20100223

saçların ıslakken yediği rüzgâr



Sorabileceği soruların hepsini sormuştu. Onun açısından gerçekten çok fazla önem arz eden bir konuşma değildi bu. O yüzden belki de sorularını çabuk tüketmişti. Anlaması gereken biri yokmuş gibi davranıyordu karşısında. Bu tavırları sergilemeye daha fazla katlanamayacağını düşünüp hızla kalktı ahşap sandalyeden. Tek bir şey dahi söylemeden ve ilk kez birini onun yüzüne dahi bakmadan terk ediyordu. Hızlı adımlarla yol aldı. Kafenin kapısından çıkıp daha ilk adımını atar atmaz ayağı tökezlemişti. Bunun ona içeride bıraktığı adam tarafından takılan bir çelme olduğunu düşündü. Umursamadı, yoluna devam edecekti. Hızlı ve seri adımlarını çok yavaş yağan ama soğuğunu bir o kadar hızlıca hissettiren kara karşı attı. Paltosunu elinde taşıdığını ve henüz onu giymeye dahi yeltenmediğini o an anladı. Buz kesmiş elleriyle çok da fazla bir şey hissetmeden paltosunu giydi. Az önce kafeden çıkarken de hiçbir şey hissetmediğini düşünüyordu ve o masadan kalkarken de… Birdenbire ağlamaya başladı. Sanırım bu ağlamaktı. Boğazına doğru düğümlenen gözyaşları yutkundukça gözlerinden süzülüyordu. Soğuk havanın etkisi diye düşündü. Onu ağlatacak bir şey hissetmiyordu çünkü içinde. Kafasını yerden kaldırmadan yürüyor, sıcak nefesini sadece kendisinden daha aşağıya doğru serbest bırakabiliyordu. Hiç ama hiç kimsenin yüzüne bakacak kadar gücü yoktu çünkü. Otobüs durağına geldiğinde yaşlı kadınların onu her zamanki gibi süzdüklerini hissetti. Yine mi örgü atkısının modelini sormak için onlara bakmamı bekliyorlar lanet olsun diyordu içinden. O an atkısını ne zaman boynuna doladığını hatırlamadığını hissetti. Bu kafede bıraktığı adam ne zaman dolanmıştı hayatına peki? Ne zamandır oradaydı. Hala orada mıydı? Boşverdi. Annesine döndü. Belki de onu ilk defa bugün sevmediğini hissetmişti. Ona bu şeyleri örmekten vazgeçmeliydi. Kadının biri hele de o bakmazken sormaya yeltendi atkısının modelini. Sordu da. Yüzünde acı bir ifadeyle kadına baktı ve hızla bir sonraki durağa doğru yürümeye başladı. Tüm soğuk sanki yüzüne yapışmış, onu başka bir hayat katmanında eritiyordu. İçi ise yine buz kesmişti. Hareket ederken kemiklerinin sesini duyduğunu hayal ediyordu. Bu onun başka hiçbir şey hissetmemesine / düşünmemesine neden oluyordu. Öyleyse iyiydi. Buna gerçekten ihtiyacı vardı…

Aradan geçen o bir yıldan sonra o gün yaşadığı hiçbir şeyi anımsamıyordu tabii ki. Ne masada birlikte otururken terk ettiği adamı ne de içerisinde estirdiği o soğuk günü. Sakinlik ve umursarlıkla dolmuştu yine herkese karşı. Elinden geldiğince gülümsüyor ve annesini çok seviyordu. Tüm bunların hepsini hissiyat olarak var olduğu ama sözlü bir şekilde dile getirebileceği bir anının hiçbir şekilde olmadığını düşünüyordu şimdi. Evet bak hatırladı şimdi. İnsanı mutsuz edecek bir şey yokken bunu dillendirmek çokça vakit “iyiyim” lerden ibaretti. Bunu kendine olduğu gibi her şeyini iyi de, olsa kötü de olsa söylemesi gerektiğini biliyordu. Bu kendine kızmışlığıyla kalktı bir anda ahşap sandalyeden. Çok iyi tanıdığı kafe çalışanlarına tek bir şey dahi söylemeden yüzlerine dahi bakmadan çıkıyordu. Hızlı adımlarla yol aldı. Kafenin kapısından çıkıp daha ilk adımını atar atmaz ayağı tökezlemişti. Bunun ona içeride bıraktığı kendisi tarafından takılan bir çelme olduğunu düşündü. Ama umursamadan yoluna devam edemedi bir türlü. Belki de dakikalarca o noktaya ve içerideki kendine bakmayı sürdürebilirdi.. Hiçbir şey bilmiyor gibiydi kendine dair.. Tam bir boşluk, kocaman büyük bir boşluk.. İçerisine hapsolduğu sınırları olmayan büyük, kocaman bir boşluk… Bir soğuk hissetti. Saçları ıslakken yediği rüzgârın soğuğu gibiydi bu soğukluk, bir tek elleri üşümüyordu. Atkısını da beresini de almamıştı bugün yanına. Üşütüyordu hava çokça. Bilmiyordu. Tek bildiği gidemediğiydi. Durdu belki dakikalarca. O soğuk onu dondursa ve sonra bir su olup şehrin kanalizasyon mazgallarından içeri süzülse istedi. İstedi ve oldu. Sanki oldu. Bu kez oldu…

21 ocak 2010

20100221

unuttular ve gitti



ben sana bakıyorum, sen benim acıyan yanıma dokunuyorsun. 
ben acımı senin dokunuşunda görüyorum, sen bakışımı acılarımın çokluğunda ...

"Bana sakın başkalarına anlattığın şeyleri anlatma." dedi kadın.

Ne söyleyeceğini şaşırmıştı bu kez yine. Diline dolanan tüm kelimeler aslında bir başka bütüne işaret ediyordu. Saçmalamaya başladı. Bu anlarda duraksayarak konuşur ve karşısındakinin yüzüne bakamazdı. Bir tek cümle söyleyebilmek için onlarca cümle kurması gerekliydi.

 “Bazen cidden çok sinirlerim bozuluyor. Bu kadar hissetmek de neyin nesidir? Neden bırakamaz ki insan kendisini. Neden tutmak zorunda merdivenleri çıkarken trabzanları? Bıraksak, yalpalasak belki ama emin olsak ya düşmeyeceğimizden? Trabzanlara yapışıp da tırnaklarımızı geçirmesek, tenimize sürtünen başka bir şey arzulamasak mesela.. Merdiven çıksak sadece. Basamaklar ayağımızın altındayken kendimizi zeminde hissetsek. Uçmayız herhalde, kanat yok hani nasılsa. Offf. Sinirim bozuluyor cidden bazen yahu. Nedir bu bunalımlar...”

Cümlelerinin boşlukta çok fazla yankılandığını tam da o an anladı. Bir şey duymalıydı, bir şey söylemeliydi karşısındaki adam. Soruya mı çevirmeliydi, off , ama neden ki? İlla ki soru mu olmalıydı konuşması için. Buna bari ihtiyaç duymayan biri olsaydı yahu.. İyi bakalım dedi ve yöneltti sorularını. Birkaç saniye yine boşluğa bakıp,

“Sahi yahu nedir ve peki ama neden?" dedi tam da yüzüne bakarak. Ne sorduğunu çok da fazla önemsemeden. Vurgu soruda değildi çünkü. Sonunda soru olması vurgunun soruda olduğu anlamına gelmezdi. Hani o kadar cümle kurmuştu gerçekten sadece soruya mı cevap verecekti o, yoksa cümlelerine mi merak ediyordu biraz da.

"Bana konuşmuyorsun." dedi adam. Gerçekten acılıydı sesi. Sanki biraz da kızgınlık vardı, neden bana konuşmuyorsun der gibiydi. Başka başka bir sürü şey de hissediyordu, görüyordu kadın hepsini. O “saçmalarken” olmuştu tüm bunlar. Bütün bunlara o sebep olmuştu işte. Şimdi izleyerek keyfini sürebilirdi. İçinde yeşerttiği ve onunla ilgili olmadığına inandırdığı bu saçmalığı gözleyebilirdi dakikalarca. Peki, şimdi ne yapacaktı? Gerçekten ne yapacaktı? Bu kızgınlıkla ne yapabilirdi? Kızgın olunca ne yapardı? Asıl önemlisi onun yüzünden kızgın olunca ona ne yapardı? Sana konuşuyorum diyerek doğru olanı diretebilirdi. Hiçbir şey söylemedi. Yüzündeki ifadeye bir korku ya da merak eklememeliydi? Yüzü hiçbir şey anlatmamalıydı adama -ki kızmak için daha fazla şey bulamasındı onda.

“Peki,” dedi “unutalım gitsin.”

“Tamam.” dedi adam. Çok şey görmüştü, çok şey anlamıştı belki de, çok şey de söylemek istiyordu ama unutalım gitsin işte tam da o anda öyle iyi geldi ki.

Unuttular ve gitti gerçekten de… Unuttukları şeyi ikisi de biliyordu da işte, giden neydi kimse bilmedi, bilemedi belki de.


20100214

bir garip "Boş Ev" anlatımı

Rakamların temsili insan
Var oluşun temsili insan
110=65+45


Sevilen elbisenin barındırdığı kini boşaltmak. Dökülen kanı içine akıtmak.

"Neden beni görmezden geliyorsun" diyene rağmen evlerin içinde kaybolmak, birlikte görünmez olmak, hiç orada bulunmamış gibi davranmak.
-Bilmiyorum belki çevrimdışı hayat.

Her şey o kadar evinken ve saatler ilerlerken, Onun ağladığı an duraksamak. Zamanı Ona sarılıyken durdurmak.

Ve sarılıyken biz olmak. Bizken (iki kişiyken) zor birilerinin orada olduğunu duymak.

Sarılıyken zor.

Yaralı yüzlerin iyileşme evresini yine birlikte geçirmek..

Zarar verenler varsa ve "biz"sek söz konusu.. O zaman zarar vermekten kaçınmamak.

Ve sana ait olmayan bir alanda sen yokmuşsun gibi hiç iz bırakmadan kaybolmaya alışmışken,var olması gerektiği yerde kaybolmanın yollarını aramak.

Sen yoksan kaybolmak gerekli.

Sen yoksan tüm dünyadan kaybolmam gerekli..

Sen yoksan seninleyken kaybolduğum yere gitmeli..

Seni hissetmeli..

Uyumalı belki..

"Bırak uyusun..."

İnsanların arkasındayım. Görmeyecekleri kadar arkalarında.

O da ne? Gölgene dikkat et. O seni ele verir.

Tamamen saklansan ne yapacaksın?

-Tamamen saklansam, başkalarının gözünün arkasında senin gözünün önünde olacağım.

Ve ben, var olmamam gereken yerdeyim.

Sanki gidecekmiş gibi yaşıyorum.

Sahiplenmiyorum evimi.. Sadece çamaşırlarını yıkıyorum. Onlara ait izleri temziliyorum... Ya da düzeltiyorum sahiplenmişlerin aldırmazlıklarını..

Ben yokmuşum sanılan evlerden var olduğumun kanıtını bırakıyorum.

Var oluşumun kanıtını eskiden boş olan evlerde boş çerçeveler bırakarak

anlatıyorum.

Ben anlatıyorum ya. Kimse anlamıyor.

Kimse anlamadığı için bizi, bir "seni seviyorum" a şaşırmak zorunda kalıyor..

Şaşırana gülüyorum.

Evet, o kadar mutluyum..

Kendimi bırakıyorum seni hapsediyorum..


Ve rakamların temsiliyiz biz.
 
Biz insanız..

Sıfır (0) çekiyoruz.



21/04/2007 tarihinde yazılmış bir yazıdır.

20100203

7 ilginç şey ya da "mim"

"sessiz okuyucu" olarak takip ettiğim bloglar var. bunlardan biri de kevaşe'nin not defteri...
ve mimlenmişim, pek alışkın değilim açıkcası ama deneyeceğim.

7 ilginç şey

-aşık olunca yazamıyor oluşumu ilginç buluyorum
-aşık olunca istemsiz olarak hep aşktan söz eden biri olmam kendimde gördüğüm en son ilginç yanım
-ele ayağa dolaşan insanları çok ilginç buluyorum şu sıra
-david lynch'i mütemadiyen ilginç bulacağım
-bilge karasu en son ilginç yazar nazarımda
-beğenilmeyi bu kadar zaaf haline getiren kadınları çok ilginç buluyorum
-son ilginç şeyi yazacakken ilginç kelimesi üzerine düşünüp "ilgimi çeken ama aynı zamanda az biraz absürd bulduğum bir şey" tanımını getirmemi de ilginç buldum şimdi şu anda...

7 kişiyi mimlemem lazımmış. Ben onlara bloglarında yazmak yerine,  buraya yorum olarak 7 ilginç şeyiyazabilecekleri gibi bir seçenek sunsam... İsterlerse blogda yazsınlar, isterlerse yorum bıraksınlar.
Sevgiler..


-Anlaşılamamak Fanzin
-Ömür Defteri
-Kırmızı Günlük
-Anlamayan Adam
-Alright Now, Won't You Listen?
- Bozgun Odası
-Alternatif Fanzin