20080601

Amadeus(1984)




Yönetmen:
Milos Forman
Oyuncular:
Tom Hulce
F. Murray Abraham
Elizabeth Berridge



Yıl 1781'dir ve Antonio Salieri Hükümdar Joseph II'nin saray bestekârıdır. Filmde bize Salieri üzerinden Wolfgang Amadeus Mozart’ın öyküsü anlatılmaktadır. Milos Forman bunu hep yapıyor dedirten bu olayın ilki olma özelliğini taşıması açısından da değerlidir.


Wolfgang Amadeus Mozart'ın yaşamı, yeteneğini alırkenki bahşedilmiş güzellik kadar şanslı gelişmemektedir. Alçak gönüllü olmaması, yeteneğini sergileme konusundaki mantıksız davranışları ve yaşamla kurduğu sağlıksız olarak görülen ilişki dönemin ünlü olamayan ama olmak için çırpınan bestecisi Antonio Salieri'nin sık sık kendisini ve Amadeus'u sorgulamasına neden olmaktadır. Wikipedia’da rastladığım biyografisinde Salieri şöyle tanıtılıyordu: ‘Bilinenin aksine kendi döneminde Mozart'a rağmen en iyi besteci ve müzisyen olarak görülüyordu. Çünkü "dâhi çocuk Mozart" çocukluktan çıkmıştı, eskisinden daha iyi besteler yapsa da elit kesimden eskisi kadar ilgiyi göremiyordu. Ve bu sırada saray bestecisi (kapellmeisteri) Salieri daha çok ilgi görüyordu. Bunu öğrenci sayılarından da görebiliriz. Ünlü olarak bildiğimiz Beethoven, Franz Liszt,
Schubert'in hocasıydı.’ Bu tanımdaki bilinen yüzü Amadeus Mozart’ın aslında öldükten sonra tanınması ve el üstünde tutulması mesajını vermektedir. Yani filmde de anlatıldığı ve gerçekliğin de öyle olduğu gibi, Mozart aslında döneminde takdir görmeyen, uçarı, çılgın, hatta ve hatta deli ve yeteneği fark edilmeyen biridir. Mozart’a göre çok daha disiplinli ve müzik konusunda hırslı olan Antonio Salieri, Tanrı’nın müziğini yapan Mozart kadar başarılı olamamaktadır. ( Bu fikir tamamen Salieri'nin ona duyduğu olan hayranlıkta bir payı olmasının anlatımıyla verilmiştir.) Tanrı’nın bir yetenek bahşetmesinin Tanrı’ya bağlılıkla doğru orantılı olduğunu düşünen Salieri, Mozart’ın yeteneğinin farkına vardıkça aslında bunun böyle olmadığını kendine kabul ettirir. Yani bir nevi Tanrı’ya şart koşar hale gelir, dolayısıyla Tanrı’nın müziğini yaptığı insana karşı da artık hayranlık duyduğu kadar nefret ve çekememezlik de beslemektedir. Bu düşünceler zamanla farklı bir ilişki kurmalarına neden olur.

Mozart da Salieri'nin tersine, parasız geçirdiği her günü kendisine yardımcı olacağına inandığı Salieri’ye hayranlık duyarak ama kendi yaptığı müzikten de asla umudunu kaybetmeyip, besteler yaparak geçirmektedir.





Filmde ayrıca hükümdarın önerdiği İtalyanca beste yapma fikrini reddeden Mozart’ın Almanca’nın bir opera için en iyi tercih olduğu ısrarcılığından en son olarak Figaro’nun Düğünü’nü yazarkenki vazgeçisi ve İtalyanca olarak yazmış olduğu eserin süreçlerini yansıtmaktadır.

35 yıllık ömrüne 626 eseri sığdıran muhteşem yeteneği filmle bize öyle güzel resmedilmiştir ki bunun bir gerçek olamayacağını düşündürmektedir. Gel gör ki filmle birlikte süregelen eserlerini dinledikçe klasik müziğe ilgili ilgisiz pek çoğumuzun kulağına mutlaka çalınmış olan melodiler bizi bu olayın gerçekliğine itmekte ve bir kez de Milos Forman’la birlikte şaşırmamıza fırsat vermektedir.

Bu filmin karakteri olmayan Mozart’ın yani gerçek dâhinin ölümüne dair pek çok varsayım bulunmakta ve bu varsayımlarla hareket eden Milos Forman, kurguyu ona hayatı boyunca hayranlık duyan ve bir o kadar da kıskanan Salieri ile yazılan son eserinin öyküsünü de filmin sonuyla birlikte vermektedir. Döneminde 8 oscar alan filmde Forman’ın aslında bu filmi bu kadar hakkında bilinmemezlik bulunan bir müzik dehâsının hayatı olarak vermenin zorluğunu kabul ederek, Salieri ve Mozart’ın kurgusal ilişkisini filmin DVD sunumunda da, İncil'deki Hâbil ile Kâbil hikâyesinden esinlendiğini açıklamıştır – (bir kardeş Tanrı tarafından sevilir, diğeri hor görülür.)


Wolfgang Amadeus Mozart’ı canlandıran Tom Hulce ve Antonio Salieri rolüyle F. Murray Abraham’ın oyunculuklarına değinmeden bu yazıyı tamamlamak mümkün değil. Mozart’ın çocuk karakterini tamamlayan eşi rolündeki Elizabeth Berridge’ye de büyük bir pay vermemiz şarttır. Üç saate yakın bir görsel şölen olan film tadına doyulmaz bir başyapıt olarak zihninize kazınmaya müsaittir. ‘Milos Forman bir biyografi daha yapsa yine izlerim.’ diyerek bitirmeniz muhtemel olan bu filmi izlemeden ölmemenizi, ‘Mozart’ı tanıyorum tabiî ki.’ dememenizi umut ederim. İyi seyirler...

5 yorum:

  1. Sanatçı yarı delidir!
    Öylesine tanrısaldır ki sanat; ölürken, O'na yaklaşırken daha büyük, daha saygıdeğer sanatçı olabilmektir!
    Gerçekten güzel bir filmdi; sağol Tospağam;)

    YanıtlaSil
  2. Beğenmene sevindim Sokak Lambası :)
    Önce sanatçı sonra deli mi olunur, yoksa önce deli sonra sanatçı mı olunur? 2 gündürlü bu sorunun aklımı kurcalamasına sebebiyet veren bir film oldu Amadeus...Sanatçı olduğu için deli olduğunu fark edenler mi var etrafında, yani o hep deliydi de sanatçı olunca mı fark edildi?
    Karışık bir şeyler işte :)

    YanıtlaSil
  3. What a great moment of reading blogs.

    YanıtlaSil
  4. Film çok güzeldi am izledikten sonra Salieri bu kadar kötü müydü gerçekten diye sormadan durmadım.Film olması ve konunun daha ilgi çekmesi için biraz bu durumun yani salieri nin düşmanlığının abartılması normal.Yani orası biraz abartı.Muhteşem müzikleri için tekrar tekrar seyredilebilir bence...

    YanıtlaSil
  5. Bence filmdeki pek çok şey "biraz" abartı.. O yüzden çok da yadırgamamıştım dediğin durumu Kelimelerin Dünyası...

    YanıtlaSil