20101128

Morella ya da kitap mimi

"O birkaç basit ses kulaklarımdan soğuk ve sakin bir belirginlikle girdi ve erimiş sıcak kurşun gibi tıslayarak beynime aktı. Yıllar - yıllar geçebilir, ama o dönemin anısı, asla yitmeyecek! Çiçeklerden ve asmadan habersiz değilim - ama baldıran ve servi beni gece gündüz gölgeler içinde yaşatıyordu. Ve ne zamanın, ne de mekanın farkındaydım. Kaderimin yıldızları gökyüzünden silindi ve bu yüzden yeryüzü karanlığa gömüldü ve figürleri titreşen gölgeler gibi yanımdan geçti gitti ve onların arasından ben bir tekini gördüm - Morella'yı. Gökkubbenin rüzgarları kulağıma tek bir ses fısıldıyordu ve denizin üstündeki dalgacıklar ilelebet mırıldanıyordu - Morella. Fakat o öldü; ve onu kendi ellerimle mezara götürdüm; ve ikinci Morella'yı gömdüğüm mahzende birincisinden hiçbir iz göremeyince uzun ve acı bir kahkaha attım."


1835 yılında yazılmış Edgar Allan Poe'nın Morella öyküsünün son paragrafı (55. sayfada) gözüm kapalı seçtiğim Poe'nun Bütün Öyküler kitabından.. Bu kitap kitaplığımın en kalın ikinci kitabı, gözümü bile kapatsam elimin altında olması gayet normal yani.. İlki de Dünya Sinema Tarihi'dir o en köşede diye ortalayım demiştim güya:)

Mimimi Prefrontal - Lobotomi'nin beklediği mızmızlığı etmeden yazdım. Birilerinin bir şey beklediğini bilince yapmama huyum baskın şu sıra nedense...:)

Ben de mimliyorum öyleyse, mim sahibi bloglar eğer bloglarının formatını değiştirmek istemezlerse bu yazımın altına yorum olarak bırakabilirler mimlerini, ama merak da etmiyorum değil lütfen yapın... Mim kuralları için tıklayın.

1- ama

közlü tümceler

ben çok gerçeğim, 
sabah çok gerçek, 
olanlar çok gerçek! 

güneş pek yakıyor canımı, hani kıştı!
çimdikliyorum ağrımı, gözler açık...
yine acıyor, yine!

sessiz ol ve git demiştim..
tırnak aralarındaki yıldızları bile yutmadın mı sen
ah aptal,
son közlü tümceleri mi yine önsöz sandın,
dumansız alevini yine mi güneşe bağladın
yahu yine tüm hışmını geceden mi çaldın!

rica ediyorum güneş bana dokunmadan giy şu sabahlığını!
kaybol güneş, yine kendini kaybet güneş!

20101123

Üç Renk: Mavi ve Krzysztof Kieslowski

Trois Couleurs: Bleu

Film müzikleri Zbigniew Preisner
Yapım yılı, ülkesi 1993 Fransa, Polonya ve İsviçre




 Krzysztof Kieslowski

   Kimilerine göre insan doğası ve modern yaşam fikri üzerine fikir yürüten bir filozof Kieslowski. Bazıları içinse sinema tarihinin en iyi hikaye anlatıcısı. Onun görüntülerle düşünmenin doruk noktasında bir dahi ve duygularla resim yapma sanatını çok iyi kullanan bir şair-yönetmen olduğunu düşünmemek elde değil. İnsanı daha ilk kareden ele geçiren yoğun duygular silsilesi içinde müziği, kurgusu ve zekice örülmüş senaryolarıyla adeta büyüleyen bir yönetmen.Onun filmleri herkeste farklı bir tat bırakıyor şüphesiz. Rastlantılar ile biçimlenen yaşamlar, eş ruhların oyunları, kendilerini alışılmadık durumlar içinde bulan sıradan insanlarla ve bir  gün ben de yaşayabilirim dediğiniz durumlarla karşımızı çıkarıyor yönetmen. Ahlaki ikilemlere değinen senaryolarıyla hiç bitmeyen, aksine filmin yaşamımızdaki kalıcılığını artıran sorularla baş başa bırakıyor.

Yaşamın bir yanılsamadan ibaret  olduğunu düşünen ama bu yanılsamanın içinde bile kendisine yürüyecek sağlam bir yol bulmayı sürdüren yönetmen, mesafeli fakat bir o kadar da duyarlı üslubu ile benzersizliğini korumakta...

      Polonyalı yönetmenin doğum ve ölüm yıllarının pek bir önemi olduğunu sanmıyorum benim anlatımım açısından. Ha, şu an neden Polonyalı olduğu ayrıntısını verdin o zaman öyleyse derseniz, yönetmenin 3 renk filmine değineceğim. Bu 3 renk olan mavi-kırmızı ve beyaz, Fransız bayrağının renkleridir. Polonya’da sinema, 2.dünya savaşı’nın bitiminde itibaren Sovyet modelini benimseyen bir propaganda aracı olarak algılanmış, yönetim sanatsal çıkışlara fazla prim vermemiş, daha çok konularını tarihten ve gündelik yaşamdan  alan “sosyal-gerçekçi” filmlerin yapımı  desteklenmişti. Daha sonraları Kieslowski’nin yanı sıra birkaç genç yönetmenle birlikte sinema sahnelerinde kendilerine yer edinmeye başladıkları dönem içinde ahlaki sorunları ele alan, birey ve toplum ilişkilerini irdeleyen ve sansür baskısının etkisiyle simgesel bir anlatım üslubunu benimseyen filmler üretmeye başlamışlardır. En azından bu anlatımın sansür baskısından geçebilmesi için filmin isimlerine verilen renkler ülke propagandasını alenen ilgilendirmektedir.




 Üç Renk: Mavi

         Üçlemenin ilk filmi olan “Mavi”, özgürlük ilkesi üzerinde düşünmeye çağırıyor biz izleyicileri. Diğer iki film ise Üç renk: Beyaz ve son film de Üç Renk: Kırmızı’dır.
         Ünlü bir besteci olan kocasını ve beş yaşındaki kızı Anna’yı bir trafik kazasında yitiren Julie, içine düştüğü bunalımı tüm geçmişinden kurtularak aşmaya çalışmaktadır. Önce ölüm acısını ölümle dizginlemek ister ama intihar etmeyi başaramamıştır. Öyleyse tek yapması gereken “yaşayan bir ölü” ye dönüşmektir. Evindeki tüm eşyaları satan, aşkını ilan eden Olivier’ı kendinden uzaklaştıran, “çocuksuz” bir apartmanda tuttuğu yeni dairesinde, hiçbir iş yapmadan yaşamayı tercih eden Julie; aşkı, sevgiyi, arkadaşlığı birer aldatmaca olarak görmekte, tüm bunları günü geldiğinde acı çekmesine sebebiyet verecek bir tuzak olarak düşünmek istemektedir. Bu yeni ve basit hayatında tamamen soyutlanmış bir şekilde “özgür” ve yalnız olmayı arzular.

    Ama hep derler ya kurtulmak istese de insan geçmişinden kurtulabilir mi diye.Yaşadığı acının kuvvetiyle hissizleşen genç kadının geçmişe sünger çekmek deyiminin ne kadar da aptalca olduğunu fark etmesi de uzun sürmez. Tamamen özgür olmak, hiçbir zaman mümkün değildir. Çünkü, bizi biz yapan şeyin ta kendisidir yaşadıklarımız. Eğer aksi doğru olsaydı, Julie’ nin geçmişi büyük oranda silinmiş olurdu. Bir yandan da, bunu yapmayı gerçekten istemedi Julie, evini boşaltırken o mavi rüzgar çanını yanına alışı, dahası onu yeni yaşamına dahil etmek isteyişi ve yeni evinin salonunun tam ortasına asarak her bakışında o eşsiz müzik ziyafetiyle eski anılarını hatırlatışını isteseydi yok edebilirdi. Unutmanın imkansızlığı, bu denli güzel bir anlatımın yanı sıra müzikleriyle de yeterince vurgulanıyor filmde.


    
  “Mavi” rengin yarattığı o mesafeli soğukluk, duygularla örülen resimler tek kelimeyle mükemmeldir. Ayrıca sahnelerin kurgulanması konusunda da büyük bir titizlik arz eden çalışmasıyla karşımıza çıkan Kieslowski, açılışta yer alan trafik kazasının yakın planlara ağırlık veren sert stilinden, bir kelebeğin kozasından çıkışları anımsatan final bölümüne dek, Julie nin zaman zaman maviden siyaha doğru ekran kararmalarına yol açacak unutma çabaları içerisinde mavinin her tonu ile birbirine bağlanmış sahne efektleri ile filmin renginin ve doğadaki ne çok mavi ışığın var olduğunu bir keşfe çıkmamıza sebebiyet veriyor diyebilirim.

    Zbigniew Preisner imzalı müzikler, sadece fonda yer alan bir besleyici öğe olmaktan çok, adeta film ile bütünleşmiş durumda ve filmin en önemli kahramanlığına soyunmuş konumdadır.
 

     “Mavi”nin senaryosunu yazarken, gençlik yıllarına ait bir anısından yola çıkmıştır yönetmen.Yol kenarında otostop çekerken yanından hızla geçip giden bir arabanın ardından “cehenneme git!” diye bağıran ve arabanın bir anda devrilip, şoförünün ölmesine tanık olan Kieslowski, yaşadığı bu olayı hiç unutmamış, sadece “Mavi” nin senaryosunda değil, ”Sonsuz” filminin de bir sahnesinde aynı durumu kullanmıştır.

  Kapanış sekansında koro ile söylenen bestenin sözleri aşağıdaki gibidir.

Zbigniew Preisner - Song for the Unification of Europe (Julie's Version)

Eğer meleklerin diliyle konuşsam,
Ama sevgim olmasa,
Ses çıkaran bir bakırdan farkım olmaz.
Eğer peygamberlikte bulunabilsem,
Bütün sırları bilsem ve bütün bilgiye sahip olsam,
Eğer dağları yerinden oynatacak kadar
Büyük bir imanım olsa
Ama sevgim olmasa,
Bir hiçim.
Sevgi sabırlıdır
Sevgi şevkatlidir
Sevgi her şeye dayanır,
Her şeye inanır.
Sevgi asla son bulmaz
Ama peygamberlikler ortadan kalkacak,
Diller sona erecek,
Bilgi ortadan kalkacaktır
Peygamberlikler ortadan kalkacak,
Diller sona erecek,
Bilgi ortadan kalkacaktır
İşte böylece Kalıcı olan,
İman,ümit ve sevgidir
Bunlardan en üstün olanı da
“Sevgi”dir.

Bu sözlerin eşliğinde dolan gözlerle “mavi son”u bulur film... İzlemediyseniz bir güzel ve yorucu bir seyir dilerim; izlediyseniz, biliyorum benimle hemfikirsiniz: “bu filmi unutmak mümkün değil...”



not 1: 
bu yazım 2007'de ilk olarak (sanırım) 
yayınlanmıştır. 
Ayrıca bir yerel gazete,
 bir yerel dergi ve 
okul dergimizde yayınlanmıştır.

Not 2 : 

Krzystof Kieslowski filmlerinin 

Zbigniew Presiner imzalı 

müziklerini indirmek için tıklayın.

olmazsa eposta atabilirsiniz.


20101115

Sadece Yolculuk

Gerçekten çok kanıyordu ve bu hiç bitmeyecek gibi gelmiyor muydu? Çoraklaşmaya yüz tutmuş bir sonbahar gibiydi bu aylar ve birden kış bastırdı çoraklaşmaya bile izin yok demedik mi? Bıraksaydık da kurusaydı toprak da tanısaydı kendini, buna alışsaydı da sonra yeşil hayalini gerçekleştirseydi, hatta hayal bile artık hayal olmayacağını bilseydi. Herkes biliyordu böyle olacaktı da niye böyle mi olmadı? Sormak lazım ona, buna...


-ama asla bana.



Ben kendimde bile kaybolmuşken şimdi tüm parmaklar beni işaret ediyor ve ben kime bakıyorlar diye bakıyorum... Sizin şu resimleriniz kadar güçlü duramıyorum...

Hani içinde hiç gitmeyi istemediğin ama bir o kadar da gitmek de istediğin bir biletin olduğu çantan var, odandasın. İçine bomboz olmuş birkaç tshirt atıyorsun, hırkalar ve yün çoraplarını alıyorsun yanına. Kitapların var almak istediğin çokça, başka bir şey koyamamaktan korkup seçmek zorunda olduğun, bir de şimdi çanta hazır da odada sanki çok şey unutmuşsun hissi. Oturup kalıyorsun sandalyende, seyrediyorsun belki saatlerce baktığın odayı bir kez daha. Çıkmak istiyorsun da o güç diyorsun, insandaki o güç, yine anahtarlığa astığımız anahtarlarımız gibi kapının yanında falan mı ki ben bulamadım şimdi... Uçurtmam yok ceplerimde... Ama mavi hayalini paylaşıyorum uçurtmaların içten içe.. Sadece bir yönü var mı uçurtmanın gideceği yeri onlar biliyor mu, ben bilmiyorum, biletim cebimde olsa da bilmiyorum yönümü...Bir iç çekiş, bir yakarı ve bir çığlık.. Duyuruyorum, duyuyorum... duyumsuyorum..


Kaldığım yer güçsüzlüğüm sadece başka da kalacak bir şey yok bu odada.

Bir an deli gibi tren yolculuğu yapmak istedim, bir yere gitmese de olur, sadece yolculuk.. İşte o zaman sadece yolculuk olurdu bu. Ama nereye gitse ki? "Var mı bir şehir öneriniz?" desem ve siz sussanız, sonra olsun her bir şehir en güzel şehir.


20101112

Pİ (1998)



Yönetmen: Darren Aronofsky
Sean Gullette (Maximillian Cohen)
Mark Margolis (Sol Robeson) 


____Repliklerden Ötede - Beride


9:13

Kişisel not.
Küçük bir çocukken,
Annem güneşe sürekli bakmamamı söyledi.
Sonra bir gün, altı yaşımdayken,baktım.
Doktorlar gözlerimin bir daha iyileşip iyileşmeyeceğini bilmiyorlardı.
Bu karanlıkta yapayalnız, çok korkmuştum.
Yavaşça,
Gün ışığı bandajlardan süzüldü.
Ve artık görebiliyordum.
Ama içimdeki şeyler değişmişti, o gün ilk baş ağrım tuttu.

12:45

Varsayımlarımı tekrar ediyorum.
Bir: matematik doğanın dilidir.
                                   İki: etrafımızdaki her şey sayılarla tanımlanabilir ve anlamlandırılabilir.
Üç: herhangi bir sistemdeki sayıları grafikte gösterirseniz, şekiller ortaya çıkar.
Bu nedenle, doğada her yerde şekiller vardır.


Kanıt:
Salgın hastalıkların dönüşü;
Caribou nüfusunun çoğalıp azalması;
Güneş lekesi daireleri;
Nil'in yükseklip alçalması;
Peki ya borsa?
Sayılar evreni,




Global evreni temsil eden milyonlarca çalışan el,
çalışan zihin
Yaşamla beraber çığlık atan geniş bir ağ.
Bir organizma.
Doğal bir organizma.
Benim hipotezim:
Borsada da var, şekiller vardır
Burada hemen önünde sayıların arkasına gizlenmiş.
Her zaman vardı.

12:50

Return'a bas.

16.23

Sonuçlar.
Öklid, NTC yarın 100 puan düşecek diyor.
PRONET altmış beş çeyrekte sabit kalacak.
Kariyerinin tavan puanı.

17:55

Kişisel not.
24 saatin içinde ikinci atak.
80 miligram Promozine HCI.
Ve altmış miligram Summattrapan ağızdan verildi;
bir miligram Dehydroric-atamine-mezilayte deri altından enjekte edildi.


11:22

Kişisel not.
Sol, Pi'yi araştırmayı bıraktığında ölmüş sayılırdı.
Bu sadece felç değildi düşünmeyi bırakmıştı.
Nasıl oldu da, Pi'nin ne olduğunu bu kadar görmeye yaklaşmışken durabildi?
Nasıl oldu da bu kadar yakınken sayıların ardında,
bir düzene sahip şekillerin olduğuna inanmaktan vazgeçebildi?
Döngünün basitliğini görüyoruz
Sonsuza kadar uzanan sayıların çıldırtan karmaşıklığını görüyoruz,
3,14'ten sonsuzluğa,

Fibonacci dizisi?




Theta: Altın oranın Yunanca sembolü




13:26

Varsayımlarımı tekrar ediyorum.
Bir: matematik doğanın dilidir.
İki: etrafımızdaki her şey sayılarla tanımlanabilir ve anlamlandırılabilir.
Üç: herhangi bir sistemdeki sayıları grafikte gösterirseniz şekiller ortaya çıkar.
Bu nedenle, doğada her yerde şekiller vardır.
Peki ya borsa?
Sayılar evreni.
Her zaman vardı..
Hemen önünde sayılarla oynayan şekiller vardı.

10:18

Return'a bas.

10.24

Sonuçlar
Hiçbir şey öklid, AAR'yi attı.
Buçuk olarak tahmin etti.
AAR 20 yıldır 40'ın altına inmemişti.
Anormalliğin açıklaması: İNSAN HATASI!..

11:11

Sonuçlar bugüne kadarki tedavi başarısızlığa uğradı.
Beta önleyicileri,
Kalsiyum kanalı önleyicileri,
Adrenalin enjeksiyonları.
Yüksekten ibuproten, steroidler, matastikler,
Sert egzersiz, kefin, akapunktur, marihuana, perkodan, mirdin, tenormen, sanser, hema patikler
Sonuç yok.
Sonuç yok!



"Sol: Eski Japonlar go tahtası evrenin mikrokozmozu olarak düşünürlerdi. Tahta boşken basit ve düzenli gözükse de, oyundaki hamleler sonsuzdur. 2 go oyunu birbirinden tamamen farklıdır, tıpkı dolu gibi. Bu yüzden Go tahtası aslında son derece karmaşık ve kaotik bir evreni temsil eder. Ve Go bizim dünyamızın bir gerçeğidir, Max. Öyle kolay kolay matematikle özetlenemez basit bir şekil yoktur.

Max: Ama oyun ilerledikçe oynayabileceğin hamleler azalır, tahta bir düzen içine girer ve kısa süre içinde her hareket tahmin edilebilir hale gelir.
-Yani,
-Yani belki, biz farkında değiliz ama, her Go oyunun altında yatan bir şekil ve düzen var.
Belki de bu borsadaki şekil gibidir?
Tevrat mı? Şu 216 rakamlı sayı,
- BU DELİLİK!.
- BELKİ DE DEHA!! Bu numarayı bulmalıyım.
- Dur biraz! Onu kaybediyorsun. Biraz soluklanmalısın. Kendini dinle. Bilgisayarındaki böcek ve senin karşılaştığındaki ve birkaç dindar herifle arda bağlantı kuruyorsun. Eğer, 216 rakamlı sayıyı istiyorsan onu her yerde bulabilirsin, sokağın köşesinde kapının önüne 216 adım, asansörde harcadığın 216 saniye. Zihnin takıntılı hale geldiğinde diğer her şeyi bir kenara koyar ve o şeyi doğada her yerde bulabilirsin. 320, 450, 22 her neyse işte. Sen 216'yı bulacaksın ama Max, bilimsel sertliği bir kenara bıraktığın sürece, bir matematikçi değil, numerolojist olursun."

