20080605

Tanrılar çıldırmış olmalı ya da Constantine(2005)

Her şeyden önce bir çizgi roman uyarlaması olduğunu söylemek gerekir. Bir çizgi romandan beklenecek derece görsellikle bezenmiş sahneler sizi soru işaretlerine bırakır ve uçar gider uzaklara.

Constantine’de kimsenin cesaret edemeyeceği karakterlere şekil şemal verilmiştir. Bunlar nedir mi?

-Şeytan

-Melekler

-Tanrı’nın Oğlu

-Cehennem(dolu dolu!)

-Cennet(kapının ağzından birkaç saniye)

Tüm bunların aynı sinema filminde vuku bulduğu düşünüldüğünde aslında ilk ilgi çekici unsuru yakalamış bulunmaktasınız. Anlatılan ve bize yazılmış olan şeylerin korkusuzca sinema karelerine aktarımı...

Yeter?!


İngmar Bergman’ın Seventh Seal(Yedinci Mühür) filminde ölümle satranç oynayan kulun işlenişi gibi gitmese de film, bizzat ‘Şeytan, beyazlar içinde gördüm seni?!’ sözlerini aklınızdan geçirirken; Sixth Sense(Altıncı his) etkileşimli olaraktan, nefesinde bir arıza var mıydı diyerek bir sürpriz bekleyebilirisiniz.

Ama yok!?

John Constantine intihar edenlerin cehenneme gideceği bildirisiyle, bir teşebbüs neticesi ‘git-gel’ yapmıştır. Biliyordur o cehennemin ne menem bir şey olduğunu. Şeytan’ın senelerdir uğraşıp da getiremediği biri olup çıkıvermiştir o şu dünyada.

Ne mi olmuştur?

-Oldukça karizmatik bir şeytan çıkartma ustası.



Daha filmin ilk karelerinde yakışıklılığı ile alır götürür bizi bizden. Sonra bir eli bir hatunun boynunda, diğeriyle…( içindeki cinler çıksın ortaya!)

Aslında hiç ama hiç bu uslubü kullanmak istemezdim. Çok daha ciddi bakılabilir filme…

Neden olmasın?!

İzlemeniz ve izlerken tüylerinizin diken diken olmasını engelleyemeyeceğiniz bir film Constantine. Klasik bir öykü gibi başlayıp bizi sorularla baş başa bırakan ve insanların ne tarafa gideceği yönünde iç hesaplaşmalarının anlatımının artık insan dışı faktörlerin devreye girmesiyle ‘nasıl yaaa!’dedirten bir kurgu vardır ortada. Bunlar bizlerin ağzını beş karış açık bırakmasına hala mı değil bir sebep?

Şeytan’a ihanet eden oğlu, Tanrı’ya ihanet eden melekler ve tüm bunların da ötesinde ‘denge’yi sağlayan bir papaz ve ‘denge’ye saygı duyan ama neler döndüğünden de adı gibi emin olan bir John Constantine.

Normal bir insanın asla onun gibi olamayacağı ve aslında hiçbir şeyin ‘kitaplarda yazdığı gibi’ olmadığına vurgu yapan her bir replik bizi filmin başı-ortası-sonunda etrafımızı çepeçevre sarmakta ve ‘İnsanlardan çok Tanrılar çıldırmış olmalı?!’ şaşkınlığı ile bırakıp çekip gitmektedir.

Constantine’in kelime anlamı sadıktır. Filmde de Tanrı’ya sadık arada sırada cehennem ziyaretleriyle meşhur birini canlandırmaktadır. Filmin bir diğer getirdikleri:

-İzlerken Hristiyanlık hakkında geniş bir bilgi hazinemizin olmadığı eksiliğini hissetmeniz..

Hellblazer çizgi romanını okuyanlarca bolca tepki almış ve sevilmemiş olan bu film bence ‘oldukça’ iyiydi. Saf aksiyon ya da saf din rüzgarı estirmese de keşke o kızı öpse dedirten finaline verilebilecek anlam:

-Ağzının kokmuş olduğu şüphesi olabilir.

Şaka bir yana zaten o rüzgarların sıkmaması için elinden geleni yapmış yönetmen Francis Lawrence. Mesela kızı öptürmemiş ama Constantine’e bir sakız vermiş sen bunu çiğne de bitirelim biz diye.

Bu arada sakın filmi jenerikten sonra kapatıp düşünmeye başlamayın benim gibi:)


4 yorum:

  1. Uyarı!! Şu anda Türkçe bir kişisel sayfa (blog) içerisindesiniz. O yüzden sizleri Türkçe konuşmaya çağırıyorum.

    YanıtlaSil
  2. ehehe benim dediğimi o anlamazdı Türkçe yazsa idim, keza seninkini de anlamayacak :)

    YanıtlaSil