Yatağımdan terler içinde uyandığım bu kaçıncı uyku bilmiyorum. Aslında ben, bu uyku mu bilmiyorum... Saate bakmak için kendime geldiğimde uyuyalı sadece yarım saat olmuş olduğunu gördüm. Yarım saatte hangi uyku beni bu kadar derine çekebilir ve o elastik bantlarla sarılı beyin hücrelerimin bilinçdışı akışına bırakabilir anlayamıyorum. Uyumadan evvel kahvemle birlikte yediğim jelibonların bunda bir payı olup olmadığını düşünmek istiyorum...
En son bu şekilde uyanıp kapımı hızla açtığımda annem ve babam salonda bana bakıyorlardı korkunç gözlerle. Onları görür görmez kendime gelmiştim. Şimdi az evvel ki uyanış salonun boş oluşuna denk geldi, üstelik içerde o eşsiz hiç oturmadığım “otur da kalkma” koltukları bile yoktu. Hiç bir şey göremeyince bağırdığımı ve boynumdan akan teri avuçlarımın içinde erittiğimi hatırlıyorum.
Elimde yine o salak doktorun verdiği elastik sargı var. Salak, çünkü ellerimdeki morluğun asla geçmeyecek bir şey olduğunu anlamamakta direniyor. Her defasında yine nereyi yumrukladın sorusunu sormaktan vazgeçmiyor. Ona ilk yumruktu önemli olan, “sonrası iyilik güzellik” * diyorum anlamıyor.
Geçen gidişimde hastanede eski psikologumu gördüm. Asansör bekliyordu sıkılgan tavırlarla ve bu kez ben ondan büyüktüm. Göz göze geldik ve ben o büyük gözlerimi aksi yöne çevirdim. Sonrasında asansöre binmekten vazgeçtiğine ve ona bulaştırdığım hastalığımı kusmak için tuvalate gittiğine eminim.
Bu o hastaneye belki üç yüzüncü gidişim ve ben ilk gittiğim günden bu yana herkes benle aynı dili konuşmakta. Bir tek elimdeki morlukları anlamıyorlar şimdilerde; ama diyorum bakın size, çok yakında anlayacaklar.
İnsanlık kendisini pek sevdiğine kendini öyle inandırmış ki beni anlayamadıklarını gördüklerinde benimle aynı hastalığı paylaştılar. Yakında da beyin hücrelerimizi saran elastik sargıları serbest bırakıp bilinçdışı akışımızda dansa çıkacağız. Kabuslardan uyanacak herkes ter kokarak ve herkes ilk önce suçu jelibonlarda arayacak sonrasında da anne babasının yokluğunda... Hızla kaçacaklar... Sığınacakları tek yer tuvaletler olacak. Kendi boklarını bıraktıkları o kokusu hiç değişmeyen küçücük, daracık odalarda.
Bence biz aslında yatağımıza işememeyi öğrendiğimizden beri o tuvaletlere en çok ne zaman, hangi anlarda gitmeliyiz bunu anlayamıyoruz yüzyıllardır...
Hala uyuyor olduğumu hayal edip susuyorum. Dostlar kendilerini en çok tuvalet aynalarında görsünler şimdi. "Sonrası iyilik güzellik". *
* Aşk/ Cemal Süreyya
"Rüya: Her şey hatıra, her şey emanet."
YanıtlaSilL. Müldür
binbir türlü bastırdığın bir şey de hortlamıyor mu bazen, aklının kararlarının aksini, hatta belki kendi felaketini bile, yaşam da rüya gibi olmalı belki, savunmasız, rüyamda hap alıyordum, uyuşturucu, ama haplar ıslak yere düşmüştü ve eriyorlardı, ben yerden toplayıp ağzıma atmaya çabalarken yetmişlik bir moruk bastonuyla beni dürtütordu almayayım diye, niye o dürtükleri yedim ki, bastonundan çeksem alaşağı edeceğim,,,
YanıtlaSil