4:42

Yeni bir kent
Pisagoru anımsa, Matematikçi, kültürdür.
Atina, M.Ö.500.
Yaygın inanış: Evren sayılardan oluşmuştur.
Yaygın Destek: Altın oran.
En iyi tanımı geometrik olarak altından bir dikdörtgenle yapılabilir.
Görünüşte, uzunluğu ve genişliği arasında zarif bir denge vardır.
Kenarlar arttığında, ardında aynı farklı orana sahip.
Daha küçük bir altın dikdörtgen bırakır.
Kenarlaşma devam eder, daha küçük, sonsuza dek

11.18

Daha fazla kanıt.
Da vinciyi hatırla.
Sanatçı, mucit, heykeltıraş, doğa bilimci.
İtalya 15.yy.




Altın dikdörtgenin kusursuzluğunu yeniden keşfetti.
Ve onu eserlerinde resmetti.
Ortak merkezli altın dikdörtgeni bir yayla bağlantılandırarak,
mitik bir altın spiral elde edebilirsiniz.
Onu doğada  bulduğu için bu şekil Pisagorun hoşuna gitti-
bir deniz kabuğu, keçi boynuzları, girdaplar,
tornadolar, parmak izlerimiz, DNAlarımız ve hatta Samanyolu.




9:22

Kişisel not.
Küçük bir çocukken annem güneşe sürekli bakmamamı söylemişti sonra bir gün baktım.



İlk başta, parlaklık eziyordu,
ona bakmaya devam ettim,
gözlerimi kırpmamaya zorladım kendimi.
Ve sonra parlaklık yitip gitmeye başladı.
Gözbebeklerim yuvalarından çekildi ve
her şey yakınlaşmaya başladı.
Ve bir an için anladım.
Yeni hipotezim:
Dev bir spiralde yaşarken, spirallerden oluştuysak,
yaptığımız her şey spirale doluyor.

10:15

Kişisel not.
Doğruyu söylemek gerekirse bir dal üzerinde gidiyorum.
Ama onun ucundayım

18:30

Return'a bas.
Return'a bas!




"Sayı tek başına hiçbir şey ifade etmiyor.
Aslolan anlamı.
Söz dizimi..



Sayılar arasındaki anlam..
- Bir şey anlamadım.
O senin anlaman için değil..
Buldum,
BEN buldum!
Anlıyorum ve o anlamı göreceğim.
Rab tarafından BEN seçildim!."




17:13

Kişisel not.
Daha hızlanıyor..
Uzaya böyle bakıp durursanız kör olabilirsiniz
Beyin olmadan gözler ne yapar?..

14:50
15:10
16:55
10.35

Şimdiden görmeye başlıyorum.

17:22

Kişisel not.
Küçük bir çocukken, annem sürekli güneşe bakmamamı söyledi.
Sonra bir gün altı yaşındayken baktım...


"- hadi Max, yapabilir miyiz?

476x276=?

-BİLMİYORUM, Bilmiyorum..!"


________________________________________________________
kendimize not:

Mayıs' 2007, "gençken" hiç üşenmez yazardım başka bir blogda. Filmlerden notlar, film eleştirileri, replikler paylaşırdım... Sadece yazdıklarımı takip eden, yorumlarıyla bana ilham veren, çıkarsız, sadece yeni yazı yazmamı bekleyen insanlar vardı etrafımda. Dostluklar kuruldu nice. Şimdi o zamanların tadı başkaydı diyorum eski blogumdan sinema yazılarımı hiç acele etmeden buraya aktarırken... Hala sessiz de olsa izleyenler var o günlerden biliyorum, bu yazı size... sana...