Beytepe yerleşkesi ile kendi evimin kapısı arası bu kadar uzun en son ne zaman görünmüştü ki gözüme çok merak ediyordum. Belki bunu düşünmeye başlarsam şu an bu uzaklığı, dolayısıyla içerisindeki sıkıntıyı da alt edebileceğine inanıyordum. Düşündükçe o mesafe daha da uzamaya başlamış geçmiş anılar zihnimdeki umut için ayrılmış boşluklara vip koltuğu muamelesi yapar olmuştu. Hani vip vardır ya, boş olan koltuklar hep onlarındır. Onlar için vardır.
Yolculuk esnasında kendi zihnime bu kadar adapte olmuşken ve bu kadar kendimi izliyorken son dönemde hissettiğim “başka kimseciklerin umurumda olmadığı” düşüncesi birden kendini hatırlattı ve o anda yanımdan geçen ve tüm araçların ona yol vermek için çırpındığı ambulansa gözüm takıldı. Hiçbir zaman ambulansın içerisini göremezdim, hiç kimseye görünmezdi. Yoksa bu da mı boş ve sürücü amcam evine gitmek için mi sirenini kullanıyor diye hiçbir insanın etik olamayacağı çıkarımımı bu olaya da yedirdim. Ama merak ederdim. Nereye kimin için gidiyor, yaşı kaç hastanın, yardımcı olabilecekler mi ona, yoksa ihmalkârlıktan mı ölecek aslında. Ya da oldukça yaşlıdır, ölecek kurtulacak. Daha dün ölümü düşünmüştür, nasıl bir şey diye merak edince bugün yanı başında bitmiştir, eğer öyleyse ambulansa aslında hiç de gerek yoktur. Bu tarz “kişi meraklı yanı başında bitmiş ölümlerin” ambulanslara ihtiyacı yoktur! Ya da olay böyle değildir de, biz yol vermediğimiz için ve o yol vermeyen otobüsün içinde de ben olduğum için, benim yüzümden mi ölecekti?
Düşüncelerim hayatımın artık umursamazlık noktasına yerleştirdiğim diğerleri için bu kadar merak dolu değildi artık. Başkaları vardı, ama o başkaları benim umurumda değildi uzundur. Sadece bana yakın olmasını tercih ettiklerimi umursarken diğerleri o ambulansta olabilecek kişi kadar bile düşündürmüyordu beni. Ya da ben öyle olduğunu düşünmekle beynimin yükünü azalttığımı zannediyordum. Benim beynim kendini zorlamaya ambulans aracı ile başlamışken bir ambulansın hep bizden ne kadar uzakta birine gittiğini hayal ettiğimizi fark ettiğim bir an yaşandı. Ambulans bizi geçtikten sonra biz onu geçmiştik hızla. Şimdi kafaları geriye çevirme ve neden durduğunu keşfetme vaktiydi. Hep ambulansın içerisindekini merak eden bünyem bu kez yerde yatan adama odaklanmış ve oluk oluk akan kanın seyrine dalmıştı. Bu kadar mı gerçekti? Ölüm bu kadar mı yanındaydı? O an düşündüğüm tek şey, onun dün ölümü düşünüp merak etmesiyle gelen bir ölümle karşı karşıya olmadığıydı, olmamalıydı. Bu çok acımasızdı. Kendime kızdım. Ambulansa ihtiyacı olan bir ölüm düşlemediğim için kızdım. Ölüme yakın duran ambulansların içerisinde olup bitenlerin tahmini de ölüm gibi zordu, bunu anladım. Ölümün tahmini sadece ambulansa bağlı değildi, onun dışında hayatı olan bir insanın herhangi bir yerde belki de kanlar içerisinde yatıyor oluşuydu. Sonra onun o yattığı yerden anlık müddet öncesi geçen ve kanlar içerisinde kalmasını sağlayan insanların da düşlenmesiydi olay. Onu kanlar içinde bırakırken ki fren izi de dâhildi belki ölüme. Ne kadar sıkıca basılmıştı ve ne kadar çok kan akacağın ölçüsü o frende gizliydi sadece. Yaralıyı belki cümleler kurgusunda hep bahsettiğim şekilde “kanlı ölü”yü geride bırakırken kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Yüzümü buruşturmuş gözlerimi sabit bir noktaya kenetlemiş o uzun yolun bitmesi için yalvarıyordum. Ev kapısının önünde bitecek yolculuk gece yatağa doğru uzanırken belki de ölümü düşlemenin, ölümü çağırmakla eş anlamlı olduğu düşüncesine yeniden dönüş yapma vaktimin geldiğini anımsatıyordu.
Ben düşlemeye başlarsam pek çok sahne aynı anda gözümde canlanacak, ben seslenirsem içime korkusunun kokusu yayılacaktı. Ne kadar düşlersem o kadar uzaktı. Belki uzunca yıllar sadece ambulanslarla hatırlanacak bir gün de o ambulansın yetişemediği bir yerde vuku bulacaktı. Düşünmenin âlemi yoktu yolculuk her halükarda tamamlanmış olacaktı. Eni konu bir sondu. Sıklıkla hatırlanması sakıncalı bulunan, o uzun Beytepe yerleşkesi evimin kapı önü yolunun neden ambulanstan önce de uzun geldiğinin sıkıntısını unutturan.
Süreçlere ayırdım yaşamı. Böyle sınırlar çizenlere, özellikle insanları kalıplaştıranlara uyuz olurum, bazen nefret de ederim. İhtimaller üzerine kuruludur her şey bende ve asla hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bu senin için de geçerlidir, benim için de, beni yargısız sorgusuz kalıba koymaya çalışanlar için de... Ama yine de insan yaşamında süreçlerin olduğuna inanırım. Hani kitapların sayfalarının çeviririz ya, onlar gibi işte, sayfayı çeviririz ve somut olarak o geride kalmıştır. Umursamazlıkların çoğunlukta olduğu süreç, bencilliğin çoğunlukta olduğu süreç, duygusallığın çoğunlukta olduğu süreç, sevgisizliğin ve mekanikliğin çoğunlukta olduğu süreçler gibi... Kimilerini mutlulukla hatırlarım, kimilerini somurtarak, sevmeyerek. Ama olmuştur, yaşanması gerektiği için yaşanmıştır ve sonunda yine bana ait olarak, yine benim benimsemek zorunda olduğum bir parçam olarak kalacaktır. Hayatta her şeyle karşılaşıyoruz,vurdumduymaz da oluyoruz, inatçı ve kör de oluyoruz, ölümü aklımızdan hiç geçirmeyebiliyoruz ya da fazlaca da geçirebiliyoruz, içimzdeki ses susuyor, anlamsız boşluklarla, doyumsuzluklarla da uğraşıyoruz. Ama yaşam dediğin zaten böyle olmalı, her zaman çevrendekilere karşı düşünceli biri olma fikri bile bana çok samimi gelmiyor.
YanıtlaSilBöyle ordan burdan aklıma eseni yazdım. Ama niye biliyor musun? Çünkü şu yoğun hayat -ki bunu biz bile bile istedik, kendi ellerimizle boş vakitlerimizin her salisesini doldurmayı başardık- bize karşı karşıya oturup bir çay içecek zamanı bile çok görüyor bu aralar.
Belki doyumsuzluk.
YanıtlaSilBelki çok şey yapma isteği.
Belki zman kısıtlılığı ve
bunu nasıl iyi değerlendiririm telaşı sardı bizi.
Ama emin olduğum şudur ki, zaman kaygısı olmadan senle oturup saatlerce muhabbet etmeyi çok özledim ...
Güzel bir yazı olmuş
YanıtlaSil