Neden bazı soruları karşımızdakilere değil de kendimize soruyoruz? Nereden daha iyi cevaplar alabileceğimizi bilmediğimiz zamanlar bazen bunu yapıyoruz. Sorular çoğu kez kendimizde birikiyor ve bir anda onlarca sorun arasında boğuşur durumda kalıyoruz. Üstelik soru işaretlerimizin ardına birer boşluk bırakmayı bile akıl edemiyoruz. Boşluklar olmadığı için cevaplar yerini bulamıyor. Cevap bulunamayanlar yüzünden ardı ardına o kadar çok sorun birikiyor ki boğuluyoruz.
Boğulmak, sorun, boşluk, dip... Bunlar hep bambaşka tanımlarla yer alıyor artık hayatımda. Bazen bunlardan herhangi birini kimin için cümlede kullandığıma çok dikkat eder buluyorum kendimi. Bu saatten sonra bunların hiçbiri bana gerçekten zarar verecek, beni buhranlara sürükleyecek şeyler değil. Kurduğum kelimelerden korkum yok. Karşımdaki insanlara da dikkat ediyorum o yüzden. Belki benim korkmadığım şeyden onlar korkuyordur diye. Soru işaretlerim de böyle. Karşımdaki benim sorduklarımla karşı karşıya kaldığında benim sorumun "korkunçluğu"ndan dolayı, onun bana bu korkunçluğu tanım olarak kullanıp işin içinden çıkmasıyla sonuçlanabilir. Ben sorumun içindeki, hedefindeki, anlamındaki ile ilgilenir ve cevap almak için "boğuşurken" o beni korkunç bulup bırakacaktır soruyla. Hızla tabanları yağlayıp uzaklaşıyorlar. Belki de böyle olan herkes uzaklaşmalı. Bezen ama beni gerçekten tanımayıp uzaklaşmasını istemediklerim oluyor. Sorularım olanca yumuşaklığı ile ona yansırken, en sert ve en korkunç hali boşluksuz kendimde kalıyor. Söylemiştim boşluksuz olunca cevaplar yerini bulamıyor diye. En yumuşak haliyle yöneltilenler de kendini olmayan boşluğa yamıyor. Sığmaya çalışırken o boşlukta soru işaretleri yerini üç noktaya bırakıyor. İşte o zaman bana neler olduğunu anlatmak bile istemiyorum. İnan istemiyorum(...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder