Sevginin Gücü
LEON
Yön:Luc Besson
Oyn: Jean Reno(Leon)
Gary Oldman (Stansfield )
Natalie Portman(Mathilda)
Leon, Amerikada 'da yaşayan, kendi tabiriyle bir temizlikçi, aslında bir suikastçidir. Hayatını belli kuralların içerisine hapsetmiş, sert, duygusuz, ruhsuz görünümünün bir profesyonel için hayat tarzı haline gelmiş halidir.
‘Temizleyici’ ‘Leon:Aşkın Gücü’ ‘Profesyonel’ isimleriyle bilinen, Türkiye’de ise ‘Leon’ olarak gösterime gimiş, Jeanne d'Arc, The Fifth Element, Nikita, Angel-A gibi filmlerin yönetmenliğini yapmış Luc Besson tarafından çekilmiştir film. Jean Reno’nun başarıyla canlandırdığı Leon karakteriyle kendi adından daha çok Leon adının hafızalara kazınmasına sebep olmuş bir oyunculuk sergilediği filmde,Natalie Portman’ı 13 yaşında bir ‘lolita’ olarak görmek mümkün.
Leon’un kalbi de, zihni de hayata bir diken gibi tutturulmuş konumdadır. Hayatın kendisine bu yolla getireceği tüm zararları ön görerek hep diken üstünde durmak, hatta uykuya bile oturarak dalmak mecburiyetindedir Leon.
Otomatik Portakal (1971-Stanley Kubrick) filmindeki Alex’e benzer özellikte sabah akşam süt içerek beslenen ve şiddetle iç içe bir hayatı benimsemiştir. Alex’in ‘Singing in the Rain’i mırıldandığı sahnelere gönderme olarak, Leon sinema salonunda bu filmi izleyerek tek gülümsediği sahne olarak kayda geçmektedir. Bu benzer özellikler insanı her zaman mutlu etmez bazen kopya çekmiş muamelesi görerek filmi çöpe attırabilir. Ama iddia ediyorum ki bu filmde çöpe atmaktan öte, daha bir bağrınıza basıyorsunuz o karelerle…
Yuvarlak gözlükleri ve bazen çok açıklıkla gözlenebilecek otistik hareketleriyle Leon, komşu kızı Mathilda karakterini canlandıran Natalie Portman’ın gözdesi olmuştur, daha sonra kahramanı olacağını bilmeden. ‘Eğer bugün beni sokakta bırakırsan ölürüm’ mantığı ile kendisini şakağına silah dayabileceğini ve hiç düşünmeden öldürebileceğini bilmediği birinin ellerine emanet eder. Bu emanet ne kadar sübyan sevgili muhabbetine varıp, sinirleri bozsa da aslında yaşanan sevgi bir baba/abi - küçük kızdan öte değildir, hiç sevgi görmemiş bir adamın ve küçük bir kızın gözünden bakılınca. Bugüne kadar kimse onları sahiplenmemiş, kimse onlar için bir şey yapmamış, kimse onlara bir şey öğretmemiştir. İçinde oldukları hayatın dışarıya yansımaları da bunları bize oldukça vermektedir. Bu yapılmayanlar bir gün hayatın akışkanlığı içerinde nufüz edince, normalde karşı cinsten iki kişinin yaşayabileceği duygulanımlar akla gelmekte. Ya da oyuncular tarafından beklenenler de o yönde olmakta çoğunlukla. Bizi de bu düşüncelere onlar itmekte zaten. Ama her iki tarafın ve bizim de fark etmemiz gereken tek şey ‘öyle’ olmadığıdır.
Daha evvelinde sadece bir saksı çiçeğine olan bağlılık var olduğundan, bu bağlılığın dışında gelişen başka türlü bir bağlılık karşılıklı etkileşimi getirmektedir. Hele de o saksıdaki çiçeğe onun kadar değer verdiğini de göstermişse kişi, bu kat kat daha fazlasını getirir. Önce bunu anlamak gerekir..
İşbirliği ile ‘temizleyici’ olmanın Bonnie/Clyde ya daMickey/Mallory kadar basit olmadığını ortada bir çocuk söz konusu olduğunu ‘tekrar’ fark ettiğimizde daha iyi anlıyoruz. Bu çocuğun ihtiyacı olan şey bir sevgi ve bu sevgi de cesaret gerektirmekte. Leon’un köklerini toprağa salmamakta hep tereddüt ettiği hayatı, bu küçük kızın yardımıyla yokluk içinde bir kök olarak ölümsüz olmaktadır. En sevdiği şeyin, en çok korktuğu halde bile olmasına rağmen bunun bizim zihnimizde bıraktığı imgelem mutluluktur. Huzurdur. Mathilda sayesinde de kalıcı olur. Sting’in "shape of my heart"ı da ona eşlik eder ki kalıcılık ne kelime…
Filmde oyunculuk takdiri sadece bu iki isim arasında kalmamaktadır. Beethoven dinleyerek huzur bulan ve sinirlendiği vakit kendi adamlarını bile korkutan Stansfield rolünde bir Gary Oldman vardır ki, oynadığı her bir karede bizi diken üstü vazifesine getirmekte.
Akıllara kazınacak replikleri ile ve unutulmaz imgesel anlatımı birleştirerek, filmi izlediğiniz andan itibaren zihninizi tekrar tekrar meşgul edecek denli başarılı bir yapım. Daha fazla anlatıp sizin izlerkenki ‘obaaa’ larınızı aza kanaat etmeye itecek değilim. İzleyin hiç ama hiç pişman olmayacaksınız…
bu film belki de 20 defa izleyip, her defasında aynı sahnede gürül gürül ağladığım tek filmdir herhalde.
YanıtlaSilayrıntı da vereyim tam olsun. sahne tam olarak çatışmanın göbeği. koparan diyaloğumuz da şu:
mathilda: i don't wanna lose you, leon.
leon: you're not going to lose me. you've given me a taste for life. i wanna be happy. sleep in a bed, have roots. and you'll never be alone again, mathilda. please, go now, baby, go. calm down, go now, go.
süt içmeyi sevdim ben bu filmle. belirli aralıklarla yaprakları kuruyan veya dalları kırılan sıska bir saksı bitkisini 4 yıl boyunca adam etmeye çalıştım.
yeri çok başkadır. severim. seveni de severim.
Bir filme sahip olmak çok güzel bir histir bilirim. Ve benim gözlemlediğim ise Leon'a sahip olan o kadar çok ki..
YanıtlaSilCidden çok etkileyici bir sahne olduğu konusunda da hem fikirim. Sağol düşüncelerini paylaştığın için :)
sence hayat onlara hiçbir şey vermedi / göstermedi / öğretmedi mi?
YanıtlaSilOnları onların bedeninde kendileri yapan, o güne kadar yürüdükleri yollardı bence.
Adeta; Jean D'arc'ın ateşte kavrulmadan Jean D'arc olamayacağı gibi.
Dip: Filmi sevmiştim, gözlükleri de. :)
Bence hayat onlara hiçbir şey vermedi / göstermedi / öğretmedi.
YanıtlaSilOnlar hayattan bir şeyler aldı /gördü /öğrendi. Çaba onlarındı. Diğerleri sadece ordaydı.
Filmde dikkat çeken replikler için :
YanıtlaSilhttp://tr.wikiquote.org/wiki/L%C3%A9on
Bu arada;
Wikiquote ne hoş bir olaydır ben sinema müdavimleri için. Yeni gördüm. Takdir ettim.
hala hergün bir kez izliyorum desem yeterli olur sanırım...
YanıtlaSilbence tam bir başyapıt, üstüne konuşulacak o kadar çok şey varki.