır her şeyi onda. Siz de o tama meyil edip kendi "yarım" insanlığınızla "olmaya" çalışıyorsunuz. Yok öyle bir şey. Karakter karakterdir ve hiç bir zaman insan olmayacaktır. İnsanı tamamlamak bir ömür sürecekken, karakterin öttürdüğü boruyu öttürmek hırsızlık olacaktır."

Sonuç olarak, aynaların içerisinden geçen biri olmayı isterdim. O Elika'ydı. Seneler önce yazmaya çalıştığım asla tamamlanmayan öykümün baş karakteri.  Aynaların içerisinden geçen biri olmayı isterdim, sizin siluetinizin en derininde konaklayan...Kokunuzu kokusu yapan.  Denedim ve ellerim kanıyor hala. Bu kanın bir ömür boyu akmayacağını biliyorum. Sizin siluetinizin ise hep o aynada kalacağını. Ve benim de o aynaların içinden geçen biri olma isteğimin hiç geçmeyeceğini.


20100421

ve tanrı mazoşisttir




-sanırım çaba kelimesi burada devreye giriyor...ne yaptın ? ne yaptın ..emek ? değer ? hani diyorum...sanırım alışkanlık bu...alkoliklerin el titremeleri gibi bir alışkanlık...biliyorsun o son yudum hiç bitmeyecek...ve biliyorsun içmeye devam edeceksin..şişenin sonu yok ki ?

- aslında şişenin sonu var. bir son var sen sarhoş olduğun an. ama tabii ki sen ayık değilsin o an. hatırlamıyorsun. hatırlamayacksan bu sonu neden oynayasın ki? neden biçilmiş rollerin adamı olasın ki. önceden tahmin edilesin de iyi mi olsun. ne gerek var buna dimi ama. ara ara ufak rollerde hayata/hayatlara oynamak var. bazen sokak köşesindeki küçük adam. bazen büyük dünyalar hayalinde birden kaybolan insan... sarhoşsun ne de olsa hatırlamıyorsun/hatırlamayacaksın... oynamaya lüzum yok.

-çoğu şeye kayıtsız kalışım ne ile açıklanır?

-yığınlar hoşuna gidiyor. anı yığınları. ve sen her şeyi yaşayıp yaşayıp kenara koyuyorsun. bazen bu neyin anısı falan diye kişiden çok sadece anıya, bazen de bir cümleye, sözcüğe odaklanıyorsun. anı kişisi ya da durumu seni çok ilgilendirmiyor. anının kendisi ön planda. olaylara duygularınla bakıyorsun. anılar senin duygularına hitap ediyor. kişiler/olaylar/somut varlıklar ise mantığına. ve sen duygularını kullanmayı seviyorsun hayatında. Duygu dediğim sana ait olanı sende hissettirdikleri ön planda olan şeyler. başkasının ki umrun değil pek... 

mantık "başlangıç, son, süreç"; "gelişme, giriş, sonuç"  hepsini ister. sen istemiyorsun. tercihin değil, gereklilik değil. yaşadığın her şeyin belki de bir gün sen nereye koyarsan koy karşına çıkacağına/çıkması gerektiğine inanıyorsun.

"mazoşist birisinin karar vermesi, tehlikeye girmesi gerekmez; hiçbir zaman yalnız değildir o- ama bağımsız da değildir: bir bütünlüğü yoktur, tam olarak doğmamıştır henüz."*

ve tanrı mazoşisttir.o hep oluşmaya çalışan bir şey. başka başka bünyelerde sürekli ama sürekli oluşuyor. bir türlü olamıyor! olursa bitecek. olduğunda bu bir son olacak. Tanrı da sonları sevmez. Mazoşist bir Tanrı kendisi dışında kimseye çözülmez.

Ve Tanrı senin de içinde işte şimdi, benimse kelimelerimin zincirinde o bitmez hükmünü sonsuz öncesi bir kez daha yemekte....

* Sevme Sanatı-Erich Fromm