Yönetmen:
Giuseppe Tornatore
Senaryo:
Senaryo:
Vanna Paoli, Giuseppe Tornatore
Yapımcı:
Yapımcı:
Mino Barbera, Franco Cristaldi, Giovanna Romagnoli
Müzik:
Müzik:
Andrea Morricone, Ennio Morricone
Oyuncular:
Salvatore Cascio (Salvatore, çocuk), Marco Leonardi (Salvatore, ergenlik), Jacques Perin (Salvatore, yetişkin), Philippe Noiret (Alfredo), Agnese Nano (Elena, ergenlik), Leopoldo Trieste (peder Adelfio)
Nuova Cinema Paradiso (Cennet Sineması), ünlü bir yönetmenin çocukluğundan başlayan sinema tutkusunu, vazgeçmeyişini, aşkını dahi sinema karelerinde anlamlandırma öyküsünü güçlü bir duygusal yoğunlukla anlatan İtalyan yapımı önemli bir filmdir.
Hayatın acı tatlı her anını sinema kareleriyle gerçekliğe yaklaştıran yönetmenler, filmde de anlatılmaya çalışıldığı gibi çocukluklarını filmlerle geçirmiş ve filmlerle geçirmekte olan pek çok kişinin hayatına yön verir, şekillendirir, hayatı bir kez de sinema perdesinin karşısında ağlayarak, gülerek, dalga geçerek ya da umutlanarak öğrenmelerini sağlamaktadır. Bizim dönemimizdeki şanslılığımızın(!) onlarda olmayışı, insanların evlerinde TV dahi bulunmuyor oluşu, sinemayı ortak kullanım alanı, insanların buluşma ve birbirini tanıma mekanı, hatta yeni aşkların doğuşunun, ufak çocukların harçlıklarını savurup kaçacak bir delik buluşunun mekanı olarak resmetmiştir ve bu o dönemler için aslında bir gerçektir.
Bu dönemi yaşama fırsatı yakalamış yönetmen, kendi öyküsünü Cinema Paradiso filmiyle dillendirmiş ve bizlere de keyifli bir şölen, kimi zaman film izlerken film izleyenlerin hayatlarına ağlamak gibi iç içe geçmiş dünyaları yansıtarak bizi de filmin içerisine çekmiştir. Bir filmin sunumunda elbette ki yönetmenin hakkı yenmez ama o dönem hesaba katılınca bir makinist de bir yönetmen kadar perde arkasında ve gizemli bir kişidir. O makinist filmin ötesine geçemez, insanlar onu sadece filmi var etmek için bir araç olarak görmektedir. Ama böyle düşünmeyen Toto, çocukluğunun da getirmiş olduğu merakla, makinist odasında, perde arkasında makinist Alfredo’ya sorular sorarak ve onu kimi zaman çok rahatsız ederek bir şeyler öğrenme telaşındadır.
İleride ünlü bir yönetmen olacağını bilmeden tüm zamanını, tabiri caizse o dönemin RTÜK’ü, kasabanın papazı tarafından kesilmesi mecbur kılınan türlü öpüşme sahnelerinin film karelerinin bulunduğu film şeritleriyle geçirmektedir. Film şeritlerine öyküler yazarken artık kendi babasının bile savaş sonrası dönme ihtimallerini senaryolaştırabilecek hale gelmiştir...
Dönemin toplumunun çocuk yaştakilerini gençliğe ve yaşlılığa doğru her adımında ‘Hangi nesil daha şanslıdır ki acaba?’ sorusunu kafamızı kurcalarcasına kapalı sinema salonlarından, papaz üst kurulu tarafından makaslanan filmlere, sonrasında toplum profili değiştikçe sinema salonlarının artık makaslanmayan haliyle aile barınamaz hale gelmesine ve erkeklerin milli olmasına sebebiyet veren bir merkez olmasına şahit olmaktadırlar. Bir gün kahkahalarla yırtındıkları olaya ertesi gün aynı salonda ağlar konumda bırakılışları ise sadece bir ayrıntıdır.
Tüm bunların anlatımı arka planda verilirken aslında filmde Toto’nun ve Alfredo’nun öyküsü çok daha ön plandadır. Toto, hayatı o çok sevdiği kızın ona yarattığı izlenim gibi ‘film koptu’ haliyle değil, bağlı olduğu her şeye daha bir sarılarak geçirmiştir. Cinema Paradiso’nun yanması sonucu Alfredo’yu makinist dairesinden çıkartmayı tek akıl eden olması da bunun bir kanıtıdır. Onun hayata bu bakışını, sadece mütemadiyen John Wayne replikleriyle öğütler veren Alfredo anlamaktadır. Ama o kadar acıyı artık sinema replikleri değil, Alfredo anlatmaktadır. ‘Hayat filmlerdeki gibi değildir, hayat daha zordur.’ sözüyle Toto’ya hayat filminin kopmuş olması ama bunu birleştirecek olanın makinist değil hayatı yaşayanların olması gerektiğini anımsatmaktadır.
Toto gençlik çağında yaşadığı ilk aşkını(Elena), ailesini ve Cinema Paradiso ile ilgili tüm her şeyi o küçük kasabada bırakarak Alfredo’nun da öğütlediği gibi gidip bir daha dönememek üzere terk eder ve ünlü bir yönetmen Salvatore olmaya gider. Çok uzun gitmesi gerektiği ve geri döndüğünde kopan filmi dahi hatırlamayacak kadar uzun gitmesi gerektiği öğütlenmiş olan Salvatore, kasabaya döndüğü anda filmi hatırlamayacak olmanın sıradan insan olmakla ‘belki’ vuku bulacağı şekilde, kopmuş olan filmin her karesini anımsarcasına geri döner.
Kopan filmi birleştirmek değildir bu sefer ki uğraş, tamamen ona yeni bir film gözüyle bakmak belki eskiden baktıklarıyla gördükleri arasındaki farkı fark ettikçe büyük bir üzüntüye boğulmaktır.
Hayatın sinema karelerine yansıyan yüzünün her anı sonsuz bir belleğe yani kendi zihnimize kazıdığını tekrar tekrar hatırlatan bu film, çok ama çok güzeldi… Salvatore gibi yönetmen olmanın çocukluğunda yeteneğine bir bir işlendiği her dakikaya tanık olmak ayrı bir keyif… O keyfi anlatırken belki beni düşündüren şeylerin sadece onda birini yazmış olabilirim, ama sizin izlemeniz yönünde en ufak bir dürtü oluşturduysam ne mutlu bana…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder