20230130

Yeni Enerji Kültürü - Luce Irigaray

 İnsanlar arası ilişkilerin olumlanabilmesinin en temelinde yatan cinsiyetsizliktir. Cinsiyetinizin hayatının yönetmesine engel olmanızdır. Feminist psikanalist olan yazar, doğal enerjimizi tersine çeviren ve ona şekil veren erk ile savaşıyor. Kalıpların dışına çıkmanın sadece ve sadece o enerjiye yön vermek ve onu yok etmemekte olduğunu vurguluyor. İncecik kitap... Tekrar tekrar okunası...

Biri Ötekidir: Kadınla Erkek Arasındaki Yeni İlişki ya da Androjin Devrim - Élisabeth Badinter

 30 yaşında okuduğum kitap, ben 3 yaşındayken yazılmış. Müthiş bir kitaptı! Tekrar tekrar okuyasım var... Savunulan tezin cümle halleri, hayatın tam içinden örnekler.. Tabii görmek isteyene..

İçsel Çatışmalarımız - Karen Horney

 Yazarın daha evvel Kadının ruhsal yapısı kitabını okumuştum. Bu kitabı ise sadece kadınlarla ilgili değil. Freud'un üstüne katbekat teoriler koyan ve onu yanlışlayan oldukça doyurucu bir kitap. Bibliyoterapi için uygun...

Amok Koşucusu - Sahaf Mendel - Stefan Zweig

 Servisle işe gelirken ön camda yazan "Allah korusun" yazısını "Amok Koşucusu" diye okuduğumdan beri merak ettiğim bir kitaptı :) Sahaf Mendel öyküsünde ise bilge bir sahaf meslektaşlarıma (kütüphanecilere) çok pis giydiriyor! :)

Lili Brik'e Mektuplar - Vladimir Mayakovsky

 Şu an basımı olmayan bu kitabı yine vazgeçilmezim olan site nadirkitap.com'dan aldım. Lili Brik'in Mayakovski'ye cevap mektupları kitapta yer almasa da ne kadar yanıtsız kalan bir aşk ile karşı karşıya olduğumuz apaçık. Mayakovski'nin imza gibi çizdiği köpek resimleri çok tatlıydı :)

Ben Sen Biz: Farklılık Kültürüne Doğru - Luce Irigaray

 Biz'in yaratımı, ben ve sen üzerindeki doğru oynamalarla gerçekleşecektir. Kimse kendisinden memnun olmadığında biz için yatırım yapmış olacaktır. Çok azını bildiğimiz ve çok çok daha fazlasını bilmemiz gereken ben ve senler...

Bir Şeyler Eksik: Aşk, Cinsellik ve Hayat Hakkında Bilmek İstemediğimiz Şeyler - Bülent Somay

 Kitabı bir türlü sevemedim. Mevzulara çok basit bakan paragraflar şeklindeydi. Facebook durumlarının derlemesi gibiydi.

Solak Kadın - Peter Handke

Roman, eşinden ayrılıp çocuğuyla yalnız kalmayı tercih eden bir kadının birkaç gününü aktarıyor. Güzel ve naif kurgusunda kadının bu cesaretinin ve kırılmalarının resmi çok iyi çiziliyor.

Olağanüstü Masallar - Jorge Luis Borges , Adolfo Bioy Casares

 Kitabın yüzyıllık hikaye, masal, hurafe gibi şeyler anlattığına dair bir kanıya vardım. İçerisinde çeşitli tarihler, tanınmış isimler vs. yer almakta. Kısa kısa ilginç anektod, masal, hikaye, olay yer alıyor. İlginç bir okumaydı.

9,75 Santimetrekare - Mehmet Eroğlu

 Kitap Gezi Direnişi ile başlayıp, Doğu'da bir köyde yetişmiş Kürt bir çocuğa uzanan; bugün ve dün arasında güzel geçişler barındıran ve Gezi'ye tekrar yüz sürerek eşcinsel birinin yanında soluklanan bir roman. Yavaş ve sindirerek okunmalı.

Şiddet, Siyaset ve Medenilik: Karabasanlar İçinde Türkiye - Étienne Balibar , Pınar Selek , Ahmet İnsel

 İlk basımı 1999'da yapılmış olan bu kitabın, iyi ki 2013 Haziran olaylarından sonra yeniden basımı yapılmış. Şiddet ve siyasetin dili ve yöntemi olan ve kaçınılması çok zor olan bu durumun dönüşümleri ve dönüştürme şekilleri üzerine konuşmalar... Kitaptaki üç isim de uluslararası bir konferansta bu metinleri sunmuş.

Ay ve Şenlik Ateşleri - Cesare Pavese

 Yaşama Uğraşı'ndan sonra Pavese'nin romanlarını çok merak etmiştim. Fakat bu kitabı benim için biraz hayal kırıklığı oldu. Beni bir türlü içerisine alamayan kurgusu vardı. Çok fazla kopmalar yaşayarak okudum. Çok fazla isim, şehir, olay, dalga dalga geçişler.. Bir diğer kitabı Yalnız Kadınlar Arasında'yı okuyana dek kesinlemeyeceğim Pavese hakkında düşüncelerimi; çünkü günlüğü olan Yaşama Uğraşı'nı çok sevmiştim.

Talihsiz Kadın - Richard Brautigan

 Talihsiz bir kadından bahsetmek istiyorum diyerek başlar günlük yazmaya Brautigan... Yazar, yazar, yazar... Dağılır, toparlanır, toparlanamaz ama yazar...Kitabın sonlarına doğru hatırlar, kendini asan talihsiz bir kadından bahsedecekti...Bahsedemeden bitirir. Ama bahseder, siz deyin ki kendinden bahsetti. Elinize, dişinize dokunur şeyler söylemez ama insanın kendisine söylemek isteyip de hep geçiştirdiği gibidir sanki bu süreç. Okurken sanki Jarmusch filmi izliyormuş izlenimine kapıldım. "Bir şey anlatmayacağım." ya da "mithiş bir son bekleme" anlayışını kabul edene dek hep gözlerimi dikerek bakmıştım onun filmlerine de, sonrasında kendi hayatımın geçişliliğine kapılarak izlemeye alışmıştım. Brautigan'dan okuduğum bu kitabında da buna benzer bir hava vardı. Pek çok şeyden söz etti. Hatta pek çok şeyden aynı anda söz etti, biz gibi.. ben gibi.. yaşarken ki kaygısızlık hakimdi. Ta ki o an geçene kadar... Sevdim diyebilirim, diğer kitaplarını da okuyarak kendimi teyit etmek üzere koydum kenara...

Kadından Kentler - Murathan Mungan

 Murathan Mungan'ı okumaya başladığım seneler liseyi takip eder. Başlamamla bitirmem bir oldu diye hatırlıyorum. Kadın öykülerinden oluşan bu kitap bitirme sebeplerimi hatırlattı diyebilirim. Aslında bir öykü kitabından tat almanın yönteminin aralar vererek okumak olduğunu daha önce tespit etmiştim. Ama bu kitapta da bunu yapmaya çalışsam da tutunamadım. Bir kadın olarak bana farklı bir şey söylemiyordu Mungan. Gereksiz uzunluktaki öyküleri de vuruculuktan uzaklaşıyordu. Belki kadın olmamdan kaynaklı diyerek, Erkeklik Hikayelerini de yakın olmayan bir zamanda okumak istiyorum.

Uçan Spagetti Canavarının Kutsal Kitabı - Bobby Henderson

 -Neyi temsil ediyoruz?

-İyi olan her şeyi.
-Neye karşıyız?
-İyi olan her şeye.
Butik din din olarak, kendisine Pastafaryanizm kısa ismiyle FSM diyen bir din sunumudur. Boby Andersson, 2005 yılında 25 yaşında iken kaleme aldığı bu alternatif dinin peygamberi ilan etmiştir kendisini.
Gelmiş geçmiş dinlere, bilim adamlarına ve kendini "ilan" eden pek çok kimseye bir karşı duruş sergilemektedir FSM. Üstelik kendisine bile karşı olmayı içinde taşıyarak. Dogmayı bütünüyle reddeden bu inanış, kendisini şu cümlelerle açıklamaktadır: "Birisinin dinini değiştirirken, mesela Hristiyanlıktan Pastafaryanlığa, onları başka bir Tanrı'ya ikna etmeniz yeterli değil, aynı zamanda temelsiz ama güçlü bir inanca sahip olmanın, düşünmekten daha kolay olsa da bizim yolumuz olacağına da ikna etmeniz gerekli. Başka bir deyişle FSM dogmayı bütünüyle reddeder." Yazarın, pardon peygamberin bu kitabı yazarken çok eğlendiğini sıklıkla gözlemleyebilir ve arada sırada da olsa zeka pırıltılarına şahit olabilirsiniz. Uçan Spagetti Canavarı, varolan safsatalara inanacağınız yerde buna inanın demek gibi bir şey oluyor neticesinde. Sorgulanabilir, ve hataları gün yüzüne çıkarıldığında size "Bu sözde hataların hepsi Uçan Spagetti canavarı tarafından takipçilerinin inancını sınamak için yerleştirildi...Herhangi bir dinin geniş kitlelere yayılabilmesi için, içinde belli bir miktarda tutarsızlık bulunması gerekir. örneğin: hristiyanlık, islam vb. cevabını verecektir.
Uçan Spagetti canavarını Tanrısı ilan eden FSM, onu resmederek aslında hayatın her alanında ve geçmişte de kendisine rastlanabileceğini dile getirmiştir. Eski dönem duvar yazılarının içinde, ünlü ressamların tablolarında yer alan Uçan Spagetti Canavarı oldukça ilgi çekici ve baştan ayağa ironi yüklüdür. İnsan evriminden, kivi kuşlarının uçamayışına, bilim insanlarının teoremlerinden, parasız bırakılan öğrencilerin makarna yemeye itilmesine, aslında FSM'ye yaklaşmaları için bir komplo teorisi olduğuna açıklık getiriyor. İnsan evriminin korsanlıkla başladığına inanan FSM, yanılgı ve gerçek başlıklarında insan evrimini incelemiş.
Amerikan kültürünü daha yoğun olarak baz alarak anlatan Handersson, aslında inanılmayacak bir din sunarak inanmamayı bir din olarak görüyor da diyebiliriz. İnternetten de dinin resmi bir sitesinden görüldüğü kadarıyla, pek çok taraftar toplayıp, çok eğlenceli korsan ve spagetti canavarı kıyafetleriyle süslü partilere tanıklık edebiliriz. Tshirt, banner, çıkartma gibi dini sembollerinin yer aldığı materyalleri de edinebiliyoruz.
Kitabı okumak bir o kadar eğlenceliydi ama bir o kadar da gereksiz gördüğüm için bu kadar detayı paylaştım diyebilirim artık sanırım.

Sözcükler - Jean-Paul Sartre

 Sartre'ın 59 yaşındayken yazdığı özyaşam öyküsüdür bu kitap. Kendi çocukluğuna, özellikle ilk okul ve öncesi yıllara kadar her şeyi net ve çözümlemiş olduğunu görüyoruz.. Üstelik sadece kendi yaşamı değil, anne-baba-dede ve diğer aile üyelerine de aynı itina ile yaklaşır. Babasız büyümüş olan Sartre, annesi ve dedesi ile büyümüştür. Onların gösterdikleri ilgi ve sevgiyi bile eleştiren ve kendisindeki eksik/yanlış yönlerin kaynağının bunlar olduğunu düşündüğü cümleleri çok ilgi çekiciydi. Gerçekten oldukça objektif bir şekilde kendi hayatını kaleme alabilmiş. Cesaret gerektiren bir bakış açısı ve yorumlama görüyoruz. Yaşadıklarının edebiyatına olan etkisini de gözlemleme şansını vermekte olması açısından kitap benim için çok değerli.

Sokrates'in Savunması - Plato

 Öğrencisi Platon tarafından kaleme alınan bir eser. Sokrates M.Ö. 400'lü yıllarda yaşamıştır. O dönemde Yunan şehrinin Tanrılarına inanmamak, yerine başka başka Tanrılar koymak ve bu şekilde gençliğe kötü örnek olmakla suçlanmıştır. Ölüme mahkum edilen Sokrates, ölmeden evvel açılan davada kendi savunmasını yapmış ve Platon o öldükten sonra bu eseri yayınlamış.


Sokrates, ahlak felsefesinin temelini atmış bir filozoftur döneminde. Ve bu eserde bu anlamda ciddi bir kaynak niteliğindedir. İnsanın öncelikle kendini bilmesi kendini tanıması sonrasında da diğerlerini eleştirme hakkına sahip olmasını savunan Sokrates, çok fazla desteklediğim bu görüşü Tanrı ve kahinlere yönelttiği eleştiri oklarıyla temellendirmiştir.

Kurbağa Prens: Yetişkinler İçin Bir Masal - Stephen Mitchell

 Ben, yeğenim Asi Deniz'e Kurbağa Prens hikayesini "öpmüş prens olmuş, prens hiç tipi değilmiş beğenmemiş" diye anlatırdım. Ama bu kitap benden daha çok uçmuş:) Daha büyük beklentiler içindeydim ama hafta sonumu renklendirmeye yetti.. Kurbağa Prens:yetişkinler için bir masal-Stephen Mitchell'

Arka kapak yazısı beni benden almıştı. paylaşayım:)
"Bir kadını bir kurbağaya âşık eden nedir? Sayısız kadın zamanın başlangıcından bu yana, gecenin bir yarısı, yatak odasının tavanına bakarak aynı soruyu kendi kendine sormuştur. Ve eğer bunun cevabını biliyor olsaydım, sizi temin ederim hiçbir maddi kazanç gözetmeksizin bedavadan açıklar, insanlık tarihinin en ulu hayırseverlerinden biri olarak sayılmayı' mutlulukla karşılardım. Cevabı maalesef
ben de bilmiyorum. Tek bildiğim bu kadının bu kurbağaya nasıl âşık olduğudur.(...) Geçtiğimiz günlerde araştırmacılar,
eskiden kurbağa olup da şimdi mutku bir evliliğe sahip birkaç yakışıklı prensi inceledi (Birkaç diyorum, çünkü filozofun da dediği gibi mükemmel evlilikler hem zordur hem de ender bulunur.) Bu eski kurbağalar bir konuda hemfikirdi. Büyük değişim için üç şey gerekliydi: Kesin bir bilinçsizlik; duvara fırlatılmaya rıza ve mutlaka, hayal gücü yüksek bir kadının sevgisi. Bir de dördüncü olarak sabır gereklidir. Evet, hem de büyük bir sabır çünkü
fırlatılmayla çarpışma arasında geçen süre bazen onlarca yıl alabilir.”

Kadın - Simone de Beauvoir

 Kitabı sonuç bölümüne kadar diken üstünde okudum. Simone de Beauvoir'nın dilini biliyor ve düşüncelerini tanıyorum. Fakat bu kitabında bence çevirisi dolayısıyla [ Simone'un feminizmi sonradan kabul etmesiyle alakalı bir durum da olabilir] büyük sıkıntılar var. Kadının toplumsal yerini, kişiliğini, ekonomik ve cinsel devrimini anlatırken kadınların aslında çok iyi anladığı ama erkeklerin kullanabileceği ifadelerle ve kadının zayıf noktalarını anti tezini ya da alt yapısını anlatmadan durumu açık eden bir dil kullanmış olması beni çok rahatsız etti. Ta ki sonuç bölümüne kadar... Kitabın sonuç bölümünde ise, kadın ve erkeğin aralarındaki ayrılıkları bir kenara bırakarak, yarış içinde olmaktan ziyade kardeşlik içinde yaşamanın bir yolunu bulmak zorunda olduğu bunun sadece kadınları değil erkekleri de bağlayan bir durum olduğunun altı çizilmiş.



"Kadını kurtarmak, özgür kılmak, onu erkekle arasındaki ilintilerin daracık dünyasına kapatmamak demektir, yoksa bu ilintileri yadsımak değil; kadın, kendisi için var olmaya devam edecektir: iki cins de, hem birbirlerini özne olarak kabul edecek, hem de karşılarındaki varlık için başkası olarak kalacaktır; ilişkilerindeki karşılıklılık , insanoğullarının birbirinden ayrı iki kategoryaya bölünüşünün doğurduğu arzu, tutku, aşk, düş, serüven gibi mucizeleri yok etmeyecektir; ve hepimizi heyecanlandıran vermek, elde etmek, birleşmek gibi sözcükler yine aynı anlama gelecektir; insanlığın yarısının köleliği ve bunun getirdiği bütün o iki yüzlülük yok edildiği zaman ortaya çıkacaktır insanlık denen "varlık kesimi"nin gerçek anlamı ve yine ancak o zaman kadınla erkek arkadaşlığı gerçek yüzüne kavuşacaktır."

Günlük - Oğuz Atay

 Oğuz Atay'ın, 1970-1977 arası, hayatının son yıllarında yazdığı günlüğü. Daha çok eserlerinin oluşum süreci; yapmak istedikleri, okumalarından notları ve farklı okumalarını birleştirdiği çağrışımları olarak ele almak mümkün. Kesinlikle tüm eserleri okunduktan sonra okunması gerekli bence. Ben Eylembilim ve Oyunlarla Yaşayanlar'ı okumadığım için eksiklik hissettim. Özellikle bir yazarın bir romanı ya da öyküyü kurgularken ki çatışmalarını çok iyi gözlemleme fırsatı veriyor.

Ve son yılları... Hastalıkla geçen son yıllarda yazdıkları her ne kadar çok derine inmese de, yine yapıtlarıyla ilgili planlarını aktarsa da çoğunlukla, yine de çok yürek burkucu...
Sağ tarafı el yazısı, sol tarafı ise dizgiden geçmiş olması da ayrı güzel. Çoğunlukla el yazısından takip etmeye çalıştım, bu imkanın verilmesi çok keyifliydi.

Varoluşçuluk - Jean-Paul Sartre

 Varoluşçuluğun temel ilkelerini, tanımını, yanlış anlaşılmasına varana kadar özet ve kısaca anlatan bir kitap. İyi bir başlangıç kitabı olduğu kesindi, önce Bulantı'yı okumamış olsaydım tabii :)

Not: Kaynakçaya dikkat!

Bulantı - Jean-Paul Sartre

 Bu kitapla birlikte yazarların kendilerinden birinci tekil şahıs kullanarak söz etme yöntemlerini kesinledim. İlki günlük şeklinde, ikincisi mektup, üçüncüsü ise Tutunamayanlar ve bu kitapta görüldüğü gibi birinden geride kalan notlar, kaıtlar, defterlerden aktarım şeklinde..

Bulantı, tüm bunların da ötesinde Sartre'ın "varoluşmak" kelimesini ilk kullandığı yapıtıdır. Nesnelerin de bireyin dışındaki her şey gibi etkisiz ve kesintisiz varoluştuğuna değiniyor. Ayrıca, bireyin öncelikle kendisine karşı yönelttiği oklar, kendinden yola çıkarak tüm topluma yönelir. Bazı yerlerde okurken feci duraksamalar yaşattı ve kitabı elinizden bırakıp dakikalarca düşünmeme tabiri caizse düşün-e-memeye sebep olmuştur. "Kıpırdamamak" en önemlisi bu diyerek "varoluşuyor" oluşunu anlattığı zamanlar içimizden akan bir soğuk suyu hissettirip mideye yönelirken bir kasıntı meydana getirmiyor değil. Abartı yok ki! Israrla yok! Tekrar okumam gerekli... Sartre'a dair her şeyi ama her şeyi bilmek istiyorum....

Duino Ağıtları - Rainer Maria Rilke

 Rilke'nin tam on yılda yazdığı on ağıt...Hepsi birbirinden etkileyici olduğu kesin. Yüksek sesle okumak cümleleri daha bir derinleştiriyor. Bazı yerlerde o derinlikte kaybolmamak elde değil. Başucumda uzunca süre kalacak gibi... Hangi ağıta elimi atsam can yakıyor. Salt aşk, özlem, insanlarla sınırlı değil içerik. "İnsan" olan yanlarımıza ağrılar giriyor okurken, o kesin...

Yaşama Uğraşı - Cesare Pavese

 Şair, eleştirmen, öykü ve roman yazarı Pavese'nin, ömrünün son on beş yılında tuttuğu günlükleridir. Yazarın bir otel odasında intihar ederek hayatına son vermiş olduğunu bilmek; günlükleri okurken benim oldukça kuşku içinde kalmama sebep oldu. Bazı cümleleri insanlara ve hayata dair çıkarımları hep yaşama direnç göstergesi içerdiğinde kuşkuya düştüm. Ama ölmek isteyen biri her gün ölümden söz etmez değil mi? Bazı cümleleri bu yüzden beni oldukça sarstı. Vazgeçmişliği, yenilgisi, hırsı ve kötücülüğü çok derin ve çok gerçekçi...

Altı Ay Bir Güz - Bilge Karasu

 Sayfalar satırların ağırlığından bile kendini bizim ellerimizde yok edecek haldeler. O kadar narin, kırılgan, seçici...Bazı cümleleri kendi kaosundan bile çıkamayıp, kendi kırılganlığıyla bir bir kesiliyor bileklerinden. Yarım, yarım atıyor sanki bu yazarın kalbi de, bizim oğlan bizim kız diye dokunamıyoruz tümcelerine... Yıkılıveriyorlar karşımızda, bizi de kendi gölgesinden korkar bırakıyor bir başımıza, kitabın tam da ortasında...

Sevginin ve Şiddetin Kaynağı - Erich Fromm

 Şiddetin sevgi üzerindeki üstü kapalı maskesi, narsizmle en belirgin şekilde ortaya çıkmakta. Tüm bu maskeler aslında bir bir ölüm sevgisine, yaşam sevgisine, anne-baba sevgisine yakıştırılmaktadır kitapta. E. Fromm, sadece kendi görüşlerini değil, Freud başta olmak üzere Spinoza, Marx gibi başka filozofların da görüşlerini yansıtıyor; yeri geldiğinde eleştiriyor olması güzeldi.

Aşk - Cogito Dergi

 Aşkın karşılıklı, karşılıksız, öldürücü, vurucu, zaman çalıcı ve mutlu sonlu türlü doğalarına örnekler sunan bir Cogito dosya konusu. Tanınmış yazarların sevgililerine mektuplarına da yer vermeleri oldukça ilgi çekiciydi. tekrar tekrar okunası bir sayı olmuş...

Anılar, Düşler, Düşünceler - C.G. Jung

 Jung'ın kendi ağzından hayat hikayesi kaleme alınmış. Çocukluğunda geçirdiği epilepsinin kendi iradesiyle meydana geldiğine inanması çok ilginçti. Freud ile olan ilişkisi ve onu reddettiği dönemler.. Hastalarıyla terapileri esnasında yaşadıkları, bize aktardığı anektodlar ve din hakkındaki düşüncelerini açık ve anlaşılır şekilde aktarılmış..

Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay

 Başka başka Selimler, Olricler... Babama Mektup ve Demir yolu Hikayesi öyküleri en çok hoşuma gidenlerdi. Mektuplarının kişiselliği çok ilgimi çekti ki gönderilmemiş olmaları bu kişiselliğin başka bir tanımıdır bence...

Sevme Sanatı - Erich Fromm

 Sevmek eyleminin nesnesinden, öznesinden bağımsız bir yeti olarak gerçekleşmesi gerektiğine inanır Fromm. Kitabındaki daha çok (Freud'un öğrencisi olma özelliğinden kaynaklı) Freud'a bir başkaldırı, onun söyledikleri yanlışlama gibi bir yola başvurmuştur. Bu belli noktalarda rahatsız edici bir üslup oluşmasına neden olsa da sevgi çeşitleri ve saplantılı sevgi biçimleri üzerine yazdıkları oldukça ilgi çekicidir.

Godot'yu Beklerken - Samuel Beckett

 Her gün aynı yerde Godot'un gelmesini bekleyen iki kişi ve karşılaştıkları herkesi Godot sanan, bir müddet sonra birbirlerini dahi tanımayacak veya dün ne yaptıklarını dahi unutacak kadar Godot'u beklemeye odaklanacaklardır...Monotonluk, bir müddet sonra insanın varoluş amacını hatta varoluş şekillerini, yeri/zamanı/kişileri unutturacak denli kapsayıcıdır. Monotonluğun adı bu kitapta Godot'yu beklemektir. Godot kimdir? Neyin nesidir? bir önemi yoktur. Onu beklemek eylemi ondan öteye geçmiştir artık. Bu tıpkı sürekli yaptığımız şeylerdeki kişileri yok etmek gibi. Sadece eylem kalır geriye...Varoluş anlamını yitirir. Eylemler hiçliği getirir...

Dava - Franz Kafka

 Bilinmeyenin huzursuzluğu, tedirginliği, kuşkusu ve şüphesi...Kendisine açılmış olan dava hiç bilmediği bir suçtan ötürü serbest olarak yargılanmaktadır K. Bu dava ile ilgili ayrıntı öğrenmeye çalıştıkça çıkmaza girmekte ve etrafında yine benzer suçlardan yargılanan birilerini gördükçe anlamlandıramamaktadır. Herkesin olağan karşıladığı bu dava ona sadece huzursuzluk vermektedir...

Nadja - André Breton

 Nadja'yı ikinci kez okuyorum.. Hala ulaşılamaz ve inanılmaz çekici...



Nadja ilk okuma : Haziran 2006
O kadar çözümlenemez, o kadar tanımlanamaz, bilinemez ve ele geçirilemez ki Nadja. Ona aşık olmak ayrı bir lütuftur sanki. Öyle bakılması gereken bir aşktır Nadja'ya olan aşk... Esrarengizdir, çekicidir.. Kanatıcı bir sızısı vardır onun sevgisinin. Bu sevgiyi yaşayabilecek tek insan da sürreal hayatı özümsemiş Breton'dur. Resimlerde gizlidir onun sevgisi, fotoğraflarda, kendi gözlerinde, kendi içinde... O kadar içinde ki, çekip çıkarmak yine kan akmasına bir sebebiyettir. Dedik ya bu aşk kanatıcıdır diye... Başka bir şey işte..

Göçmüş Kediler Bahçesi - Bilge Karasu

 Bir kez daha okumuştum; sevdiğimi biliyor ama tam anlamıyla onu anlayabildiğimi düşünmüyordum. Şimdi okuyunca yine sevdiğimi biliyor ama anlamak için aynı kitabını değil başka kitaplarını okumam gerektiğine karar verdim.



__
ilk okuma yorumum : (Ağustos /2008)
Önceleri çok karmaşık bir yapıda olduğunu düşnsem de çok lezzetli öyküleriyle Bilge Karasu'ya hayran oldum bir çırpıda. Günlük yaşamın gerçeküstü ögelerle bezeli yapısı merak uyandırıcıydı. Sevdim ben bu adamı!
__
Kendim gibi bir adam buldum uzun bir aradan sonra. Kirpi konuşturup, balık tutarken kolunu balık tutmuş balıkçının o hiç kimsenin göremediği kolun balık şeklinde oluşunu bilen biri.

-Aaa, koluna ne oldu?
-Balık yuttu!

Artık sen de biliyorsun. Ama görmemekte direniyorsun. Balık şeklinde o kol artık. Bütünleşmiş acısıyla.

-Bügun neyin var?
-Sevgilimden ayrıldım.

Artık sen de biliyorsun. Bugünkü benin kendi istemiş ve bütünleşmiş acısını. Ben görüyorum, sen sormaya devam ediyorsun.

Bir kirpi vardı ya cümlelerimin taa en başında, işte;

Kirpiyle konuşan adam: Bilge Karasu
Kitap: Göçmüş Kediler Bahçesi.

Okunduğu tarih: Göçmüş Yase'nin kendine dönüş günü.

Bu kitabı okuyan herkes bunu bilmeyecek. Tıpkı o kolsuz adamı görüp balığı görmeyecek, benim o günkü acımı hissetmeyecekler gibi. Ama ben sayesinde şu vakit bunu bilecek.

Peki ne değişecek?!

İnsanın Özü - George Derwent Thomson

 Bu kitap yazarın Karl Marx alıntılarıyla sürüp giden kendi yorumlarıyla, birey olarak insanın özünü oluşturan şeyin aslında toplumsal gerçekliğinin olduğunu anlatmaktadır. Toplum içerisindeki ilişki, üretim, çalışma, işbirliği ve emek kavramlarının bizim özümüzü açığa çıkardığı ve genel bir insanlık tarihi gözetildiğinde bir gelişim gösterdiğimiz, toplumsallaştırdığımız anlatılmakta. Sanatın siyasetten ayrışamayacağı ve halka inebilen bir sanatın yeni toplum için sanat anlayışının da egemen olması gerekliliği gibi çıkarımlar bulunmakta.

Sürrealist Manifestolar - André Breton

 Daha önce sadece ilk manifestoyu okumuştum. İkincisi de eklenmiş bu kitaba. 2. Manifesto tam olarak bir manifesto devamı olmamakla birlikte, gerçeküstücü olarak ilk manifestoyu kabul edenlerin sonradan farklı mercilerde söyledikleri ve gerçeküstücülüğe uymayan davranışlarının eleştirisi gibiydi.

Öteki - Fyodor Dostoevsky ,

 Etrafındaki herkesten şikayet etmek için doktora giden Goldyadkin, birdenbire kendinden şikayet etmeye başlayan biri olarak bulur kendisini. Üstelik doktoru dahil herkesin yaptığı da budur. Herkesin istediği de... Şikayet ettiği kişi kendisine tıpatıp benzeyen ismi ve işi kendisininkiyle aynı olan bir Goldyadkin, bazen hep haklı gördüğü tarafları da olması ilgi çekicidir. Pek sevdim ben bu kitabı..

Ziyan - Hakan Günday

 Hakan Günday'ın askerden geldikten sonra yazdığı, askerliğini yapmakta olan bir eri anlattığı romanı. Erin askerlikle birlikte bozulan psikolojisi etrafındakilerin etkisi ya da etkisizliği kaleme alınmış. Şizofreniye varan bir bozuk ruh hali sonrası, sonu Atatürk dönemine varan bir sinirlilik hali... Olması gerekenler ve hayatı olması gerektiği ile birlikte ziyan edenlerin hepsi bir arada...

Genç Bir Şaire Mektuplar - Rainer Maria Rilke

 Kendisine şiirlerini mektupla ulaştıran genç bir şaire cevap olarak yazdığı mektupları. Daha çok şiir, hayat, yalnızlık üzerine denemeler okuyormuş gibi hissediyorsunuz. Güzel bir pazar okuması oldu benim için, tadı hala damağımda :) Remzi Kitabevi'nin 1963 basımını okuduğum kitabın sonunda Rilke'nin birkaç makalesi ve hayatının incelemesini de bulmuş olmak benim için hazine gibiydi. Yeni baskılarda mevcut mu bilmiyorum.


"Alnını indirerek, teper kendinden sınırlayanı, bağlayanı
Geçer çünkü yüreğinden şahlanarak o ölümsüz olan, dönüp dolaşan"

Yazıyla Çiziyle Darwin ve Evrim Kuramı - Yoksun Bırakılanlar İçin - İldeniz Kurtulan , Ümit Kartoğlu

 1987 yılında ilk basımı yapılan kitapta çizgilerle oluşturulmuş Darwin ve Evrim Kuramı (Darwinizm)'in aanlatımı yer almakta. Darwin ortaya koyduğu evrim teorisi yansımalarıyla ele alınıyor. Dönemin düşünürleri tarafından eleştirilen, açıkları tamamlanan, geliştirilen ama hep Darwin'in oluşturduğu ana kurama bağlanan bir dönemi çizgilerle anlatmış. Oldukça açıklayıcı bir kitaptı.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar

Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi bir enstitü kurmanın öncelikle inanmakla başlayacak bir serüven olduğunu kabul etmek gerekli tıpkı Halit Ayarcı gibi..Ahmet Hamdi'nin eski Türkçe kelimeleri sık kullanarak yazdığı bu romanda dünyanın çeşitli ülkelerinde bu enstitünün kollarının kurulması ve insanlara zaman konusunda bir kılavuz yaratma aşamaları romanın sadece bir yönü...
Bunun dışında Hayri İrdal'ın bazen anlatıcı bazen roman kahramanı olduğu bu romanda, "kitlenin kalite tüketimi", "psikanaliz", "modernleşme", "moda", "otomatizm", "zaman" kavramları ön plana çıkmaktadır.
“Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır."

Tehlikeli Oyunlar - Oğuz Atay

 Oğuz Atay'a başlamak da bitirmek de çok zor. Yazarın çok az kitabının olmasına rağmen hayatımızın her alanına parmak basan öz eleştiri yeteneği paha biçilemez. Tehlikeli Oyunlarda yine bu silahı (öz eleştiri) büyük bir itina ile kullanan yazar, yazdıkları ve yaşadıklarıyla eşine az rastlanır kurgusuyla günler boyu bizi hayattan alıkoyup tekrar onun içine fırlatma gücüne sahip...


Hikmet'in iç ses ve dış sesleri arasındaki o ince çizgi her an aşılmaya hazır önümüzde duruyor roman boyunca. Nefret ettikleri, hayatı, çocukluğu, sevdikleri, kayıpları, kazanamadıkları; yani onu kendisi yapan şeyler...

Tutunamayanlar romanına çok yakın bir işleyişle, hatta sonunu dahi aynı karanlık çukura çıkaran anlatımıyla bize başka bir "reddetme" kitabı bırakmıştır Oğuz Atay.

Herkesin oyun oynadığı ama tek bir kişinin onlarla oyun oynuyormuş gibi ilgilendiği hayatında Hikmet Benol, tehlikeli olan bu oyunda gidebileceği son noktaya dek ilerlemektedir.

Aşka ve Kadınlara Dair, Aşkın Metafiziği - Arthur Schopenhauer

 Aşkın o iki paydaşından biri olan ve sorumluğunu taşıyan kadınlara yergi dolu, aşağılayıcı tanımlamalar kullanarak öne çıkartan Schopenhauer, kadın nefretiyle birlikte bir ilişkiye tarafların zaafları ve eksikleriyle bakılması ve bu şekilde kabul edilmesi fikrinde. Bu fikirde sorun yok ama kadın değinilerini çok sinirlenerek okudum. Aşka ve kadınlara dair alt başlığı ile yayınlanan kitapta, yazar kadın nefretini boşalttığı gün gibi ortada. Kitabın yazıldığı dönemi düşünerek bazı imtiyazlar tanımaya çalışsam da ı - ıh!

Suç ve Ceza - Fyodor Dostoevsky ,

 Acımasız bir katilin işlediği suçun açığa çıkarılmasına kadar geçen sürede "herkesin" ya da "hiç kimsenin" suçlu olmadığının gidip gelmelerinin akıcı bir dille anlatan yazar, Raskalnikov'un portresini etrafındaki insanlar üzerinden çizmeyi başarmıştır. Bu portre bazen ölü olan kadına yapılan atıflarla renklenmiş görülebilir. Bu renkler onu bazen daha suçlu kılmış bazen de bir melek ilan etmiştir.


İnsan psikolojisinin suç ve ceza ekseninde incelendiği bu romanda "ceza" olgusunun kişinin kendisi veya etrafındaki insanlar tarafından anlamlandırılması arasındaki fark sıkça gözlemlenmiş ve romanda farklı bir tat oluşturmuş.

"İyi suçlu" "Kötü bir suç" işlenmiş olup romanda suçun kötü olmasının üzerinde durulduğu kadar iyi suçlunun da iyi olmaya devam ediyor olması bir ironi oluşturmaktadır.

Bir Yılbaşı Öyküsü - Vladimir Dudintsev

 Durmadan geriye doğru akan kurulu bir saat mi yoksa alelade gördüğümüz boyumuz kadar büyük bir baykuş mu zihnimizi canlandırabilir?

İnsan yaşamını sıra dışı bir zamana kurgulayan bu öyküde yazarın "zaman her yerdedir" teması dikkat çekiyor. Herkesin hayatının sona ermesi için beklenen bir süreç var ve bu süreç hiç de sandığımız kadar uzun değil. Sadece hayatının kendisine kazandıracak bir şeyi olmadığını düşünenler için uzun bir süreç. Onların da zaten ne görecek bir baykuşu ne de kurulu saatleri var yanı başlarında.
Öyküde bunu "farkında olanlar" arasında da sezgisel bir temas olması dikkat çekiyor. Herkes herkesin zamanının değerli olduğunu bilir. Ölüme yakın olan uzak olana doğru cisimleşir... Bir baykuş görünümünde algı boyutları gözlerini hiç kapatmadan insanları izlemeye gelir.
Zaman sonsuzluğunda yaşamaya teşvike gelen bir baykuş, bir saat, sizi yaşadığınız hayatın uyarıcı öyküsü olmaya aday "bir yılbaşı öyküsü" adlı öyküyle yanı başınızda. Okuyun ve zamanı hissedin derim.

Saklı Rönesans - M. Bülent Kılıç

 Türkiye'de sol edebiyat oluşumları/dergileri/hareketleri için bir hat.

İnceleme ve araştırmalarla 1960-1970 yıllarında çıkan dergilerin manifestoları, savundukları ve başaramadıkları ..

Refakatçi - Perihan Mağden

 Oldukça sıradan bir hayat yaşayan kadın bir gemi seyahati için aranan çocuk refakatçisi ilanıyla hayatına farklı bir yön verir. Refakatçisi olduğu çocuk için hayatının vazgeçilmez bir parçası olmaya başlayan bu kadın, hayat onun gibi bakmaya, onun neret ettiği insanlardan nefter etmeye başlar. Bir müddet sonra kendisi ve çocuk arasında sıklıkla "gel-git"ler yaşamaya başlar. Asıl olması gerekenin kim olduğuna ve şu an şu vakit ne yapmaya karar verse çoğunlukla aksini yapıyor olduğuna şaşırmaktadır.Tek bildiği ve gördüğü çocuğa çok değer veriyor olduğudur. Tüm bunlara rağmen refakat ettiği bu çocuktan kopmanın yollarının ararken hiç olmadığı kadar kaybolmuş bir haldedir o koskoca geminin içinde. Gemiden ayrılamayan ama en çok da ayrılmayı arzulayan sadece odur.


Bir çocukla konuşulmayacak şeyleri konuşur, paylaşılmaması gerekenler ağzından bir bir dökülür ve kurulmaması gereken cümleler kimi zaman çocuğun kimi zaman da bu kadının cümlelerine ortaklık eder.

Bu iki insan, birbirlerinin bu kadar olmaması gerekenini barındıran bu iki insan birbirlerinden nasıl uzaklaşacaktır? Ya da uzaklaşması gerekmekte midir? Bunu gerçekten isteyip istemediklerini nasıl anlayacaklardır?

İroni yüklü duygusal bir bağdır anlatılan. Perihan Mağden'den ilk kez bir roman okudum ve hayattaki pek çok şey gibi süreç sonuçtan güzeldi, sevdim diyebilirim..

Toplum Sözleşmesi - Jean-Jacques Rousseau

 Yönetilmeden bir hiç olan toplu yaşama düzeni için "tasarılar", "planlar" prototip devlet düzeni anlatımı.

Hepsi olmak zorundaysa da tam anlamıyla gerçekleşmiş olduğu düşüncesi süper olurdu. Ama bugün sanki bu kitap okunup tam aksi ne varsa uygulanıyormuş gibi hissettim. Planı var ama planının dışında işleyen bir sistemin çarklarında dönüyoruz...

Canistan - Yusuf Atılgan

 Yusuf Atılgan'In ölmeden evvel yazmaya başladığı ve yarım kalmış kitabı. YKY her ne kadar yarım kalmış gibi görünmediğini iddia etse de oldukça yarım..

Yusuf Atılgan tanıma serüvenimin bir parçası bu kitapta yine ona hayran kaldım. Normalde tasvir sevmeyen biri olarak Atılgan hep akılda kalıcı ve bir nebze içime işleyen yapısıyla romanı tamamlamış. Belki şu vakit çok soru işareti var, bitmemiş olduğu dürtüsüyle oluşan ama yine de güzeldi.

İnsancıklar - Fyodor Dostoevsky

 Dostoyevski'nin 1946 yılında 25 yaşındayken yazdığı bu roman öksüz bir kıza aşık olan yaşlı bir adamın mektuplarından oluşmakta. Birbirlerine hayatları hakkında bilgiler sunan ve değer verdiklerini gösteren şeyler yapan bu iki kişinin mektuplarını bir çırpıda okuyup düşünmeye koyuluyorsunuz.

Hayvan Çiftliği: Bir Peri Masalı - George Orwell

 Politik romanların iki uclu yergi yetili yazarından bir kitap daha. Sistem eleştirisinin büyüklere masal anlatır gibi dile getirmekte. İnsanları hayatlarından çıkaran hayvanların, insanların olduğu bir dünyada tekrar insana dönüşmeleri kaçınılmazdır. Sürekli değişen kurallar ve eskiyi anımsayanların yalanlanması ve kandırılmasının ne kadar kolay olduğunun bir göstergesi. Bir çırpıda okunan bu kitap 1943-1944 yılları arasında yazılmış olsa da hala bize bir şeyler çağrıştırabilir durumda. Bu çok ürkütücü bir düşünce ama bundan 63 yıl sonra bile okunduğunda aynı şeyi hissettireceği ortada.

Bir Delinin Hatıra Defteri - Nikolai Gogol

 Kitap üç öyküsünden oluşuyor. Üslubunu çok sevdim Gogol'un. Okuyucuya "yazarın bunları neden yazdığını bilmiyorum" vs. gibi konuşmalar var. Bu öyküyü neden yazdım bilmiyorum ya da bu bilgi belki gereksiz ama ben yine de söyleyeyim gibi söylemler var.

Hırsızın Günlüğü - Jean Genet

Gerçek bir hırsız, eş cinsel, toplumun ahlaki yönünün karşısında duran yazar. Kendi öyküsünü kendi kaleminden, kendi aşklarını, ihanetlerini bu günlükten aktarmış. Dönemin yazarları ilk romanını okuyunca başkanlığa dilekçe vererek müebbet hapisten affını sağlamışlar. Bu yazarlar arasında Andre Gide ve Sartre da var.

Yalnızız - Peyami Safa

 Anne - kız aynı erkeğe farklı zamanlarda aşık olunca, aşık oldukları erkeğin kız kardeşi de oğluna-abisine aşıksa.. Ve bu aşkların da ötesinde birbirine bu kadar yakın duran insanların, aslında ne kadar uzak oldukları Peyami Safa gözüyle vurgulanırsa. Bu uzaklık sadece ve sadece içsel olanda saklı ve bu romanda bunun en iyi yansıtıcısı. İç sesle, dış sesin birleştiği noktalarda insanı düşündüren pek çok an vardı kitapta. Kurgulamak karakterlere sıfatlar yüklemek kolay, okurken canlandırma sineması misali kareler de bir bir akıyor.

Parma Manastırı - Stendhal

 Çok az insan mutlu olur ama bu kitaptaki karakterler o çok az insan sınıfına giremez. Aşık olmanın acı çekmekten geçtiği, inanmanın sancıları ve işkenceyi artırdığı bir dünyada kavuşmak çok zor koşullar altında gerçekleşmekte hatta gerçekleşememekte.

Gerçekçi bakıldığında toplum içinde farklı olan insanların acı çektiği ve çekmeye müsait olan yapılarıyla Stendal romanında karşımıza çıkıyor.

Yüzyılın Aşkları - Can Dündar

 10 çift. Birbirinden tanıdık simalar olan 10 çiftin aşk hikayesi. Hepsinin de ortak özelliği kadınlarının acı çekmeye mahkum edilmesi. Yalnız bırakılması, anlaşılamaması..

Ünleriyle tanıdığımız insanların günlük hayat ve işleyişlerinin arka planında yaşananlar, çok sevdikleriylee birlikte tanımamız için fırsat.

Tıkanma - Chuck Palahniuk

 Victor Mancini. İsa olmanın dayanılmaz ağırlığı. Anne prototipinin Paige Marshall'da hayat bulması. Her şey yalan. Yalana inanmaksa aslında her şey değil. Hayat birilerinin bizim deli olduğumuzu sanıyorken kendilerinin deli olduğunu ört bas etmesiyle geçiyor. Ve Victor da bu sistemde merkez n0ktada. Herkes deli ve herkesin ona deli olduğunu söylemesinin ötesinde o bir İsa.



Choke / Tıkanma filminin romanıyla kıyaslaması

Ben ısrarla söylüyorum romandan film yapmak çok iddialı bir iştir diye. Üstelik Chuck Palahniuk'un romanı Dövüş Kulübü gibi büyük bir işin hakkını vermiş adamlar varken ortada (bknz. David Fincher), bu hüsranı neden yaşatıyorsunuz izleyiciye..

Çok çok daha iyi bir oyuncu seçilerek ve daha karanlık bir atmosferle bu işin üstesinden gelinebilirdi. Ben kitabı okurken daha çok tiksinmiş ve merak etmiştim. Oyunculardan anne dışında hiçbir karakter kitaptaki gibi karikatürize ve psikopat tipini yakalayamamış anneyi de ortada iğreti bırakmıştır. Geçişler oldukça başarısız olup, kitabı okurken merak ettiğim her şey filmle saçma sapan bir durağanlığa bürünmüştür.

Kitabın bir dönem Türkiye'de bile yasaklanmış bir yayın olmasını akılda tutarak izleyince, filmde yasaklanacak bir şey bulamadığımı da itiraf etmeliyim. Romana göre oldukça yetersiz cinsellik anlatımı mevcuttu.

İzleyecekseniz vazgeçip, kitabını okumanızı öneririm. Filme hiç el sürmeyin bence.

İlk okuma - Temmuz 2004

İşkence Bahçesi - Octave Mirbeau

 1899'da yazılan ve 19.yy'ın en mide bulandırıcı kitabı olarak nitelenen roman.

Avrupalının ayıbı Doğu ülkelerinin merhametsizlikleriyle örtüştürmek maksatlı yazılmamıştır bu kitap.
Ya da dünya insanları işkenceyi romanda görsün de değildir olay.
Çin'de bir bahçe, o bahçe ki yaşadığımız dünyadan farksız, otlu böcekli, ağaçlı olmayı bırak insan ve kan kaynayan...
Ne diyorduk, Çin'de bir bahçe, İşkence Bahçesi, evet ya Çin işkencesi...
Bir eğlence parkı, stres atıp kahkahalarla yırtınacağınız bir mekan, ürkekliğimizden, korkaklığımızdan cesaretimizden ilham alınıp bize sunulan Çin kölelerinin "işkence" deki anları. Mekan : İşkence Bahçesi.
İşkence edilen vücutların önünde yaşanan bir sevgi. İşkenceye eş zamanda var olan bir aşk.
Aşkı yaşatmak için iki taraf gerekli. Biri aynı zamanda işkence görenlere aşıksa, onu böyle mi kabul etmeli! Etrafımızda işkenceyi eğlence görenlere müsama göstermenin yolu sadece aşık olmaktan geçmiyor demeli.

Octave Mirbeau herkes işkenceye aşık, geri kalanı ise herkese aşık demekle yetinmemiş! Bir gün herkes işkenceye olan aşkından ölecek de demiş!

Kozmik Haydutlar - A.C. Weisbecker

Kuantum fiziğine merak salmış bir Bandito için hayata "felsefe" arayışı.
Olup biteni kozmik ve atomlar dünyasına göre yorumlayarak şaşırmaca oynamak ve oynatmak çabası.
Her şey olup bittikten sonra şaşıranın yazar mı, okur mu olduğu ikilemini yaşatan bir kitap.

Ninni - Chuck Palahniuk

 Tüm insanlığı bir "şiir" "ninni" ile öldürebilirsiniz. Sıradanlaşmışları, çok konuşanları, işinizi görmeyenleri ve sizi sinirlendirenleri...


"Ninni"nin "Kalken büyücüsünü" keşfedenleri ise eski usul ile öldürürsünüz. Bir silah alırsınız elinize. Yaşamaları gereksiz ya da zararlı ise Dan...dan... dan...

"Yabancıları kasten öldür ki, sevdiklerini yanlışlıkla öldürmeyesin."

Yatak Odasında Felsefe - Marquis de Sade

Sodonizm
Sadizm
MAzoşizm
Ahlak(!)dışı kurgu
Şiddet
Arzu
Kan...

Empatinin Yitimi: Kayıtsızlık Politikası Üzerine - Arno Gruen

 Kurban durumuna düşmüş insan

Hissedilen insan
kendini yakıştıramayan insan
uygun rolün gereğini tartışan insan...
Geçmişten günümüze "empati" şekillemeleri ve kayıtsız kalmanın nasıl bir güç gösterisine dönüştüğünün anlatımı...

Nietzsche Ağladığında - Irvin D. Yalom

 Bir baca temizliği...

Breuer-Bertha
Nietzsche- Salome...
İki kadın iki erkek üzerinde kol gezdirdiği düşünceler ve bu düşünceleri kurgulayan kadının aslında hiçbir faktörünün olmayışını fark etme çabası.
Anlamak, ama önce kendimizi anlamak...Yaşamak, yalnız yaşamayı göze alıp insanlarla yaşamak.
Önce kendimizle konuşmak, sonra insanca, pek insanca yaşamaya çalışmak.
Tüm bunları fark edip, oturup ağlamak...

Dinle Küçük Adam - Wilhelm Reich

 Çok uzun süredir karşılaştığım ama hep okumayı ertelediğim bu kitap benim için ertelemekte hata ettiğim listesine girdi. cümlelerin yapısına alışamazsanız biri size yergi dolu cümlelerle konuşuyor ve ironiyi atlarsanız da eziyor gibi hissedebilirsiniz. ama alıştığınızda seveceksiniz.

İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri, Birinci Kitap - Erich Fromm

 Savaş, kıyım ve insan kırgınlığı üzerine aktarımlar.. Erich Fromm'un bir kitabında ilk kez bu kadar tıp diline maruz kaldığımı hissettim. Yine de güzel bir okuma seyriydi. Birini öldürmeden de kıyıcı olunabilirliği, insan ve hayvan edimlerinin yıkıcılık üzerinden kıyaslamaları, insanın kendisi ile verdiği savaş ve ruhsal çatışmalarının başka insanlar üzerinde açığa çıkan saldırgan ve kırıcı yönü, iktidar-erk yönetiminin doğal bir yıkıcılık dürtüsü barındırıyor oluşu... 2.cildini de çok merak ediyorum.

Cinsel Devrim - Wilhelm Reich

 Cinsel Ahlakın Boygöstermesi kitabı, daha evvel okuduğum Kadının Evrimi 1-2(yazar Evelyn Reed) kitaplarının özeti gibi başladı. Wilhelm Reich Kadının Evrimi kitabından farklı olarak şunu söylemek istiyordu; anaerkil klandan evvel de ataerkin izleri vardı. O sebeple ataerkil düzene tekrar dönüşmesi çok zor olmamıştı. Reich, Vahşilerin Cinsel yaşamı kitabının yazarı Bronislaw Molinowski'nün anlatımlarını özetliyornve bir başka antropolog Geza Roheim'ı da sık sık eleştiriyor. Özellikle Roheim'ın kadınları tek eşliliğe itmek için gerçekleştirilen ve dirimsel gücü (cinsel istek) yok eden uygulama olan kadın sünnetini övmesiyle çokca dalga geçiyor. Roheim, kadının bu cinsel eylemden haz almamasının, aile birliğini bozacak aldatma eylemlerine girişmemesi için yapılmasını öyle korkunç bir erk yapı kurgusunda aktarmış ki, cidden tiksindirici idi. Cinselliğin çeşitli tabu ve yasaklarla kısıtlandıkça bu baskı menzilleri insanları zaman geçtikçe ruhsal rahatsızlıklara, absürd ve kapalı kapılar ardında türlü sadist düşlere yönlendirdiğine değiniyor. Tüm bunların değişmesi için belki milim milim özgürleşme temelinde aldığı yolun bile kıymetli olduğuna da değiniyor. El ele tutuşmayı, öpüşmeyi yasakladığınız yerde o çok şaşırdığınız seks görüntülerini görmek bir tesadüf asla değil. Bknz. #bebek

Anne babasının birbirine sarıldığını, öptüğünü görmeyen çocuklara sevmenin, bu hislerin özgürleşmesinin normalliğini anlatırken attığınız kırk taklayı düşünün. Sonra bu kırk taklanın erkekleri birçok konuda bağlamadığını, o hiç konuşulmayanın belli bir yaşa geldiğinde birdenbire özgürleşmesinin getirdiği sapkınlıklarını. Özellikle kadınlar üzerinde çok uzun süre kalan baskının ise deneyimsiz, bilgisiz ve kör cahil eylemlere ittiğini. Konuşulamayan, bilgisizliğin dibinde yaşadığımız eylemle doğuruyor, çoğalıyor; olmamasının artçı psikolojik etkilerinin ilaçlarla baskılamaya çalışıyoruz. Hepimize topyekün tedavi gerektiği kesin. Yine de milim milim aldığımız yolu azımsamayalım diyip bitireyim.

Bedensel Boşalmanın İşlevi - Wilhelm Reich

 Wilheim Reich'ın cinsellik psikoterapistliği yaptığı ve bu doğrultuda yazdığı ilk kitabı. (Araştırmalarımla öyle olduğunu tespit ettim. Yanlışsa düzeltebilirsiniz.)Dolayısıyla kafasındaki teorik bilgilerin çoğunu deneyselleştirmesinin henüz mümkün olmadığını birkaç bölümde dile getiriyor. Ben ki Karen Horney, Simone de Beauvoir, Judith Butler, Malinowski, Evelyn Reed gibi yazarlardan ve külliyatı bir araya getiren Foucault'un Cinselliğin tarihini okumuş olan biri olarak, bu kitapta oldukça eksik bulduğum bazı durumlar vardı. Kadın ve erkek üzerinden(diğer cinsel yönelimlere teyit geçmeyi bırak hiç söz etmeden) Freud'un salt çocuklukta başladığını öne sürdüğü Oedipus argümanına bazı noktalarda karşı çıkarak, yetişkin insanların da yaşamlarındaki değişim-dönüşümde cinselliği konumlandırdığı noktanın sonuçlarını yaşadığından bahsediyor. Reich’in kitabın başında Freud’un öğrencisi olarak, onu çok da üzmek istemediği açık. Daha evvel Jung, Eric Fromm, Otto Rank’in de onun öğrencisi olmasına rağmen ağır eleştiriler getirdiklerini görmüştüm. Bunu yine ilk kitabı olmasına mal edebiliriz, diğerlerini de okuyunca daha sağlıklı yorum yapabilirim sanıyorum.

Aslında tüm sorunların kökeninde cinsellik baskısı olduğunu söylüyor. Bana göre bu noktada Foucault açıklamaları daha anlamlı. Çünkü bunun erk, güç, iktidar ilişkilerinin getirdiği bir sonuç yansıması olduğundan bahseder Foucault. 1920’li yıllarda yazılan bu kitabın, 1940’lı yıllardan da örnekler içermesi kitabın yazar tarafından güncellenmiş olduğunu aklıma getirdi. Ama gel gör ki, hep yokluğunu çektiğim kaçıncı baskıdan çeviri, hangi yılda yazılıp kaç kez baskı yapmış olduğu, hangi yıllarda güncellemeler içerdiğine dair bir bilgi bulabilmiş değilim. Yönetmen ve oyunculara ait filmografi, müzisyenlere dair diskografi bulabiliyorken yazarlara dair neden bu tür bir kaynak bulamıyoruz? Benim bilmediğim bir kaynak bilen varsa hemen söylesin ona kitap hediye edeceğim 

Kitapta birkaç yerde kadınları aşağılayan kelime kalıplarına rastladım. (kızkurusu vb.) Bunların Bertan Onaran’dan kaynaklı bir çeviri talihsizliği olmadığını düşünüyorum ya da böyle düşünüp sevdiğim bir çevirmene laf etmemek için kendimi dizginliyorum diyeyim.. Tabii Reich’in bu tutumu Malinowski’nin İlkel Toplumlarda cinsellik ve Baskı kitabındaki anaerkil toplum anlatımlarında biraz şaştı. Ataerkil başka bir kavim ile kıyaslamalarında açığa çıkardığı yönler Reich’İn de tarafımdan aklanmasını sağladı.

Kitap salt boşalma ediminin aslında sinirce durumlarının ihtiyacı olan ve bunun farkında olup üzerine gidilmezse gölge tepkimeleriyle mücadele ediyor olacağımızı çok güzel özetlemiş.

Kitabın genel akışı kendi ruhçözümlemeci tecrübeleriyle gittiği için gayet rahat adapte olunabilir nitelikte. Cinsel yaşamına dengeli bir düzenlilik getiren kişi ile dirimsel enerjinin sürekli gergin ve aktarılamamış, hayata geçirilememiş olan kişi arasındaki farkları oldukça detaylandırdığı örneklerle aktarıyor.

“İçine hava vererek şişireceğimiz bir balon, patlamazsa, nasıl hareket eder acaba? Dış zarının uzayabildiğini, ama patlayamadığını varsayalım. Canlı çekirdeği kuşatan bir kılıf gibi canlandıran bu insan kişiliği imgesi çok yerindeydi. Balon, o çözümsüz gerilimi içerisinde konuşabilse halinden yakınırdı. Zayıflığından ötürü, çektiği acının nedenlerini dışarıda arayacak, durmadan çevresini suçlayacaktı. Birinin gelip kendisini patlatmasını isteyecekti. Amacına dilediği gibi ulaşana dek, çevresindekileri kışkırtacaktı. İçerden, kendiliğinden yapamadığı şeyi, kolu kanadı kırık, edilgin bir biçimde dışarıdan bekleyecekti.”
“Sinir hastalığı, doğal cinsel hazza vurulan ketlerin toplamından başka bir şey değildir, bu ketlemeler zamanla, makinemsi bir hale gelir. Sinir hastalığının bütün öbür belirtileri, bu kökensel bozukluğun sonuçlarıdır.”

Duygusal Zırhlanma - Morton Herskowitz

 Duygusal Zırhlanma kitabının yazarı Morton Herskowitz, Wilhelm Reich ile çalışma fırsatı bulmuş hatta Reich'in bizzat yetiştirdiği son sağaltımcı imiş.

Zırhlanma genel anlamıyla hayatımızın genelinde hepimizin kullandığı çeşitli mimikler, bir olaya karşı verdiğimiz tepkilerin nefes alış verişimize yansıması, geçmişimizde referans aldığımız ama çoğunlukla da farkında olmadan yaptığımız nefes tutmalarımız, boyun kasılmalarımız, cinsel isteksizliklerimiz vs.... Tüm bunları bir araya getirdiğimizde duygusal zırhlanması olmayan kimse yok diyebiliriz. Sosyal ilişkilerimizin bile belirleyicisi olan bu zırhlarımız, başkalarının zırhlanmasına nasıl yanıt vereceğimizi bile belirleyen bir şeye dönüşüyor. Sizin göğsünüz esnek değilse başkasının nefesini tuttuğunu asla hissedemezsiniz. Hatta kendi zırhımıza ona kulak asmayacak kadar alıştığımızda başkalarındaki zırhı da keşfedemeyiz.
Zırhlanma kavramını ve sağaltımın ne olduğunu iyice irdeledikten sonra kitap çeşitli sağaltım örnekleri ile ilerliyor. Bu kısımlar oldukça teknik bilgi içerdiği için ve eğitimi olmayan hatta kendi sağaltımı gerçekleşmemiş kimsenin yapmaması gereken şeyler olduğu için çok önemliydi bu imkanı tanıması. Bazen bu tür durumlara bilinçsizce olduğu kadar bilgiç bir tutumla da yaklaşan çok fazla insan gördüğümü anımsadım okurken.
Kitap sürerken Reich'in görüşlerine de sıklıkla yer verilir. Mesela; kitlelerin yönetimi için ahlaki zırhlar ile kuşatılan toplumdan söz eder. Hatta bu zırhların sadece yönetiliyor olma alışkanlığı ile vücut bulduğunu, sonu özgürlüğü sadece arzulayan ama asla sahip olmayan bir köleye dönüştürdüğünden..Tepeden yönetilmeye o kadar alışılmıştır ki kendisini ve duygularını yöneten bir "lider"i kaybeden kişinin o özgürlüğe belki de en yakın olduğu anda hemen kendisine yeni bir lider aramaya başlamasıyla son bulan bir döngüde sürüp gittiğinin altını çizer. Yazar ise toplumsal düzeni temsil eden araçların hepsinin toplumu deli ettiğini savunan Reich'i bu noktada reddeder, düzen sağlayıcıların kaostan koruduğunu savunur. Burada sanırım sonu hapiste biten Reich'in düşüncelerinden kaçmaya çalışan birini okuyor olduğumu anladım. "Reich, var olan her şeyin kendi iyi nedeni olduğundan bahseder..." Kendi iyi nedenimin hep arayışımda olsam da yazarınkini buldum sanıyorum.

Bir başka bölümde dikkatimi çeken ergenlere sağaltımın yapılmaması gerektiği idi. Yalnızca çok ağır sorunlar olduğunda yapılmasının altını çizerek, bu hızlı ve isyan dolu değişim rüzgarları ve fırtınaların olduğu denizde sağaltım yolculuğuna çıkılmaz der.
Ve en önemlisi de sağaltımın amacının kişiyi tüm zırhlarından arındırmak değildir. Tüm zırhlarından arınmış birey, ağır bir şekilde zırhlanmış toplum içinde savunmasız kalır diyor yazar. Zırhlarımızı esnek hale getirip bir ceket gibi an ve zamanı kollayarak giymenin yerinde olduğuna değiniyor.

Ben kitabı kuramsal metinler / psikanaliz okumaları yapmayı sevdiğim için oldukça bilgilendirici buldum, ilginiz yoksa sıkılmanız an meselesi diyebilirim.
Kitapta da geçen, Taocuların söylediği bir söz ile kapatayım "Yanlış insan doğru araçları kullandığında doğru araçlar yanlış biçimde çalışır." Şu sıralar birkaç sertifika eğitimini yeterli görenlere de bu cümleyi verelim ve çekileyim.

Ayrıca ceket durumunda olduğunu düşündüğüm ama belki de duygusal zırhlanmanın alasına sahip bir kaplumbağayım evet:)

Yeraltından Notlar Fyodor Dostoevsky

 Çelişkilerle dolu hayatın, iç konuşmalarla gerçek olana yaklaştırılma çabası. "Yeraltı" yazarının bencilliği ve çaresizliğini ironi ve abartı dolu bir şölene dönüştürme çabası.

Tanıdık bir kitap ama tüm taklitlerinin ipliğini pazara çıkaracak denli güçlü.

Malafa - Hakan Günday

 Topaz Jewellery Center. Antalya'nın turistlerini içine çekip yutan sonra biraz eksilmiş(!) bir şekilde tekrar geldiği yönün tersine bırakan büyük kuyumcu merkezi. Ve Kozan... Tezgahtardır. Hayatının rolünü bu center'ın içinde oynamaktadır. Yalanlar, kişilik bölünmeleri, kendine inanamamazlık, onarılamaz bir çatışma, her şeyiyle onda hayat bulmaktadır.

Ve meter, ahçik, tram, mart, potpot... Bunlar Topaz çalışanlarının aralarında anlaştıkları bir dilin kelimeleri. Yalan dünyalarında, yılan bir dil ile tatlı bir kuyudur Topaz...

Ziverbey Köşkü - İlhan Selçuk

 Bir "teknik sorgulama" madurunun ağzından o günün şartları altında, 30 günlük gözaltının ayrıntıları. 26 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül tüm bunların bağlantısını gözler önüne seren biraz da "akrostiş" gerektiren ayaklı tarih İlhan Selçuk'tan anı kitabı.

Sinema Müdavimi - Walker Percy

 Hayatında eksik olan ne varsa ve sinema üzerine düşünürken, umutsuzluğa, gündelik hayatın olağanlığına ve dine ilişkin sorular üşüşecektir zihnine. Zira en büyük kabus, gündelik hayatın olağanlığı tarafından yutulmak, yıllara yayılan bir kalıplaşmış düzen içinde "hiç kimse" olup çıkmaktır.

Binx'in sevgisi de, arayışı da, hayatı da ve hayata her türlü bakış açısı da bir sinema müdavimi için anlaşılabilir cinste. Kitabı okurken anlatımın bir sinema uyarlaması olabilecek güzellikte olması ayrı bir keyifti.

Son Sürgün - Dragan S.V. Babić

 Yine bir yeraltı edebiyatı dizisi klasiği.Zaman zaman yer altı edebiyatı dizisi okumam gerektiği fikri, bu kitapla da kendini gösterdi. Asla ard arda yeraltı kitabı okunmaz bunu da buradan belirtelim. Ve işte yine kitabın anlatılamaz, sadece okunur konusunu oluşturan şeyler;

Son Sürgün, bambaşka hayatı, mevcut düzeni ve onun tüm değerlerini reddetmiş olanların dünyasını anlatıyor. Gizemli, zengin ve ahlaklı uygarlıktan vazgeçenlerin; gönüllü olarak "sürgün"ü, "yeraltı"nı seçenlerin hayatına içeriden bakıyor.
Karınlarını doyurmak için çalmaktan çekinmezler, uyuşturucuyu severler, sekse bağımlılık derecesinde düşkündürler, arkadaşlıktan ise hala vazgeçememişlerdir.
Dragon Babic, toplumun içinde yaşamaktansa uçurumun kenarında seksek oynamayı seçen bu tip" anti-kahramanlar" aracılığıyla uygarlığımıza ışık tutuyor.
Puslu, lekeli ve kana bulaşmış bir ayna...

Normalliğin Deliliği - Hastalık Olarak Gerçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine Bir Kuram - Arno Gruen

 - Hastalık olarak gerçeklik; İnsanda yıkıcılık üzerine bir kuram

-Yaşam tarzı ve protesto olarak delilik
Nasıl oluyor da "normal" insan bu kadar çok yıkıcılığa neden oluyor? Gözümüzü ister insanlık tarihine çevirelim, ister bugün, burada çevremize şöyle bir göz atalım; tanık olacağımız yıkıcılık, canlılar arasında yıkmak için yıkan tek canlı insana aittir.
Çok sevdiğim Psikanalizci Arno Gruen, insandaki yıkıcı ve ölümcül edimin kişinin, yanıltıcı bir iktidardan pay alma uğruna kendisine ihanet etmesinden kaynaklandığını savunur.

Patty Diphusa - Bir Pedro Almodóvar Hikâyesi - Pedro Almodóvar

 İspanyol yönetmenin filmlerindeki kadın karakterlerden biri olan Patty Diphusa'nın yönetmenin kendine yakın hissettiği kadınlık içgüdüleriyle, o dönem İspanya'sında yasak olan her şeye filmlerinde neden yer verdiğini yazdığı, Patty'nin dilinden kendini tanıttığı, kendi sinemasından bahsettiği bir kitap.