Giriş:
Albert Camus (7 Kasım 1913 – 4 Ocak 1960), Fransız bir yazar ve filozoftur. Yabancı Camus’un, edebiyat alanında en önemli yapıtıdır. 1942 yılında yayınlanmıştır.
Öyküdeki her şey çok kısa bir zaman aralığında olup biter. Cezayir’de, bir rastlantı sonucu, bir Arap’ı öldüren orta sınıftan bir Fransız, Mersault, kendisini adım adım ölüme götüren süreci kayıtsız biçimde izler. Diğer kişilerin adı anılsa da, roman kahramanının adını bile öğrenemeyiz (burada Kafka etkisinden söz edilebilir). Camus’un yabancısının yabancılaşmasını kendi ağzından şöyle aktarabiliriz; ‘yani bu işin benim dışımda görülüyor gibi bir hali vardı. Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu, kaderim bana sorulmadan tayin olunuyordu (...) İyi düşününce söylenecek bir şeyim olmadığını anlamaktaydım. Kendi kendimi seyrediyormuş gibi bir hisse kapıldım.’
İtalyan yönetmen Luchino Visconti Yabancı`yı 1967`de sinemaya uyarladı, başrolünde Marcello Mastroianni oynuyordu.
Zeki Demirkubuz 2001`de Yabancı`yı Yazgı ismiyle sinemaya uyarladı. Kitapla çeşitli farklılıklar olsa da Musa karakteri Meursault`u çağrıştırmaktadır.
Gelişme:
Soğuk anlaşılmaz…
Sıra dışı sevilmeyen…
İstenmeyen…
İtici…
Rahatsız eden…
Tüm bu sıfatların yakıştırılmıştır Meursault’a. Kendisi için hiçbir anlam ifade etmeyen bu sıfatları red dahi etmemiş, olduğu gibi yaşamayı tercih eden biridir. Toplum bazında kabul görmeyen her davranışı için farklı bir sıfat ona layık görülmüş ve en sonunda “suçlu”da olmuştur.
Nedendir; çünkü o annesinin cenazesinde ağlamamış, üstüne bir de o gün bekçiye çay ikram edecek kadar vurdumduymaz tavırlar sergilemiştir. Herkesin bir an düşününce “kendi halinde” bir insandır ve o birini öldüremez dediği Meursault acımasız bir katil olup çıkıvermiştir.
Olağanın dışına çıktıkça toplumdan ayrılan ama hayatı yaşamayı “beklenen” değil, hissedilmeyeni aksettirmemek üzerine kurmuş olduğu hayatında, ona bir “yabancı” muamelesi yapılan, toplumun kısıtlamalarına maruz kalarak geçirdiği her dakika, kayıtlara geçip insanların dikkatini çekecek durumlar elde etmeme sebebiyet vermiştir.
Meursault, toplumsal normların görelilik denizinde dans ettiğini kabul etmiş ve kendisine göre olmayanların reddi öznellik saflarına “yabancı” görünmektedir.
Dans edenlerin sınırları kimi zaman bir cezaevi hücresinin duvarlarına yansımış, kimi zaman bir ziyaretçi odasında “insan seslerinin dört bir duvarı”nın eşliği ile aksetmiştir. O sevgilisinin gözlerinin içine bakarken gördüklerini; duydukları ile birleştirerek bize oldukça başarılı bir şekilde “içsel” olanla “dışarıya yansıyan” arasındaki farkı göstermiştir.
Bir rahibin onun yabancılığını yanlış yönlerde aramakta ve onu annesinin cenazesinde ağlamayan adam olmaktan uzaklaştıracak ve ölüm cezasının getireceği o karanlıklara(!) –hiç değilse- gözü kapalı gitmemesi için son çaresinin Tanrı’ya sığınmak olduğunu iddia ettiği konuşmalarda ; “Değil mi ki insan ölecekti, öyleyse, bunun ne zaman ve nasıl olacağı pek önemli değildi” cümlesi ile ölümün kaçınılmazlığını ve bunu “güzelleştirmenin, anlam katmanın gereksizliğini” dile getirmiştir.
