20220418

simulaklar ve siulasyon / jean baudrillard

“SİMÜLAKR: Bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm.

SİMÜLE ETMEK: Gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermek.

SİMÜLASYON: Bir araç , bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyişbiçiminin incelenme, gösterilme ya da açıklanma amacıyla bir maket ya da bilgisayar programı aracılığıyla yapay bir şekilde yeniden üretilmesi.”


Baudrillard’ın 1981 yılında yazdığı bu kitapla metaverse’ün yoğun konuşulduğu yıl olan 2022’de okumak oldukça etkileyiciydi. Öncelikle bunu belirtmeliyim. Kitapta sıklıkla geçen üç kelime için tanımlamalar yukarıdaki şekilde yapılmıştı.


İçinde yaşadığımız toplumun, devlet politikalarının yıkımın, bozulmanın, kaosun tüm coşkunluğunu kendi çıkarları için kullandığı apaçıktır. İçin için bir kaynama, düşman edinme, terörize etme hali egemendir. Tüm bunları kullanırken bir –mış gibi yapma, iktidar ve simülasyonlarını kurma, ince ince işleme egemendir. Güvende olmanıza rağmen güvende olmadığınız simule edildiğinde bunu gerçeğinden ayırt edemeyecek hale gelmesi an meselesidir.

Sizi sizin güvenliğiniz için koruyoruz derken kurulan düzeneklerin bir süre sonra sizin istemediğiniz özel alanlarınıza müdahalesi olduğu gibi, başta yadırgadığınız bir izlenmenin sonrasında sizin ona mecbur kalacağınız bir araca dönüşmesine kadar varan tüm süreçleriyle gerçek olmayan birçok yönetim şekline maruz kalıyoruz.

 Baudrillard aslında gerçek olmayan da demiyor. Bunca içimde olduğumuz şeyin bizdeki duygudurumunun da birebir gerçeklik ile örtüştüğünü ve artık ayırt etmenin imkansızlığına ve yersizliğine değiniyor. Yazıldığı tarih itibariyle ekranlarda kendimizin daha iyi bir ikizini yarattığımız üzerinden  medya eleştirisi de yapıyor. Öyle iyi ve genel tanımlamış ki bugünün  sosyal medya araçlarını da bir bir cebinden çıkaracak cümleler diyebilirim.

Mesela hırsızlık yapıyormuş gibi bir bankaya giren adam, bu kurgusunu o bankada kimse ile paylaşmadığında olagelen her şey gerçektir diyor. Hırsızmış gibi yapanın niyetinin önemsizliği; biri o an korkudan kalp krizi geçirdiğinde ya da çalışanların gizlice polise haber verdiğinde yok oluyor. Yani olan biten her şey simulasyon gibi görünse de etkisi gerçek oluyor. Bu örnek aslında çok basit ama bunun üstüne düşünmeye başladığınızda o kadar da basit olmayan her şeyi görüyorsunuz. Sadece bir selfie çekme hevesinde olup uçurumdan yuvarlananlar geldi mesela benim gözümün önüne ya da intihar mektubu bırakıp aramızdan ayrılanlar. Bir film gibi izlediğimiz, bazen de film gibi olsun diye çabaladığımız hayatlar...

Yazıldığı yıl itibariyle aklıma sıkça o dönemlerde çekilen 2 film geldi. Biri birçoğumuzun bildiği Truman Show(1998), diğeri de Pleasantaville (1998) geldi. Bu ki film de ekranların hayatlarımız üzerindeki kontrolü ve dönüştürücü etkisini özetlediğini düşünüyorum. Kişinin tüm bunların içerisinde dönüştürdüğü psikolojisini. Birilerinin bu yönetmeye dünden hevesli olmasını. Yönetilmek istemiyorumdan, yönetilmeye razıyım ya da yönetilmesine mecburuza varana kadar tüm süreçleri net bir şekilde yaşıyor ve yaşatıyoruz. Bu eşikleri geçince artık geri dönmenin imkansızlığına değiniyor Baudrillard. Yani artık bizi sadece o kaos ve yıkım ayakta tutacak raddeye geldik diyor. Bundan sonrası iyileştirme ya da eskiye özlem değil yıkıldığı yerden yeniden bir başlangıç hazırlama olmasına değiniyor. Eskiye benzetmek sadece kalıntılarıyla oynamak olur. Oysaki biz yıkıldığını kabul etmekle başlamalıyız diyor.


Crash/J. G.Ballard kitabı hakkında yazdığı bölüm çok hoşuma gitti. Kitabın sonrasında çekilen filmi de iyiydi.(Yönetmen : David Cronenberg, 1971) Makinelerin (bilgisayar vb.)bedenlerimizin bir uzantısı olması üzerinden ilerleyen hem kaotik, dehşet verici bir o kadar da hayranlık uyandırıcı olması; bir kazanın tam da Baudrillard’ın bahsettiği gibi yıkım etkisi üzerinden yaşam enerjisine evrilmesinin hikayesiydi.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder