Bir yavru kedinin bile yalnızken gelip sırnaştığı, oyun oynamak için debelendiği insnlarız biz. Bizim yalnızlığımız da o kedi dile getirmese de aynı "can sıkıntısında uğraş arayışını" belirginleştirir. Shopenhaure'in Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine adlı kitabının ilk bölümü de "İnsan mutluluğunun iki temel düşmanı: Istırap ve Can Sıkıntısı" ndan oluşuyor.
Sert ve yıkıcı ama anlaşılma ölçüsünde de bir o kadar yapıcı olması yönünden Nietzsche'yi anımsatıyor Shopenhauer. Ama gel gör ki Nietzsche'ye ilham veren adam zaten ta kendisi! Dolayısı ile kendi yazarlığımı, yaşamımı, düşünce yapımı, okuma alışkanlığımı hatta can sıkıntısı en son ne zaman yaşadığımı sorgulamama, özeleştiriyi onun gözüyle yapmama sebep olmuş bir kitaptır diyebilirim. Çok satanlar listesinden tutun da, isimsiz eleştiri yapan edebiyatçılara , "can sıkıntısı" bahsinin sadece "boş" insanların lüksü(!) olduğuna varana kadar pek çok konuda fikir üretmiş bu kitapta Schopenhauer.
Çoğunluğumuzun ahmak olduğu dünyada "Eğer zihnin niteliği nicelikle telafi edilebilseydi, bu insanların büyük dünyasında bile yaşama zahmetine değerdi; fakat şükür ki yüz tane ahmak bir tane akıllı etmez." sözüyle beni kendine bir kez daha aşık etmeyi başarmıştır.
Bu tarz "ağır" filozoflara başlama, tanıma evreme Irvin Yalom her zamanki gibi eşlik etmiştir. Nietzsche'de buna öncelikle Cogito'nun Nietzsche Kayıp Bir Kıta sayısıyla başlamış olsam da, yine tamamlayan Irvin Yalom'un Nietzsche Ağladığında idi. Aynı şekilde Schopenhauer'a giriş okumam yine Irvin Yalom'un Bugünü Yaşama Arzusu sayesinde olmuştur. Söz konusu kişiler "ağır" sözcükleri sırtlanmış kişiler olunca, kendisini anlamış başka birine dört elle sarılıp açılışı yapmak istiyor insan. Bu da Irvin Yalom sayesinde oluyor. Bu okumaların yararını daha sonra filozofların kendi kaleminden eserleriyle anlama oranımı kıyaslayarak gördüm. Bu yüzden Schopenhauer'un bu kitabındaki pek çok şeye ağzımı açıp şaşırmaktan öte, hatta bu şaşkınlığı kimilerinin yaptığı gibi tapmaya dönüştürmekten öte; hayata aktarımı ne kadar mümkün, ne kadarını yapabilmişim, ne kadarını yapabilirimini düşündüm. Katılmadığım, hak vermediğim yönleri olmadı değil tabiiki. Ama ilk amaç anlamak olduğu için daha çok okumaya sürüklenmek gerekti.
Gelelim kitabın bölümleri ve değinilmesi gereken noktalarına. Öncelikle "can sıkıntısı" "yalnızlık" hakkında beklentilerimizi en aza indirgememiz gerektiğini vurgulayarak "Hiç kimse başkalarından ya da genel bir ifade ile dış dünyadan çok fazla beklenti içerisinde olmamalıdır. Bir insan tekinin bir başkası için ifade edebileceği şey öyle çok büyük değildir. Neticede herkes yalnız kalır ve önemli olan şey yalnız kalanın kim olduğudur.", der filozof. İnsanların kendi iç dünyalarının ne kadar fazla bilgi - birikimle dolu olduğu, yalnız kaldıklarında hayatlarını idame ettirmek için bunları ne kadar kullandıklarıyla birleştirilebilir öyleyse. Evde kalmaktan, odamda vakit geçirmekten hiç sıkılmayan benin, "Yapacak mutlaka bir şeylerim vardır." sözünü çağrıştırmıyor değil aslında.
Nasıl yani?
Aslını isterseniz bu kitabı tanıtırken "ben eklentilerini" de size sunmak istemezdim. Ama kitabı tanıtmak yazarı tanıtmak demektir. Dolayısıyla bu kitabı okurken karşılaşacağınız yoğun hava aynen bu şekilde demeye getiriyorum bir yerde... Bulaşıcı mı? Umarım değildir...
İsminizin ardını ne çok doldurmanız gerekliliğini daha evvel söylemiştim. Kıyı kalmayınca ismimize tutunmamız gerektiğini de. İsmimiz bizim niceliğimizle doldurulabilir ancak. Zaten gerisini Schopenhauer da dile getirmiş zannımca.
"Okumak ve Kitaplar üzerine" adlı ikinci bölüm, "Yazarlık ve Üslup üzerine" adlı üçüncü bölüm ve "Düşünmek Üzerine" adlı son bölüm her bir satırı alınıp paylaşılası ama daha çok zihnimize tek tek kazınasıdır. Özellikle bu üç bölümü günümüzde "ben yazarım" diye geçinen edebiyatçılarımız ya da edebiyatçı olmayan hepimiz mutlaka ama mutlaka okumalı diyorum.
Bu adamın bu sözünü metnin tam bu noktasına koymamın tek sebebi ise cümlenin içinde saklıdır....İyi okumalar...
Sert ve yıkıcı ama anlaşılma ölçüsünde de bir o kadar yapıcı olması yönünden Nietzsche'yi anımsatıyor Shopenhauer. Ama gel gör ki Nietzsche'ye ilham veren adam zaten ta kendisi! Dolayısı ile kendi yazarlığımı, yaşamımı, düşünce yapımı, okuma alışkanlığımı hatta can sıkıntısı en son ne zaman yaşadığımı sorgulamama, özeleştiriyi onun gözüyle yapmama sebep olmuş bir kitaptır diyebilirim. Çok satanlar listesinden tutun da, isimsiz eleştiri yapan edebiyatçılara , "can sıkıntısı" bahsinin sadece "boş" insanların lüksü(!) olduğuna varana kadar pek çok konuda fikir üretmiş bu kitapta Schopenhauer.
Çoğunluğumuzun ahmak olduğu dünyada "Eğer zihnin niteliği nicelikle telafi edilebilseydi, bu insanların büyük dünyasında bile yaşama zahmetine değerdi; fakat şükür ki yüz tane ahmak bir tane akıllı etmez." sözüyle beni kendine bir kez daha aşık etmeyi başarmıştır.
Bu tarz "ağır" filozoflara başlama, tanıma evreme Irvin Yalom her zamanki gibi eşlik etmiştir. Nietzsche'de buna öncelikle Cogito'nun Nietzsche Kayıp Bir Kıta sayısıyla başlamış olsam da, yine tamamlayan Irvin Yalom'un Nietzsche Ağladığında idi. Aynı şekilde Schopenhauer'a giriş okumam yine Irvin Yalom'un Bugünü Yaşama Arzusu sayesinde olmuştur. Söz konusu kişiler "ağır" sözcükleri sırtlanmış kişiler olunca, kendisini anlamış başka birine dört elle sarılıp açılışı yapmak istiyor insan. Bu da Irvin Yalom sayesinde oluyor. Bu okumaların yararını daha sonra filozofların kendi kaleminden eserleriyle anlama oranımı kıyaslayarak gördüm. Bu yüzden Schopenhauer'un bu kitabındaki pek çok şeye ağzımı açıp şaşırmaktan öte, hatta bu şaşkınlığı kimilerinin yaptığı gibi tapmaya dönüştürmekten öte; hayata aktarımı ne kadar mümkün, ne kadarını yapabilmişim, ne kadarını yapabilirimini düşündüm. Katılmadığım, hak vermediğim yönleri olmadı değil tabiiki. Ama ilk amaç anlamak olduğu için daha çok okumaya sürüklenmek gerekti.
Gelelim kitabın bölümleri ve değinilmesi gereken noktalarına. Öncelikle "can sıkıntısı" "yalnızlık" hakkında beklentilerimizi en aza indirgememiz gerektiğini vurgulayarak "Hiç kimse başkalarından ya da genel bir ifade ile dış dünyadan çok fazla beklenti içerisinde olmamalıdır. Bir insan tekinin bir başkası için ifade edebileceği şey öyle çok büyük değildir. Neticede herkes yalnız kalır ve önemli olan şey yalnız kalanın kim olduğudur.", der filozof. İnsanların kendi iç dünyalarının ne kadar fazla bilgi - birikimle dolu olduğu, yalnız kaldıklarında hayatlarını idame ettirmek için bunları ne kadar kullandıklarıyla birleştirilebilir öyleyse. Evde kalmaktan, odamda vakit geçirmekten hiç sıkılmayan benin, "Yapacak mutlaka bir şeylerim vardır." sözünü çağrıştırmıyor değil aslında.
Nasıl yani?
Aslını isterseniz bu kitabı tanıtırken "ben eklentilerini" de size sunmak istemezdim. Ama kitabı tanıtmak yazarı tanıtmak demektir. Dolayısıyla bu kitabı okurken karşılaşacağınız yoğun hava aynen bu şekilde demeye getiriyorum bir yerde... Bulaşıcı mı? Umarım değildir...
İsminizin ardını ne çok doldurmanız gerekliliğini daha evvel söylemiştim. Kıyı kalmayınca ismimize tutunmamız gerektiğini de. İsmimiz bizim niceliğimizle doldurulabilir ancak. Zaten gerisini Schopenhauer da dile getirmiş zannımca.
"Okumak ve Kitaplar üzerine" adlı ikinci bölüm, "Yazarlık ve Üslup üzerine" adlı üçüncü bölüm ve "Düşünmek Üzerine" adlı son bölüm her bir satırı alınıp paylaşılası ama daha çok zihnimize tek tek kazınasıdır. Özellikle bu üç bölümü günümüzde "ben yazarım" diye geçinen edebiyatçılarımız ya da edebiyatçı olmayan hepimiz mutlaka ama mutlaka okumalı diyorum.
"Bir insan her zaman oturup okuyabilir, fakat düşünemez."
Bu adamın bu sözünü metnin tam bu noktasına koymamın tek sebebi ise cümlenin içinde saklıdır....İyi okumalar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder