20100605

Kediye alerjin varken...



“Kediye alerjin varken, kedi beslemek gibi bir şey bu. Sana zarar verdiğini göre göre yanında olmasına engel olmamak, tabir-i caizse hiçbir şey yapmamak.”

“Bazen senin gerçekten beni anladığını düşünüyorum.”

“Anlıyorum. Düşünmene gerek yok.”

“Yo, yo. Şuan düşünüyorum demedim ki.”

“Nasıl yani?”

“Şu an anlamıyorsun beni! Ama bazen anlıyorsun.”

Kendine dair inancını yitirmek bu demekti işte. Üzerine bastığı harf kümeleri çöküyordu. Ya da çökmesi isteniyordu. Toparlanıp bir şeyler söylemeliydi, bu sessizlik uzamadan. Biriyle konuşurken ya çok fazla sessizliğin yer almasına dikkat etmeli ya da çok az. İkisi de aynı anlama gelir. İkisi de beklenmeyen bir tepkidir. Hiç susmadan çıldırmış gibi ard arda konuşursun ve duraksadığında yenilmişsindir artık. Veya çok fazla sessizlikte kalmışsan, ard arda konuşman senin sakinliğinin rahatsız olmuş olduğu durumunu anlatır – ki bu aslında yenilmektir. Olmaması tercihtir.

“Oyun mu oynuyoruz? Kazanmaya mı çalışıyorsun?”

Afalladı. Kazanmakla ilgili düşündüklerinin şu an cümle olarak karşısına çıkmış olması aslında onu anlıyor olduğunun göstergesi değil miydi? Söyledikleriyle çelişiyordu cümleleri. E zaten davranışları da kendisiyle çelişen biri değil miydi? Kediye alerjisi olup kedi besliyorken, karşısındaki onu anlıyorken aslında anlamadığını iddia etmesi aynı şey değil miydi? Ne önemi vardı öyleyse… Tutarlı ya da gerçek olmanın ne önemi vardı. Öyle olunca ne olacaktı. Her şey daha iyi ya da daha mı kötü olacaktı. Peki ya da yalancı olmanın, ilk olarak da kendisine yalancı olmasının ne önemi vardı. Bazen kendisine sorulup da cevaplayamadığı soruları düşündü. O kadar çok yalan birikmişti ki artık, cevaplayıp o yalanları sürdürerek kirlenmektense, cevap vermeyerek pek çok kirliliği karşısındakinin aklına getirmek daha akıllıcaydı. Üstelik yol yordam bu olunca, kişi bir müddet sonra kendi kurguladığı senaryolarda boğulacak ve senaryolarından vazgeçecekti. İşte o zaman o, hiçbir şey söylemediği ile kalacaktı. Bu demekti ki, susmaya devam etmek gerekliydi!

Aradan uzunca zaman geçmişti. Karşısındakinin gözlerinin içine bakınca artık bir şeyler söylemesi gerektiğini anladı. Demek ki dedi, susmak aslında o kadar da uzun sürmemeli.

Tüm doğru bildikleri yanılıyordu şimdilerde, kendi kendine tüm bildikleri yanlışa çıkıyordu. Sevmediği tüm huyları gün yüzüne çıkıyordu. Kendine ait bir şeyler artık kötü gelmeye başlamıştı.

“Kedilerden nefret ediyor görünebilirim işte şimdi.” dedi.

Ayağa kalktı. Evdeki kedisinin o her zaman miskin miskin uzandığı tekli koltuğa doğru ilerledi. Olacakları tahmin eden gözler onu izliyordu. Kediyi korumak istese ne yapabilirdi. Hayır, ışık hızıyla yerinden kalkamazdı.

Sahibinin ona yanaştığını gören sevgili kedi, en sevimli halini takınıp kendisine uzanan elleri izlemeye koyuldu. Yüzüne doğru yanaşan parmakları seve seve boynuna inmesini seyretti. Boğazına sarılan iki elin de birazdan kaybolacağını hayal etti. Hayaller her zaman gerçek olmuyordu zaten. Hatta hiçbir zaman. Ne yazık ki! Pencereye doğru yol alırken, pencereyi açmak için gevşeyen elin birini hissederek keyiflendi. Onun da bazen can acıtıcı oyunları oluyordu. Sahibinin elini yanlışlıkla cırmıkladığında hissettiklerini sahibinin de hissettiğini düşündü. Ama boşunaydı, sahibinin gözleri aynı şeyi anlatmıyordu.

“Ben bu kediyi gerçekten öldürebilirim değil mi?” diye seslendi ona.

Kediyle konuşmadığım kesindi.

Okuyucu anlatıcının sürekli değişiyor olmasına kızıyordu. O bildiği öykü, hikâye ya da adını her ne koyduysa’nın kurallarına uymuyordu bu. Nasıl başlarsa öyle gitmeliydi. İyi de öykü zaten kediye alerjisi olmasına rağmen kedi besleyen bir adamla başlamıştı. Tamam, adam olduğunu bilmiyordun. Bak bu gerçek. Bir tek onu bilmiyordun. Şimdi sende, öyküye dair bilmediğin çok fazla şeyi açığa çıkaracağıma dair bir kuşku uyandı. Engel ol ona. Kediye ne olduğunu öğrenince vurucu bir replik duyacaksın bitecek ya da dur işimizi kolaylaştıralım:

 Kedi camdan atılıyor ve dört ayağının üstüne düşüyor. Bu ilk dokuz canının birini kullanışı. Ve vurucu replik şu:

“Bu bir oyunsa ömrü boyu kazanacak olan sadece bu kedi, başkası değil!”

1 yorum:

  1. aslında heppsi gerçek o yüzden de bir kazanan ya da kaybeden yok. ama olsun diye, olmalı diye, birimiz kazanırken birimiz mutlaka kaybetmeli diye oyun diyoruz sanki...

    YanıtlaSil