Benzersiz bir iç çekiş bu bendeki! Gerçekten konuşmam gerekli mi? Sesimi duyurmalı mıyım illaki sizin kelimelerinizle... İllaki sizin için anlamlı olan bir şeyler mi sarfetmeliyim...
Bir kaza geçirdiğimi söylüyorlar. Büyük bir kazaymış. Geriye kalan “en” enkaz benmişim. Yanıyormuş her yer ve ben orada yananın sadece her yer olmadığını bilmişim. Şimdi bana dört yıl geçti diyorlar. Bir insan bir yangını dört yıl seyredebilir mi? Şimdi o yangın sönmüş deseler kim inanır ki!
Her yer o kadar yanmış ki beni kimse bulamamış. Dedim onun bıraktığı yerdeydim. Dediler ki o nerede? O beni bıraktığı yeri duymuyor mu? O sizi bilmiyor mu?
Şimdi bana yeniden insan olmayı öğretiyorlar. Konuşmayı öğrendim yeniden. Söyleyeceklerim aslında o kadar söylenmemeli ki! Konuşmak gerektiğinde duymaya başlıyorsun. Duyman gerektiği için konuşmak zorunda bırakılıyorsun. Hiç konuşmasak duymamış olmaz mıydık? Hiç yaşamasak ölmüş sayılmaz mıydık?
Onlar bilmiyorlar çok konuştum ben oysa ki... Bu dört sene boyunca ona o kadar çok şey anlattım ki! Şimdi gitsem bana benim sesimi artık duyamadığını söyleyecek. O yüzdendir ki susuşum desem kim inanır! Kim anlar ki şimdi beni!
Konuşmayla başladım yeniden insan olmaya, şimdi yarım insanlığımla da baba olmaya... O kadar yarım ki, iki tane babası var Hunter’ın. İki de annesi olacaktı, biri nerede! Nerede o artık beni duymayan kadın! Lisa nerede!
Hunter annesini yeniden yarattı. İkili paydaları tekilleştirdi. Şimdi onun için tek olan şeylerin tamamlanması gerekli. Birkaç pişmanlık ve tüm kül kokan insanlığımla gidiyoruz. Büyük bir karşılaşma hayali yok belki... Yangınlar alevlerini sadece kırmızı renklere bırakmış. Oğlum da ben de kırmızı giymiş, annesinin aynı renk dudaklarında o kadar anlamlanacak -ki şimdi biz...
Ordayız ama sanki yokmuş gibi davranmalıyız. “Sen burada kendini kilitle ve bekle..”
Konuşuyormuş meğer Lisa hala... Konuşuyormuş da ben sustuğumdan beri beni duymuyormuş. Şimdi yeniden konuşmasını istediğimde anlatacak bir şey bulamadı. Soyunmak istedi. Ben istemedim. Çünkü o zaten dört sene boyunca o kadar çıplaktı ki! Çok koşmuştu öncesinde, şimdi baktım ki yorulmuş. Artık koşamayacak hatta konuşamayacak kadar anlamsız bakıyor. Mutsuz insanların konuşurken ki duraksamalarını yaşıyor. “Seninle daha önce konuştuk mu?”, dedi. Şimdi desem ona dört sene, olmayacak. “Konuşmadık”, dedim. Aslında biz seninle Lisa, şimdi de konuşmuyoruz ki... Şimdi ona sırtımı dönüp tüm o yangını anlatsam ama illa ki sırtımı dönsem anlayacak konuştuğumuzu. Bu dünya bu saatten sonra bizim birbirimizi aynı anda görmemize katlanamaz ki! O ışığını kapatacak beni görecek, ben onu görmezken. Ben onu beni görmediğinde anlayabilirim sadece... O yangın her yeri o kadar aydınlattı ki şimdi aydınlıklara ihtiyacımız kalmadı belki de... Birbirimize baktığımız da gördüğümüz sadece kendimiz kalmıştık neticede...
Ona gidip Hunter’ı bulmasını söyledim tüm bunlardan öte... Hunter’a da olmayan insanlığımı, olmayan babalığımın ve olmayan sevgililiğimi anlattım.
Şimdi o Hunter’ı buldu. Ne kadar annesidir bilinmez.
Tek bilinen olmayan insanlığımız, olmayan biz ve sönmeyen yangınlar... Hoşça kal...
Teşekkürler Wim Wenders
Teşekkürler Paris, Texas
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder