"Enkaza dönen arabadan sarkan adam, ben onun yanından geçerken hala yaşıyordu; durdum, gerçekten de ne kadar takatsiz kaldığı fikrine biraz daha alışmış halde, yapabileceğim hiçbir şey olmadığından emin oldum. Gürültülü ve kaba bir şekilde horulduyordu adam. Aldığı her nefeste ağzından kan balonları çıkıyordu. Bundan sonra pek fazla nefes de almayacaktı zaten. Bunu ben biliyordum, ama o bilmiyordu ve bu yüzden, bu dünyada insanın yaşamında en çok acınacak şeyi inceledim. Bundan kastım, hepimizin sonunda öleceği değil, bunda o kadar acınası bir yan yok. Onun bana neyi düşlemekte olduğunu söyleyememesini ve benim ona neyin gerçek olduğunu anlatamamı kastediyorum."(dipnot)
Hep iyi olanı düşler, iyi olanı yaşamak için çaba harcarız. Kötü olan gerçeklerin bir gün geçeceği umuduyla nefesimizi içimize doluşturur, içeride sıkışıp yer kalmadığını hisseden kötü düşünceleri karbondioksit kıvamında dışarıya atarız. Nefes alıp vermenin alışılmış bir yaşam belirtisi olduğunu hepimiz biliriz. Birilerinin şu vakit bunu yapamıyor oluşu onları birer ölü olduğunu gösterir. Ama biz yaşarken bu ölüleri fark etmek nefes darlığı sezonu zamanlarına dek geçersiz bir kabulleniştir. Ölüme ne kadar yakınsak, o kadar içselleştiririz ölüleri. Ya da bir onun yokluğunu hissettiğimiz o anlık boşlukla gelir yaşamıyor oluşlarının gerçekliği. Onlara söylemek istediğimiz birkaç cümle çınlar kulaklarda ya da son bir kez daha sarılmış olma isteği. Bir ölüyü anımsamak , düşlemek, "olsaydı" demek, insanı yaşıyorken "kötü" bir ruh haline sürükleyen düşüncedir. Bu düşünceden kurtulmanın yolu yine:
-Nefes al!
-Şimdi ver!
-Şimdi ver!
usulüyle gerçekleşir. "Ölenle ölünmez.", "Kalan sağlar bizimdir."... Ölümü düşleyen herkes ardında bırakacağı kişileri düşünür ilkinde, ölenin ardında kalanlarsa kendini düşünür her şeyden önce. Çok fazla üzüntü insanı boğar. Çok fazla "keşke" insana acı verir. Bir ölümün ardından gelen katıksız gerçeklik bizi yaşama ya tekrar bağlar ya da bıraktırır ipleri ruhani olanın ellerine. Bu ikincisi pek fazla tecih edilmeyendir. Biz hayatta ne umutlarla barınırken ölenin artık bu umutların içinde yer almayacağı kendimiz için yaşadığımızı bir kez daha gözümüze sokar. Ama bunu kabul etmek isteyen bünye başka yaşayanlara bel bağlar. Onlarla ayakta kalır, onlarla aynı dünyanın tozunu dumanını attırır.
"Ölenle ölünmez." belki ama ölen herkesin bir zamanların umudu, gerçeği bizimle yaşar. Onun yerine çalışacak bir eleman, onun yerini dolduracak bir arkadaş... Hiç bir zaman onun gibi olmayacak diye biz düşünürken, onlar boşluğunu doldurmak şartını taşırlar üstlerinde farkında olmadan. Biz de buna izin veririz.
Onlara ölmeden önce söyleyeceklerimiz kadar onların da söyleyecekleri olduğundan emin olmalıyız. Biz ne kadar olumlu şeyi onlar öldükten sonra "kaybedecek bir şeyim yok" mantığını "kaybettim"e çevirerek taşıyorsak, onlar için içimizde barıdırıyorsak; onlar da artık "kaybettim" mantığı ile yaklaşır. (Yaklaştığını varsaymak iyidir.)
Bizim hayallerimiz, umutlarımız, ümitlerimiz bizimle hayatta kalırken. Onların artık yapamayacağı her şeyin de sorumluluğu bizim üstümüzdedir. Hayatta kalanın hayatta olmayanlar için yaşamaya devam etmesi ve bu yaşamın her ölünün hayatının olması imkansız güzellikleriyle bir kat daha "iyi" olması için çaba harcamalıyız.
Ve şimdi;
-Nefes al!
-Nefes ver!
-Nefes al!
-Nefes ver!
Yazı dışından bakış: Aslında bunu bir nebze yapıyoruz. Öleceğiniz bilerek çocuklar doğuruyoruz. Öleceğini bilerek birilerini seviyoruz. Öleceğimizi bilerek yaşıyoruz, bir takım planlar yapıyoruz, geleceğimizin iyi olması için çalışıyoruz. Ölenlerin ardından kalan parçacıkların her biri bir hayat. O hayat benim hayatım, senin hayatın. Meziyet ise bunu her an hatırlamak.
Yazı sonundan satış: Karamsarlık borusu bugün bu blogta ötmemekte. Zaten hiç karamsar olmadım ben diyenleri tek tek fişlemekte.
Yazıdaki ilk resmi tıkladığınızda açılan siteye biraz zaman ayırın derim...
YanıtlaSil