Fransız Dönemi engizisyon ceza sistemi sonrası, hapishane uygulamalarının değişimine ki çoklukla son hale dönüşümüne varana kadar geçirdiği evreler. Ceza veren ve hükümlü olan insanların psikolojilerine değinen, uzun süre anlamaya çalıştığımız hayatın her alanındaki "disiplin" uygulamalarının, aslında hayatın ne kadar içerisinde olduğunu aksettiren bir kitap. Okumak zor, ama anladıktan sonra hayata bakış kesinlikle daha az yorucu olmaya başlıyor.
"XVIII. yy. sonunda asker kendi kendini imal eden bir şey haline gelmiştir; şekli olmayan hamurdan, becerisi olmayan bir bedenden ihtiyaç duyulan bir makine yapılmıştır; duruşlar yavaş yavaş dikleştirilmiş; hesaplı kitaplı bir zorlama bedenin her bir parçasında dolaşarak ona egemen olmuş bütüne boyun eğdirmiş, onu sürekli olarak kullanıma hazır hale getirmiştir ve kendini alışkanlıkların otomatikleşmesi içinde sessizce sürdürmektedir; kısacası "köylüyü avlayarak" ona "asker havası" verilmiştir. Askere alınanlar "başı dil ve yukarıda tutmaya; sırtı bükmeden dik durmaya, karnı içeri çekmeye, göğsü dışarı çıkartmaya ve sırtı içeri çekmeye" alıştırılmaktadırlar; "ve bunları alışkanlık haline getirmeleri için, bir duvarda topuklar, baldırlar, omuzlar ve bel buraya değecek şekilde dayanarak onları bu konuma getirmektedirler, böylece ellerin tersi kolları dışarı döndürmekte, ama bedenden uzaklaştırmamaktadırlar... emir beklerken kafa, el ve ayaklarını kıpırdatmadan hareketsiz kalmaları...., nihayet diz ve baldırları gergin, ayak burnu aşağıda ve dışarı doğru, kararlı adımlarla yürümeleri öğretilmektedir."
Faucault, Michel; Hapishanenin Doğuşu; sayfa 208; İmge Kitabevi
Hukuk mezunu avukatlık sınavına hazırlanan arkadaşıma da bu kitabı önermişler. Açıkcası ben Cogito'nun "Şiddet" konulu (sayı:6-7; kış bahar 1996) sayısının bir makalesinde bu kitaptan bahsettiği için aldım... Kitabın her okuduğum sayfası beni kendi hayatımı gözleme itti. Meğer benim bugüne gelmek için bulunduğum pek çok ortam "hapishane" fikrinin sonrasında ya da öncesinde ortaya çıkan kaynaklarmış. Aile, okul, toplum, askerlik... İnsanların "eğitilebilirliği" fikri onları işkence ile ya da direk "katliam" yaparak öldürme fikrinden daha bir öne geçmiş. Nasıl olsa öleceğim hesabıyla suç işlemekten önce, ben bu işkencelere maruz kalacaksam suç işlemeyime varan; sonra suç işleyeni benzer suç işleyebilme potansiyeline sahip insanların gözüne sokarak cezalandırmaya; ardından cezalandırma iktidarının "orda bir güçüz biz ve siz bunun ne olduğunu zaten biliyorsunuz"a vararak mahkumları halk önünde yargılamaya son verdikleri döneme... En sonunda benzer suç işlemiş suçluların cezalandırılmasının uzun vadeli ve kişinin kendini "iktidar" yordamıyla eğittiği oranda da "af" çıkacağını bilerek cezalandırılması... Yani bildiğimiz hapishane sistemi. Tabi bu hapishane oluşumu da bugüne gelene dek oldukça farklı evreler geçirmiştir henüz kitabın o anlatımları olan kısmına gelmedim...
Benim dikkatimi çeken kitapta "disiplin" başlığı altında aile, okul, toplum, askerlik vb. oluşumlara değinmesiydi. Bunlar, insanların kendilerini hükmeder halde buldukları ya da hüküm altında kaldıkları bize çok yakın toplumsal evreler. Bir ara hapishane sisteminde bu kitabı okumadan evvel "af" olmasına kızdığımı anımsadım. Ve sonrasında beni düşündüren eğer af olmazsa bu insanlar "hapishane"de hiç de "iyi" insan olmazlardı fikriydi. Ömür boyu hapse mahkum bir insanın hapishanede çıkarmayacağı hır yoktur, affedilmeyeceğini bilse tabii... Bir an aklıma Carandiru hapishanesini konu alan ve gerçek olay anlatımı olan "Carandiru" filmi geldi. Orda da "sistem"in yaptırımına boyun eğmek istemeyen pek çok insan kendi kendilerini öldürtmek adına da olsa "harp" çıkartmışlardı hapishane içinde. Her şeye rağmen yine de koyun gibi dizildikleri hapishane bahçesi ve başlarında yine bir "sistem yöneticisi" fikri ürkütücüydü.
Af olayını bir de şu yollu aklımdan geçirdim. Biz ilkokula başladığımızda bir gün ilkokulun biteceğini biliyorduk. Sevmediğimiz ilkokul öğretmenimizden bir gün ayrılacağımızı da.. Ya da sevmediğimiz o iğrenç öss sınavının stresinin bir gün son bulacağını da. Düşünsene hayatın boyunca sürekli aynı şeyleri yaşadığını. Şu an başımızda olan AKP hükümetinin bir gün aşağı ineceğini de biliyoruz mesela. Hani "hep" orda olacağını bilsek bir hır da biz çıkarırdık sanırım. Bunlar da hayatın "af"ları diyorum öyleyse... Aile mevzusunda da bir gün evlenip evimizi ayıracağımızı falan düşünürüz herhalde. Ama onlar bunların arasında en uzun sürelisi olanı diyebilirim. Askerlik... Bu mevzuda bir bayan olarak akıl yürütmem ne kadar doğru bilmiyorum ama beni yıllarca dikte "etmemiş" babamın, annem bir süre şehir dışına çıkınca "bugün kaçta geleceksin?" diye sorduğunda benim sinir oklarımı ona doğru fırlatmam sanırım; birden bire ortaya çıkan daha kapısından içeri girerken saçlarını 3 numara (2 miydi?!) kazıtmak durumunda olduğun bir "askerlik" evresini anlamama yeter herhalde. Hani nazaran rahat bir hayatın içinden birden bire dikte edilmek için gidiyorsun. Mecbursun. Hayatının bir evresinde yapacaksın. Kitabın askerlik ile ilgili kısmını okuduktan sonra "bir an önce yap, kurtul" dediğim insanlardan özür dileyesim geldi...
Daha neler düşündürür bu kitap bilmiyorum. Sadece bazen okurken çeviri de olsa o "uzun" cümleleri gerçekten anlayabilmek için kendi sesimi duyduğumu biliyorum. Yüksek sesle okumak zihni hem canlı tutuyor hem de daha iyi anlaşılmasını sağlıyor fikrimce. İlk kez denedim ve yararını gördüm, tavsiyem olsun...
Faucault, Michel; Hapishanenin Doğuşu; sayfa 208; İmge Kitabevi
Hukuk mezunu avukatlık sınavına hazırlanan arkadaşıma da bu kitabı önermişler. Açıkcası ben Cogito'nun "Şiddet" konulu (sayı:6-7; kış bahar 1996) sayısının bir makalesinde bu kitaptan bahsettiği için aldım... Kitabın her okuduğum sayfası beni kendi hayatımı gözleme itti. Meğer benim bugüne gelmek için bulunduğum pek çok ortam "hapishane" fikrinin sonrasında ya da öncesinde ortaya çıkan kaynaklarmış. Aile, okul, toplum, askerlik... İnsanların "eğitilebilirliği" fikri onları işkence ile ya da direk "katliam" yaparak öldürme fikrinden daha bir öne geçmiş. Nasıl olsa öleceğim hesabıyla suç işlemekten önce, ben bu işkencelere maruz kalacaksam suç işlemeyime varan; sonra suç işleyeni benzer suç işleyebilme potansiyeline sahip insanların gözüne sokarak cezalandırmaya; ardından cezalandırma iktidarının "orda bir güçüz biz ve siz bunun ne olduğunu zaten biliyorsunuz"a vararak mahkumları halk önünde yargılamaya son verdikleri döneme... En sonunda benzer suç işlemiş suçluların cezalandırılmasının uzun vadeli ve kişinin kendini "iktidar" yordamıyla eğittiği oranda da "af" çıkacağını bilerek cezalandırılması... Yani bildiğimiz hapishane sistemi. Tabi bu hapishane oluşumu da bugüne gelene dek oldukça farklı evreler geçirmiştir henüz kitabın o anlatımları olan kısmına gelmedim...
Benim dikkatimi çeken kitapta "disiplin" başlığı altında aile, okul, toplum, askerlik vb. oluşumlara değinmesiydi. Bunlar, insanların kendilerini hükmeder halde buldukları ya da hüküm altında kaldıkları bize çok yakın toplumsal evreler. Bir ara hapishane sisteminde bu kitabı okumadan evvel "af" olmasına kızdığımı anımsadım. Ve sonrasında beni düşündüren eğer af olmazsa bu insanlar "hapishane"de hiç de "iyi" insan olmazlardı fikriydi. Ömür boyu hapse mahkum bir insanın hapishanede çıkarmayacağı hır yoktur, affedilmeyeceğini bilse tabii... Bir an aklıma Carandiru hapishanesini konu alan ve gerçek olay anlatımı olan "Carandiru" filmi geldi. Orda da "sistem"in yaptırımına boyun eğmek istemeyen pek çok insan kendi kendilerini öldürtmek adına da olsa "harp" çıkartmışlardı hapishane içinde. Her şeye rağmen yine de koyun gibi dizildikleri hapishane bahçesi ve başlarında yine bir "sistem yöneticisi" fikri ürkütücüydü.
Af olayını bir de şu yollu aklımdan geçirdim. Biz ilkokula başladığımızda bir gün ilkokulun biteceğini biliyorduk. Sevmediğimiz ilkokul öğretmenimizden bir gün ayrılacağımızı da.. Ya da sevmediğimiz o iğrenç öss sınavının stresinin bir gün son bulacağını da. Düşünsene hayatın boyunca sürekli aynı şeyleri yaşadığını. Şu an başımızda olan AKP hükümetinin bir gün aşağı ineceğini de biliyoruz mesela. Hani "hep" orda olacağını bilsek bir hır da biz çıkarırdık sanırım. Bunlar da hayatın "af"ları diyorum öyleyse... Aile mevzusunda da bir gün evlenip evimizi ayıracağımızı falan düşünürüz herhalde. Ama onlar bunların arasında en uzun sürelisi olanı diyebilirim. Askerlik... Bu mevzuda bir bayan olarak akıl yürütmem ne kadar doğru bilmiyorum ama beni yıllarca dikte "etmemiş" babamın, annem bir süre şehir dışına çıkınca "bugün kaçta geleceksin?" diye sorduğunda benim sinir oklarımı ona doğru fırlatmam sanırım; birden bire ortaya çıkan daha kapısından içeri girerken saçlarını 3 numara (2 miydi?!) kazıtmak durumunda olduğun bir "askerlik" evresini anlamama yeter herhalde. Hani nazaran rahat bir hayatın içinden birden bire dikte edilmek için gidiyorsun. Mecbursun. Hayatının bir evresinde yapacaksın. Kitabın askerlik ile ilgili kısmını okuduktan sonra "bir an önce yap, kurtul" dediğim insanlardan özür dileyesim geldi...
Daha neler düşündürür bu kitap bilmiyorum. Sadece bazen okurken çeviri de olsa o "uzun" cümleleri gerçekten anlayabilmek için kendi sesimi duyduğumu biliyorum. Yüksek sesle okumak zihni hem canlı tutuyor hem de daha iyi anlaşılmasını sağlıyor fikrimce. İlk kez denedim ve yararını gördüm, tavsiyem olsun...
Kitabı okumadım ancak yazıya göre pek gözüm tutmadı. Yinede okumak lazım, belkide fikirlerimi değiştirme konusunda beni ikna eder. Tanıttığın için teşekkürler. Ayrıca sesli kitap okumayı deneyip faydasını görenlerdenim bende.
YanıtlaSilYanlış anlaşılma olmasın ben kitabı bu yazıda tanıtmadım. Kitabı bitirmeden öyle bir gaflette bulunmam zaten. Sadece bana bir elli sayfası kadarının düşündürdüklerinden behsettim. Kendi yorumlarım daha ağırlıklı...
YanıtlaSilÖzür dileyerek düzeltiyorum; böyle bir kitabın olduğundan bahsettiğin için teşekkür ederim.
YanıtlaSilKitap kesinlikle merak edilesi bir kitap. Okunmasını isterim.Benim yorumum yüzünden tanımadan soğucaksın kitaptan sandım ve çok pis bir duyguydu bu...
YanıtlaSilMerhabalar Yasemin. Olağanüstü bir yazardan ve olağanüstü bir kitaptan bahsetmişsin öncelikle tebrik ederim. Türk askeri sistemini/yapılanmasını, iktidarın filizlenme aşamalarını bilenlerinin es geçmeyeceği bir kitaptır bu. Ne yazık ki fazla değerlendirilmemiş, pek bilinmeyen bir kitaptır da aynı zamanda. İktidar her yerdedir, demişti Foucault. Bu kitabın her sayfasında bunun izini sürebiliriz sanıyorum. Askerliğini "Tugay İçtima" alanlarında sınamış biri olarak aktardığın pasajın ne anlama geldiğini iyi biliyorum. Gerçi kafamızı 1 ya da 2'ye vurdurmadık ama...:-) Görüşmek üzere.
YanıtlaSil