20080929

Bir garip "The Phantom of the Opera" anlatımı





Yönetmen: Joel Schumacher

Senaryo: Gaston Leroux (novel)

Andrew Lloyd Webber (stage musical)

Oyuncular: Gerard Butler- The Phantom

Emmy Rossum - Christine

Patrick Wilson - Raoul

Yapım: 2004, USA



Evet o ismi tanıdık gelen Operadaki Hayalet işte. Hani wikipedia yardımıyla açıklayacak olursak,

“Operadaki Hayalet (Le Fantôme de L'Opéra), Gaston Leroux'un yazdığı bir eserdir. Gotik bir roman kabul edilir. Andrew Lloyd Webber tarafından müzikali yapıldı. (1986) “



Defalarca beyazperdeye aktarılmış. Ben bilmem bundan öncekileri. 2004 yapımı bu film benim yüreğime işlendi sanki. Şu an soundtrackleriyle bir bir dokunuyor her hücreme. Bu kadar içli bir anlatım olabilir mi? Müzik insanı bu kadar etkileyebilir mi? Şimdi hiç mi görmedin Tospağa opera, müzikal diyeceksiniz. Ama görmedim. Bu filmden sonra görmeyi çok ama çok isterim.

Broadway'de gösterilirmiş Operadaki Hayalet müzikali. Ekşi sözlükte yüzsüz yüzsüz yazmışlar gerçek müzikal daha güzeldi diye. Hayır! Ben elimdekiyle yetinirim.

Bu müzikalin bir de kitabı varmış inanmazsınız. Ben bunu müziksiz düşünemiyorum. Kafamdan ezgi yaratacak kadar da müzik bilgim yoktur. Verebilmiş midir kitap o etkiyi? İlk kez bu hali yaşıyorum bir kitabın film versiyonunu daha çok seviyorum ve kitap halini düşünemiyorum. İlk işte. İlkler her zaman değerlidir.

Zaman zaman çirkin yüzüyle Notre Dame’ın Kamburu’nu, yeraltına çekmeye çalıştığı sevgilisiyle Ölü Gelin’i veya unutulmaz repliklerinin müziğe yedirilmemiş haliyle Shakesperare in Love’ı anımsadım film süresince. Dehanın deliliğe doğru sürüklenişini, Hakan Günday’ın Azil kitabının kapağındaki sözle tamamladım. “Deha ile delilik arasında seyreden bir hayat…” Demek ki pek çok insanı etkilemişti bu müzikal. Her bir ayrıntısı bir filme bir kitaba konu olabilecek kadar yoğundu çünkü. Öyleyse anlatılmalı… Bilmeli herkes….

Peki ama nasıl?



Bir baba ikonunun bilinçaltı yaklaşımından tutun da bir çocuğun kendi iç dünyasını karanlık koridorlarında “Müzik Meleği” olmak için “baba” ikonunu kendine yaklaştırma çabasını mı anlatayım… Çok sevdiği babasının kaybıyla kendini bir tiyatro salonunda bulan Cristine’nin adını zihnine kazımış iki kişinin kan kokan aşkını mı anlatayım…

Filme replikler yerine eşlik eden müziğin her bir karesi ayrı bir keyifti. Sanırım bu yazıda da Boş Ev’e benzer bir duygulanımla karşı karşıyayım. Yazamıyorum….Yazsam bile benden başkasına anlatamıyorum… Boş Ev’de sessizliği anlatabilmenin yükümlülüğünü taşıdığım için kaçmıştım ama fazla uzağa gidememiştim. Bunda da müziğin gücünün altında eziliyorum. Öyleyse ben de susuyorum Operadaki hayalet konuşsun diyorum…



Not ki tam bağlantı: Bir garip Boş Ev Anlatımı

Not ki müzikli: Filmi bitirdikten sonra orda burda soundtrack arayışı içine girip benim gibi bir saat kıvrandıktan sonra bulduğunuzda aşırı mutlu olmuşsanız ne mutlu size. Yok hayır hala kıvranıyorum diyorsanız yardımcı olurum. Ulaşın bana.



2 yorum:

  1. filmi izlemedim ama filmin müziği hakkaten süper. :)))

    YanıtlaSil
  2. "love is the one who masters all things."

    Mawlãnã Rumi...for you...

    YanıtlaSil