Sonuç:
Meursault’a göre ölüm bir yaşanılması gereken bir süreçse, her şeyi geride bırakmak isteniyorsa bırakmaya direnmemek serbest ve yaşanılsıdır. Ama bunu böyle görmeyen diğerleri onu bu hayatın ve toplumun yabancısı kılmaktan ve yargılamaktan başka hiçbir şey yapmaz.
Mersault için birçok tahmin yürütüp, onun kişiliği hakkındaki ihtimalleri çoğaltabiliriz. Önce kendi tahminim: Mersault, yaşamı boyunca birden fazla, hatta çok fazla ölümle karşı karşıya kalmış, burun buruna gelmiş ve bu gerçekten daha öte kavramı bünye olarak sindirmiş olabilir. İşte bu nedenle ağlamamış olabilir annesinin cenazesinde. Ancak diğer yandan; biriktirdiklerini, hazmedemediklerini, ruhuna çok ağır gelenleri dengesiz bir dışavurum sonucunda "öldürmek" olarak ortaya koymuş; ya da her mutsuz insanın yaptığı gibi şiddet eğilimini aşırılığa dökmüş olabilir.
YanıtlaSilO halde, ona birtakım sıfatlar yüklemenin bir anlamı yok değil mi? Ama sıfatlar yaratıp kişiye yapıştırmak, sorumluluğu bireylerden alıp topluma mal eder ki çok zararlıdır.
"Toplum onu 'itici, sevilmeyen vs...' biri haline getirdi, öyleyse ben de onun itici olduğuna inanır ve sorumluluğu kendi üzerimde atarım. Oh be, kuş gibi hafif, sütten çıkmış ak kaşık gibi beyazım şimdi" mantığı! Ama herkes unutur, sebep olmadan sonucun da olmayacağını. Ha, dersen ki sebepsiz durumlar yok mu? evet, var; ama karşındaki sebep bulma, düşünme, ihtimal üretme meraklısı olduğundan onlara da sebepler bulabilir. Ama bunu tavsiye etmez; çünkü işin sonu kurmacaya varabilir;) kurduklarına inanmıyorsan sorun yok, ama kimileri de inanıyor; o kötü işte.
Yazın okuyacağım kitaplar arasına koydum bu romanı;)
Kuzum bu senin kitabı okumamış halin ise ne diyeyim bilmiyorum :) Mersault sadece farklıydı ve senin de dediğin gibi farklı olandan kendisi gibi olması bekleyen halk tarafından cezalandırıldı. Ha bundan da ötesinde Albert Camus'un varoluşçuluk üzerinebu ince dokundurması olan eser etraftaki 'yabancıların aslında yabancı'olmadığını parmakla göstermesi açısından değerlidir.
YanıtlaSilNe mutlu bana merak ettirdiysem...
düzeltme yapmak istiorum: l'etranger de Mersault bekçiye çay ikram etmemiştir. bekçi ona sütlü kahve getirir ki o bunu cok sevdiğinden içer. Mersault'nun bekçiye ikram ettiği sigaradır......yabancı existentialist eserlerin en önemlilerinden bana göre sartre ve camus bu alanda önder..toplumsal normlar cok iii analiz edilip,30 lu yıllar sonrası özellikle degerler bunalımı sonrası insanın hayatın anlamsızlıgına karsı verdiği mücadeledir. Nietzsche 'nin Tanrı öldü demesinin ardından insanın boşlukta olması yeni arayıslar içine girmesi... yabancı, işte dinin yokolmasından sonra insanların aslında yalnızlıgına kendilerine bile olan yabancılaşmayı inceleyen seckin bir eserdir.. okumanızı tavsiye ederim orjinal dilinde de okudum. akıcıydı ama cok daha anlamlıydı :)
YanıtlaSilNe büyük bir şanstır ki kendi dilinde okumuşsun eseri. Düzeltmen acaba eserin orjinalinde mi farklıydı yoksa Türkçesinde mi. Yani hata benim mi çevirmenin mi? merak ettim:)
YanıtlaSil